Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Bu Ali beni hiç şaşırtmadı!

Bu Ali beni hiç şaşırtmadı!

Dinç Bilgin bombalamış: “28 Şubat sürecinde kendi gazeteme ve çalışanlarıma hâkim değildim...”

İnanırım...

İkinci bomba: “Medya 28 Şubat’ta karşı çıkabilirdi ama çok zordu bu. Başına 50 tane bela gelebilirdi. Tehditler vardı...”

İnanırım...

Üçüncü bomba: “Ben sürece şiddetle karşıydım ve karşı olduğumu da söylüyordum, bunun kavgasını yapıyordum, ama... Bir süre sonra gazete sahibi olarak, Sabah Grubu’nun bir numarası olarak benim de pek fazla gücüm olmamaya başladı. Gücümü kaybettim, sözüm geçmemeye başladı. Bir başka güç odağı geldi ve gazeteye hâkim oldu.”

İnanırım...

Dördüncü bomba: “ATV’ye bantlar geliyordu. Bizim Ali Kırca ekrana çıkıyor, birden ses tonunu değiştiriyordu. Ve saçma sapan yazılar ekrandan akmaya başlıyordu.”

İnanırım...

Beşinci bomba: “Ali Kırca kasetlerle oynardı...”

İnanırım...

İhtimal ki, Dinç Bilgin’in anlatmaktan imtina ettiği başka marifetleri de vardır Ali’nin. Anlatmasın da zaten...

Kasetlerle oynaması başlı başına

“cürüm” zaten...
Kasetlerle oynaya oynaya, sonunda kendisi “kasetlik” oldu: Sanatsal görüntüleri insafsız ve vicdansız birtakım adamlar aracılığıyla internet ortamında dolaştırıldı... Ali, mahkemeden karar çıkarttırdı, bunların dolaştırılmasını engelledi. Bu konuda yapılan yorumlara yine mahkeme aracılığıyla yayın yasağı getirtti...

Çok iyi yaptı...

Peki, 28 Şubat sürecinde masuniyetiyle, mahremiyetiyle, hususiyetiyle oynadığı ve “savaşılacak unsurlar” olarak hedef tahtasına yerleştirdiği insanlar?

Onlar kimden şekvacı olacak?

Hangi mahkemeden karar çıkarttıracak?

Bu konuda Ali’nin bir özür borcu yok mu?

Döne döne özür dilese, kurbanlar kesse, adaklar adasa, demokrasi suyuyla kırk kez yunsa yeridir...

Daha önce de yazmıştım:

Başına getirilenlerden dolayı kendisine destek çıktım. Sanatsal görüntülerini dolaştıran adamlara karşı “mahremiyetini” savundum.

Benzer bir hadiseyle karşılaşsa yine savunurum.

Fakat, ben bu Ali’yi sevmedim arkadaş...

Kendimi zorladığım halde sevemiyorum...

Hesapçı kitapçı, içten pazarlıklı biriymiş gibi geliyor bana...

Empatisini “sahte” buluyorum.
Belki çok iyi bir adamdır da, nedense yapıp ettiklerinden o “çok iyi adam kokusunu” alamıyorum.

Kendisi, memleketi adım adım darbeye götüren ünlü “deniz subayları bildirisi”nin müellifidir. Eski bir askerdir anlayacağınız... Cuntacı olduğu gerekçesiyle orduyla ilişiği kesilmiştir.

Bugün de benzeri bir eyleme kalkışsa şaşırmam...

Nitekim, 28 Şubat’ta üstlendiği rol bunun teyididir... “28 Şubat sürecinde düğmeye ben bastım” demiş, diyebilmiş bir adamdır...

Benim Ali’de sevmediğim ve sürekli “şekva konusu” yaptığım ikinci husus şu:

Ne zaman memleketi darbeler, darbeciler, cunta heveslileri istila etse, Ali Kırca’mız susuyor ve “Siyaset Meydanı” dükkânının kepenklerini kapatıyor...

Bu kadar bomba, bu kadar andıç, bu kadar eylem planı... Pıtrak gibi ortalığa saçılan Balyoz’lar, Kafes’ler, Sarıkız’lar, şunlar bunlar... Hiçbiri Ali’deki gazetecilik reflekslerini harekete geçirmiyor...

Ne zaman “siyaset kurumu”nu zora sokacak bir fırsat çıksa, kepenkler açılıyor, ekranda “bıyık altı sahte arkadaş Âzem tebessümüyle” sırıtan, ellerini göğsüne kavuşturmuş Ali Kırca görüntüsü beliriyor...

Neden sevemediğimi anlatabildim mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi