Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Bu ülkede Genelkurmay Başkanı da gözaltına alındı!

Bu ülkede Genelkurmay Başkanı da gözaltına alındı!

Hani, merhum Mimar Sinan’ın; hem de Süleymaniye Camii’nin açılacağı gün, “minare eğri” diyen bir “çocuk”la birlikte, ellerine “ip” alıp “minareyi düzeltme” girişimi vardır ya; nedir bunun sebebi?.. Minare, elbette “eğri” değildir... Ama Mimar Sinan, “Şuyuu, vukuundan beterdir” sözünden hareketle, ortalığa böyle bir “şayia”nın yayılmaması için “tedbir”ini baştan almış, “eğri” diyen çocuğun eline “ip” verip, “gel düzeltelim” demiştir!.. Yani, eğriliği(!), çocuğa düzelttirmiştir!.. Eğer böyle yapmasaydı, belki de o çocuk, “minarenin eğriliği”ni söylemeye devam edecek, bazılarını da buna inandıracaktı!.. Mimar Sinan’ın yaptığı; belki de “kangren”e dönüşecek bir “yara”ya, daha en başında “neşter” vurmak olmuştur... İyi de yapmıştır!..
BAYKAL’I CİDDİYE ALMIYORUM AMA!
Bu “tarihi örnek”ten hareketle, “yaşlandıkça çocuklaşan” Bay Baykal’ın sözlerine cevap vermeye bugün de devam etmek istiyorum...
Hemen ifade edeyim;
Bay Baykal’ı ve sözlerini kesinlikle ciddiye almıyor, hemen herkes gibi Bay Baykal’ın da “saçmalama özgürlüğü”nü kullandığını düşünüyorum... Baykal ne derse desin, hiç önemi yok!.. Ama “ona inananlar çıkabilir” ihtimalini de gözardı etmemek gerekir!..
Dolayısıyla, biraz sonra yazacaklarım “Baykal’ı ciddiye aldığımın” değil, onun hitap ettiği insanları ciddiye aldığımın göstergesidir!..
Evet, Baykal’ın ne söylediği veya neye inandığının, benim nazarımda hiçbir kıymet-i harbiyesi yok ama “ona inananlar”ın bir “yanlış kanaat”e sahip olmalarını istemem!..
CHP Grubu’nda ne diyordu Bay Baykal;
“Türkiye’de ilk kez kuvvet komutanları gözaltına alınmıştır, ordu komutanları gözaltına alınmıştır. Bu kadar büyük ve çarpıcı bir operasyon, bildiğim kadarıyla hiçbir demokratik ülkede olmamıştır. Türkiye’nin tarihinde olmamıştır. Faşizmden demokrasiye geçen ülkelerde böyle bir tablo yaşanmamıştır.”
1949’DAN BU YANA 34 KOMUTAN!
Oysa; dün uzun uzun anlattığımız İtalya ve Yunanistan’daki uygulamalar, Bay Baykal’ı yalanladığı gibi, Türkiye’deki “arşiv”ler de yalanlıyor!..
Çünkü, Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın 1949’da “33 vatandaşı kurşuna dizdirmesi” olayı sebebiyle mahkûm edilmesinden bu yana toplam 34 general ve amiral gözaltına alındı. Hatta bir kısmı, CHP’nin de desteklediği cuntacılar tarafından demokratik olmayan yöntemlerle çirkince tutuklanıp, bin bir türlü hakaretlerle yargılandı.
Paşaların yargı tarafından gözaltına alınmasına tepki gösteren Baykal; kendi partisinin zemin hazırladığı “27 Mayıs 1960 Darbesi”ni ve darbecilerin tutuklandığı dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun, Kore Kahramanı Emekli Org. Tahsin Yazıcı, İstiklal Savaşı Komutanlarından Ali Fuat Cebesoy ile diğer kurmay subayları görmezden geliyor.
Malûm; CHP’nin tahrikleri ile ordu içerisindeki bir grup 27 Mayıs 1960’ta darbe yapmış, darbeye karşı çıkan Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun ve birçok üst düzey subay, cuntacılar tarafından tekme tokat dövülmüş, üstelik çöp kamyonlarına bindirilerek Harbiye’ye götürülmüşlerdi.
Harbiye salonunda bekletilen Org. Rüştü Erdelhun’a, alt rütbedeki subaylar tarafından ağza alınmayacak küfürler edilmiş, şiddet uygulanmıştı. Genelkurmay Başkanı, cunta tarafından Yassıada’da yargılanmış, rütbesi, “er” statüsüne düşürülmüştü.
Sadece Rüştü Erdelhun örneği bile;
Bay Baykal’ın, değil “dünya”yı, “Türkiye’yi bile tanımadığını” göstermeye yeterlidir!..
Öyle ya;
Bu ülkede; bırakın “kuvvet komutanları”nı, “Genelkurmay Başkanı” ve hatta “Cumhurbaşkanı” bile gözaltına alınmış, “çöp arabası”nda taşınmış ve yargılanıp “er” yapılmıştı!..
Ne dersiniz; Türkiye’nin “askerî ve siyasi tarihi”ne kara bir leke olarak geçen bu olayın “ayrıntı”larını yeniden aktaralım mı?..
Aktaralım da; Bay Baykal’ın ve ona inananların “tarih cehaletleri”ni bir nebze de olsa giderelim...
ERDELHUN NASIL GÖZALTINA ALINDI?
Önümde 3 Haziran 1960 tarihli Tercüman gazetesi duruyor...
Gazetenin 1. sayfasında, 27 Mayıs gecesi “eski devlet ricalini nasıl tutukladığını” anlatan Veteriner Okulu Komutanı Tuğgeneral Burhanettin Uluç’un açıklamalarına yer verilmiş!..
Başbakan Adnan Menderes ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı teslim alan, dahası dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun’u evinden zorla çıkaran Tuğgeneral Burhanetin Uluç, “Celal Bayar’ı da ben tevkif ettim” demiş ve “o gecenin ayrıntıları”nı şöyle anlatmış:
“İnkilap günü saat 03.30’da silah sesleriyle uyandım. Hemen Harp Okulu’na geldim. Harp Okulu Kumandanı Sıtkı Ulay’ı kapıda gördüm. Vaziyeti anlamıştım. Kucaklaştık, birbirimizi tebrik ettik.
Kendisine henüz tevkif edilmemiş bulunanların kimler olduğunu sordum.
İlk iş olarak Erdelhun’u tevkif vazifesini aldım.
Teğmen Özdemir Çakmaklı ile Teğmen Tuncer beraberimde olduğu halde Harp Okulu’ndan ayrıldık.
Yolda bir tankla bir tepkisiz topu aldık ve Erdelhun’un evine dayandık.
Kapıyı defalarca çalmamıza ve ordunun idareyi ele aldığını yüksek sesle tekrarlamamıza rağmen Erdelhun cevap vermedi. Teslim olmasını, kendisine bir fenalık yapılmayacağını söyledik, yine çıt çıkmadı.
Bunun üzerine aşağıdan bir asker getirerek dipçikle kapıyı kırdık. Erdelhun giyinmiş, şapkasını sol eline almış, koridorda duruyordu.
- “Buyurun sizi Harp Okulu’na götüreceğiz” dedik... Tabancasına sarıldı. Teğmen Çakmaklı, üzerine atılarak silahını aldı. Erdelhun yürümemekte ısrar ediyordu. Zor kullanarak kendisini aşağıya indirdik ve Harp Okulu’na doğru yola çıktık. Yolda Teğmen Çakmaklı ile Erdelhun arasında şu konuşma geçti.
Erdelhun: Rica ederim sen bir teğmensin, ben bir orgeneralim, bana müdahale edemezsin.
Çakmaklı: Şu anda benim teğmenliğim, sizin orgeneralliğinizden değerlidir. Çünkü siz üniformanızın şerefini korumasını bilmediniz.”
Görüyorsunuz değil mi;
Bir Genelkurmay Başkanı, hem de bir “teğmen” tarafından gözaltına alınıyor...
Ortada ne bir “yargı kararı” var, ne de “saygı!”
Tam aksine “küstahlık” var!..
Şimdi sormak gerekir Bay Baykal’a;
Bu kadar “çarpıcı ve büyük operasyon” yapıldığında Türkiye “demokratik bir ülke” miydi, yoksa “faşist bir ülke” mi?..
Eğer “demokratik bir ülke” isek, al sana “çarpıcı ve büyük bir operasyon!”
Hayır, “faşist bir ülke” isek, zaten söylenecek bir söz yok!..
Öyle ya;
“Faşist cunta”dan her şey beklenir!..
Ama, şu da var:
Baykal, bunu “itiraf” etmelidir!..
Demelidir ki;
“Başbakan ve 2 bakanını idam edenler, dönemin Genelkurmay Başkanı ve hatta Cumhurbaşkanı’nı gözaltına alanlar, faşist cuntacılardır!..”
Bunu derse ne alâ!..
Eğer demezse; “Türkiye’de ilk kez kuvvet komutanları gözaltına alınmıştır... Hiçbir demokratik ülkede bu kadar büyük ve çarpıcı operasyon yapılmamıştır” şeklindeki sözlerini gözden geçirmek, “ağzından çıkanı kulağına duyurmak” zorundadır!..
Aksi halde derim ki;
Bay Deniz Baykal; ya “bilgi”lerini gözden geçirmelidir, ya da “hafıza”sını!..
Çünkü öyle görünüyor ki; yaşlanan ve sık sık sarsılan binalarda “metal yorgunluğu” başlaması gibi, Bay Baykal’da da “hafıza yorgunluğu” başlamış!..
Yoksa, “Rüştü Erdelhun örneği”ni unutmazdı!..
TARİHTEKİ DİĞER GÖZALTILAR!
Unuttuğu, sadece Erdelhun da değil!.. Erdelhun’un; hem de bir “teğmen” tarafından ve dahi “küstahça tavırlar”la gözaltına alınmasının yanısıra, Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu ve Genelkurmay Eğitim ve Doktrin Komutanı Tümgeneral Celil Gürkan da gözaltına alınmıştı...
12 Mart 1971 askerî müdahalesi sonrasında, “9 Mart Milli Demokratik Devrim” darbe girişiminde yer aldığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Madanoğlu, 6 Eylül 1971’de tutuklanarak dört ay cezaevinde kalmıştı. Malûm; Madanoğlu, 1974’te aklandı.
9 Mart darbe girişiminde yer alan Genelkurmay Eğitim ve Doktrin Komutanı Tümgeneral Celil Gürkan da 12 Mart 1971 Muhtırası’nın ardından, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç tarafından emekli edildi.
Buyrun, en son örnek:
Balyoz Darbe Planı Operasyonu öncesi en ciddi yargılama, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral İlhami Erdil ile ilgiliydi.
Erdil, komutanlığı döneminde yaptığı usûlsüz harcamalar sebebiyle askerî mahkemede yargılanıp, 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Oramiral rütbesi sökülerek er seviyesine indirilen Erdil, 3 Temmuz 2007 tarihinde girdiği cezaevinden 1 yıl sonra tahliye oldu.
DAHA DEMOKRATİK BİR TÜRKİYE!
Muhabirimiz Murat Alan’ın da katkılarıyla gözler önüne sermeye çalıştığım şu fotoğraf da gösteriyor ki; son operasyonlar “ilk ve tek değil”dir!..
Üstelik, 27 Mayıs 1960’ta gözaltına alınan ve sorgulanan insanların, şimdiki komutanlar gibi, mahkeme binasının terasında “çay-kahve içme” gibi bir lüksleri de yoktu!..
O zaman gözaltına alınanlar, götürülecekleri yere “çöp arabaları” ile taşınmışlardı!..
Eğer bu “iki manzara”yı karşılaştırırsak, rahatlıkla diyebiliriz ki; Türkiye, “demokrasi” ve “insanlık” konusunda epeyce mesafe katetmiş!..
Hiç olmazsa evlerinin kapıları “tekme” ve “dipçik”lerle açılmıyor, “çöp arabaları” ile taşınmıyorlar!
Baykal aksini söylese de;
Türkiye, “artık daha demokratik bir ülke”dir!..
Demokratik ülkelerde de,
Hiç kimsenin “suç işleme özgürlüğü” yoktur!..
Suç işleyen, sonucuna katlanır!..
Rıfkı Kaymaz için Fatiha
Gazetecilik öyle “kıskanç” bir meslektir ki; “ikinci bir iş, ikinci bir eş”e tahammülü yoktur... Sürekli “tetikte” ve sürekli “dikkatli” olacaksın... Aksi halde “gündem”den koparsın!.. “Gündemden kopmamak” için çabalarken de, ister istemez “etraf”tan koparsın!.. Ne bir arkadaşının “evlendiğinden” haberin olur, ne de bir dostunun “öldüğünden!”
“Balyoz”la ilgili gündemi takip edeyim derken, Ankara’dan gelen bir haberle, “balyoz yemiş gibi” sarsıldım... Bu hengâme içinde öğrendim ki; “Ankara’daki ilk dostlarımdan biri” olan Rıfkı Kaymaz kardeşim, geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etmiş!..
Duyduğum anda, kızdığı zaman bile “güleryüz”ünü hiç eksik etmeyen o güzel çehresi geldi gözlerimin önüne...
Gerçekten “iyi bir arkadaş, hakiki bir dost”tu...
Çok iyi de bir “şair” ve “yazar”dı!.. Hepsinden önemlisi “mü’min”di...
1974-1975 yıllarında “Muştu” dergisini çıkarmaya başladığında, bir süre birlikte çalışmıştık... “derginin mizanpajı”nı birkaç sayı ben yapmıştım... Hatta, “hatıralarını satılığa çıkaran adam”la ilgili bir “hikâye”mi de yayınlamıştı dergisinde...
Son görevi “Türkiye Yazarlar Birliği Genel Sekreterliği” olan Rıfkı Kaymaz kardeşime Cenab-ı Allah’tan af ve mağfiret diliyorum...
Bütün okurlarımdan, yeri zor doldurulacak bu mü’min kardeşime, bu “kandil gecesi”nde, bir “Fatiha” ihsan etmelerini istirham ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi