Cemal Nar

Cemal Nar

Çorum’da Yaşanan Güzellik ve Kriz

Çorum’da Yaşanan Güzellik ve Kriz

Bir dostum “senin için kestim gazeteden” diyerek bir kupür uzattı. Okudum ve birçok duyguları birden yaşadım.

Neydi bu duygularım mı?

Sevinç, saadet, tebrik, teşekkür, iftihar, ayıp, bağnazlık, aşırılık, hazımsızlık, cehalete öfke ve üzüntü…

Bana bütün bu duyguları iç içe yaşatan olay neydi?

Haber şöyle: “Çorum İl Müftüsü Ahmet Çelik ile Hitit Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Koca’yı vakıftaki “dede postu” makamına oturtan Çorum Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Şubesi Başkanı Durmuş Aslan ile yönetimde bulıunan altı kişi, 11 Mart’ta genel merkez tarafından görevden alındı.

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, “Müftü de olsa ‘dede’ olmayan hiç kimse dede postu denilen makama oturamaz” dedi.

Çorum’a gelen Geçmez, “Cem törenimize herkes katılabilir ancak, o makama oturamazlar. Biz camide imamın yerine oturmuyorsak, onlar da cem töreninde ‘dede postu’na oturamaz” diye konuştu.”(Milliyet, 27 mart 2010 olabilir. Çünkü kupür tam değil.)

Şimdi bu olayı yorumlayalım isterseniz. Sünnî alevî kardeşliği, alevî açılımı, ülkenin birlik ve beraberliğinin yoğun konuşulduğu böyle bir zamanda Sünnîlerden iki seçkin insan kalkmış Alevilerin vakfına gitmişler. Ben bu iki insanı da yakından tanırım. Her ikisi de makamlarının şehadetiyle zaten malum olduğu üzere bilgili, görgülü, tecrübeli, vakur ve ağır başlı, bir o kadar da insana değer veren, geniş görüşlü, aydın düşünceli ve hoş görülü insanlardır. Yaptıklarını inanarak yapan samimim kişilerdir.

Bu iki güzel insan beyefendilik yapmışlar, kendilerine görev bilmişler ve kalkmış şehirlerinde yaşayan alevi cemaatinin bir vakfını ziyarete gitmişler.

Amaçları ne olabilir?

Sevgiden, birlik ve dirlikten, iyilik düşünmeden başka ne olabilir ki? Yıllardır birbirlerini tam anlayamayan iki mezhebin insanlarını birbirlerini tanımaya, sevmeye, gerekirse ilim alış verişinde bulunmaya gitmişlerdir Allah-u a’lem. Aşağılık duygusuna düşmeye ne gerek var. Gidenlerin birisi Prof. Dr. Diğeri İl Müftüsü. Onlara vaaz etmeye gittiklerini de sanmam. Ama soru olursa bildiklerini açık seçik söylerler elbet. Ve de söylenenleri de dinlerler. Tatlı bir sohbet ummuşlardır sanırım giderken.

Bu yüzden sevindim, tebrik ettim onları. İftihar ettim. Buradan teşekkürlerimi de sunarım onlara.

Aynen onlar gibi, o misafirlerini gayet güzel karşılayan, hatta bir cemile olarak vakıftaki “dede postu” makamına oturtan Çorum Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Şubesi Başkanı Durmuş Aslan ile yönetimde bulunan altı kişiyi de tebrik ederim. Aferin onlara da. Onlara da bu yakışır zaten. Üstelik aleviler öteden beri misafirperver insanlardır. Ben de onların bu güzel huyuna çok rastladım, ikramlarını gördüm. Gerek dinimiz, gerekse örfümüzün emri de bu değil mi zaten?

İşte bu yüzden sevinç, saadet, tebrik, teşekkür, iftihar gibi güzel duygular yaşadım. Fakat haberin devamını okuyunca, yüreğimin bu muhabbet ateşine bir tas su dökülmüş gibi, içim cızz etti.

Bu nasıl olurdu Allah aşkına?

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, bu örnek davranışı sergileyen insanları görevlerinden alarak, “Müftü de olsa ‘dede’ olmayan hiç kimse dede postu denilen makama oturamaz” demiş.

Neden oturamasınlar?

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) birçok defa cübbesini bile misafirinin altına sermiştir minder olmadığı yerde. Ben öyle inanıyorum ki, orada bir dede olsaydı, aynı güzel ikramı bizzat kendisi yapardı. Ama neylersin ki gırtlaklarına kadar ideoloji ve politikaya batanlar, olaya inancın sımsıcak yüreğiyle, örf ve adetlerimizin güzellik ve erdemleriyle bakamıyorlar.

Üstelik alel acele ta Çorum’a kadar gelen Geçmez, “Cem törenimize herkes katılabilir ancak, o makama oturamazlar. Biz camide imamın yerine oturmuyorsak, onlar da cem töreninde ‘dede postu’na oturamaz” diye konuşmuş.”

Bu da doğru değil. Siz camiye gidin, namaza imanınız ve kıldıracak kadar bilginiz varsa size de imamlık ikramında bulunurlar ve mihraba geçirirler. Mesela ben camilere gittiğimde, imam tanıyorsa cübbe ve sarığı önüme koyar ve “lütfen hocam, namazı siz kıldırınız” der. Ben de teşekkür ederim, “sağolun” der onları makamlarına bırakırım. Bu başkaları için de çok yaşanan bir olaydır.

Hele şu üsluba bir bakar mısınız? Bir iddia, bir rekabet, bir dava, bir yaban sayma kokusu geliyor maalesef. Bunda ifade ve üslupta aleviliğin en büyük esası olan insana saygı var mı? İnsan sevgisi var mı? Yetmiş iki millete bir gözle bakma var mı? Gönül yapma var mı? Bu ilkeler laf mı yoksa?

Daha açık soralım; bu ilkeler mi yanlış, bunlara ters düşen Geçmez’in yaptığı mı?

Eğer bir barış, bir kardeşlik olacaksa, herkese sorumluluk düşer. İnşallah bu da olacaktır. İki güzel insanın yaptığı ziyaret de, onları güzelce karşılayarak ikrama boğanların yaptığı da budur. Bir kere daha tebrik ederiz onları.

Hiç şüphe yok ki bu güzel insanlar iyilik yollarında yürüyerek örnek olmaya devam edeceklerdir. Kimileri de bağnazlık, aşırılık, hazımsızlık, cehalet, öfke ve ayıp yollarında kendilerine ve çevrelerine üzüntü vererek yürümeye devam edeceklerdir.

Peki ama kim kazanacaktır?

Bu sorunun cevabı daha baştan belli değil midir?

Bu yolların ilki rahmete, ikincisi azaba çıkar.

Çünkü Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) “Birlik ve cemaat rahmet, ayrılık azaptır” demiştir. O Alevilerin de, Sünnilerin de, hatta kıyamete kadar bütün insanların da peygamberidir.

Şu kutlu doğum günlerinde sünnîler ve alevîler adına O’na bir kere daha salat ve selam olsun.


www.cemalnar.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi