D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Çetele!

Çetele!

Bir zamandır bana çok tanıdık gelen kişilerle ilgili hukukî işlemler yapılıyor, bir çoğu tutuklanıyor. Bu tutuklamalar sırasında eş-dost, ahbap, arkadaş kabilinden kişiler latife yapıyorlar, “312’yi buldu mu?” diye! Ben de “çetele tutmuyorum” diye cevap veriyorum.
“312” hani meşhur TCK’daki 312 değil. Bu “Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke” yazısının davacılarının baliğ olduğu sayı. Okuyucularımın malumu olduğu üzere, bu davaya bendeniz de dahil edildim. Kanunun sarih hükmüne rağmen!
Dün “28 Şubat”tı. Çok yakın tarihimizdeki meş’um kara leke 28 Şubat’ın yıldönümü. Türkiye’nin 1950’lerden itibaren oluşturduğu, darbelere rağmen her defasında yeniden kurduğu dengelerin tarümar edilerek oligarşik güçlere iktidar ve yağma imkanı veren müdahale, Hitler’in bin yıllık 3. Rayh iddiası gibi zamanın genelkurmay başkanı tarafından bin yıl devam edecek bir süreç olarak tanımlanmıştı...
Bin yıl mı? On yıl mı?
28 Şubat gerçek anlamda 10 yıl bile sürmedi. 28 Şubatçıların siyaset üzerinde kurdukları hegemonya, 2002’de halk tarafından berhava edildi. 28 Şubatçıların hiç arzu etmediği bir parti tek başına iktidara geldi.
Bunun cevabı, 28 Şubat müdahalesini yetersiz bulan generallerin darbe planları, projeleri hazırlaması oldu. İstenmeyen iktidar darbeyle ortadan kaldırılmalıydı! İşte son iki yıldır bu darbecilerin, çetecilerin adalete intikal eden davaları sürüyor, yenileri de açılmaya devam ediliyor.
Dünyada elbette yoktur böyle şeyler, Türkiye’de olur! Türkiye tarihinde de bir ilk oldu. Bir günlük gazete yazısı üzerine, darbe planlarından birinin bir parçası olarak astronomik bir tazminat davası açıldı. 312 generalin davacı olarak göründüğü bu tazminat davası, ceza davasıyla da tahkim edilmeye çalışıldı. Tazminat davalarında yazıişleri müdürünün beyanı esas olduğu halde, o sırada bulunduğum vazifeden ötürü, ben de davaya dahil edildim.
Çetecilerin basında köşe tutmuş itleri üzerime salındı. Her biri bir gazete köşesinden çemkirmeye başladılar. 28 Şubatvari bir linç için herşey hazırdı. Genelkurmay’dan çalıştığım kuruma ard arda görevime son verilmesi için yazılar geliyordu. Onlar da, ortada bir ceza olmadığı için böyle bir şeyin sözkonusu olmayacağı cevabını vermek zorunda kalıyorlardı!
Muktedir generallerin başında zamanın kara kuvvetleri kumandanı ve peşinden de şimdilerde “hafızasını kaybettiği için” yargılanamayan jandarma genel kumandanı bulunuyordu.
Bu davaya zamanın genelkurmay başkanı Hilmi Özkök haricinde bütün generaller emir kumanda zinciri içinde dahil edilmişti. Halbuki TSK’nın kanundaki hükümlere göre iki askerin bir araya gelip dilekçe vermesi bile sözkonusu olamazdı!
Hem kamuoyuna mesaj vermek, hem de hukuku baskı altında tutmak için bu kadar rütbeli şahıs davaya dahil edilmişti.
Nitekim, davanın hakimi büyük bir hızla kararı verdi, ondan sonra da emekli oldu! O zaman hürriyet düşmanı gazetenin şerefsiz yönetmeni “Generallerin hukuk zaferi!” manşeti atmıştı! Dava Yargıtay’da inceleme yapılmadan karar verildiği için bozuldu.
Mahkeme gerekli incelemeler yaptırmak için üç defa bilirkişi tayin etti. Birincisinde lehime, ikincisinde askerî kurum ve vakıflarda çalışan kişiler tarafından hazırlanan rapor aleyhime iken son olarak üniversite hocalarından oluşan bilirkişi heyeti yine lehime rapor verdi.
Fakat dava bitmiyor! Çünkü 312’lik listede bulunan emekli generallerden bazıları tabiî olarak dünyamıza veda ediyorlar! Bu da varisleri ile yazışmayı gerektiriyor.
İşin bir tarafı böyle, diğer tarafı ise, davacılarımın vefat edenlerden daha da fazlası, mahkemeye düşüyor, bir haylisi tutuklu veya tutuksuz ağır cezalık suçlarla yargılanıyor!
Sağdan soldan, ergenekon davasını mevcut hükümetin muhalefeti baskı altında tutmak için icat ettiği iddiaları ortaya atılıyor. Bazıları Soros’a, ABD’ye kadar işi uzatıyor.
Dostlarım da diyorlar ki, “bu ergenekon davasının arkasında sen varsın! Senin yüzünden onca general yargılanıyor!”
“Meğer ne kadar güçlü imişim” diyorum!
Gerçekten güçlü müyüm?
Güçlü olmaktan, görünmekten, güç kullanmaktan hiç hazzetmediğimi dostlarım bilir. Her ahval ve şartta zalim olmayı değil, mazlum olmayı tercih ederim. Mazlumların görülmeyen bir gücü vardır. Onların ahı ayyuka çıktığında, yerini bulur.
Elbette çok dualar ettim!
Sadece ben mi, ailem, çocuklarım, hele de küçük kızım! Ödemem gereken meblağın şimdi aynı adlı gazete ve televizyonun yönetmeni olan ama o sıralar kartel televizyonunda sunuculuk yapan Miftah efendi ancak yüz küsür yıl yaşamam halinde tahsil edilebileceğini söylemişti de, tesadüfen dinleyen küçücük kızım “babam bu kadar yıl nasıl yaşar” diye gözyaşlarını tutamamıştı!
Duaların şahsımla, ailemle sınırlı olmadığını da biliyorum. Mazlumların, mazlumların safında bulunanların, kalb sahibi insanların can ü gönülden dualar ettiği herkesin malûmu...
Kısacası: Mazlumuz, güçlüyüz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi