Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Ankara-Atina-İzmir üçgeninde tarihe tanıklık

Ankara-Atina-İzmir üçgeninde tarihe tanıklık

Bazıları “hazımsızlık” yaşasa da, “Vakit’in misyonu”nu küçümseyici bir “kıskançlık krizi”ne girse de, biz “tarihe tanıklık” etmeye, “tarihi günler”in içinde bulunmaya, “tarihî gelişme”leri gözlemlemeye devam ediyoruz... Hani, “kedi”ler, ulaşamadıkları ciğere “mundar” derlermiş ya; gayet iyi biliyoruz ki, “Vakit’in misyonu”ndan ve bulunduğu “konum”dan rahatsızlık duyanlar, kıskananlar, çekemeyenler, krize girenler, hazmedemeyenler var ve onlar her fırsatta “Vakit’i aşağılamaya” çalışıyorlar... Kimi eleştiriyor, kimi çamur atıyor, kimi de açıkça saldırıyor... Ama, dedik ya; biz bu “çemkiren”leri, “salya-sümük saldıranları” ciddiye almıyor, yolumuza devam ediyoruz... Evet, onlar “görev”lerini yapıyorlar, biz ise işimize bakıyoruz... İşimiz ne?.. “Halkın gören gözü, işiten kulağı, haykıran sesi” olmak gibi bir misyon üstlendiğimiz, yani “halkın kendisi” olduğumuz için, “gerçek”leri halkla paylaşmak, olan-biteni halka duyurmak!.. İşimiz bu...
“Siyasî olaylar”da da bunu yapıyoruz, “askerî olaylar”da da...
“Hukuksal bir olay” olduğunda da, “ahlâkî bir olay” cereyan ettiğinde de; eğer “haber değeri” varsa, bunu “bu ülkenin insanına” yansıtıyoruz...
Öyle ya;
Halkımız her şeyi bilsin!..
İnsanlar aldatılmasın!..
Gerçeği, yalnız “gerçeği” öğrensin!..
“VAKİT OLMASA, BEN DE RÜZGÂRA KAPILACAĞIM!”
Bakın, sözün burasında, bir “şirket”in “yönetim kurulu üyesi” olan bir vatandaşın “e-mail”inden söz etmek istiyoruz... “Bir kişi” deyip, geçmemek lâzım... Çünkü o bir kişi, “insanların ruh yapısı”nı, “psikoloji”sini ve “toplumun algılaması”nı yansıtıyor.
Vatandaşımız, mektubuna, “Hacı-hoca takımından torun-torba sahibi biriyim” diye başlayıp, filanca gazeteye “abone” olduğunu, şirketine filanca gazetenin geldiğini, “Vakit’i de satın aldığını” ifade ettikten sonra demiş ki;
“Size yemin ediyorum... Eğer Vakit’i okumasam; ‘Olmuş bir şey kardeşim, daha ne deşeliyorsunuz?.. Baykal önemli adam; -Allah korusun, neredeyse- şu iğrenç işi kapatın gitsin’ diyeceğim!..
Evet, bizim cenah, tabiî ben de fazla sert buluyorum Vakit’i... Ama kardeşim, inkâr edilemez bir gerçek ki; yazdığınız her şey hakikat, söylediğiniz her şey doğru... Diğer medya organları, neredeyse zanilere sahip çıkıp, onların çirkin işini göz ardı ederken; siz, köşeli de olsa, acıtıcı da olsa, gerçekleri söylüyorsunuz... Bunu, birilerinin söylemesi lâzım... Lütfen devam edin... Teşekkürler.”
Mektuptaki ifadeler, çok iyi tahlil edildiğinde görülecektir ki, insanımız; ister istemez “propaganda bombardımanı”nın etkisinde kalıyor...
Hiç kimsenin, “estirilen bir rüzgâr”dan etkilenmemesi elbette beklenemez...
“Deniz Baykal-Nesrin Baytok ikilisinin zina kasedi” ile ilgili olarak öyle bir “medya bombardımanı”, öyle bir “propaganda” yapıldı ki; insanlar “olayın özü”nü bırakıp; “kasede çekenler ve yayanlar”la ilgilenmeye, bunun bir “komplo” olup olmadığını sorgulamaya, “görüntüler”in, “ileri teknoloji ürünü” olup-olmadığını tartışmaya başladı...
TECESSÜS YASAK, ZİNA SERBEST Mİ?
Tabiî, bu tartışmalara, okuyucumuzun ifadesiyle “hacı-hoca takımı” da katılıp; “İslâm’ın tecessüsü yasakladığını” söylemeye başladı!..
Çok doğru, İslâm “tecessüs”ü yasaklamıştır...
Ama, bu “hacı-hoca”lara sormak lâzım;
“İslâm, zinayı da yasaklamış değil midir?.. İslâm, zinayı haram kılmış ve büyük günahlardan saymış değil midir?”
“Tecessüs”e odaklananlar, “evli bir adam”la, “evli bir kadın”ın yaptığı “zina”yı niye görmezden geliyor?.. “Zina” mı daha büyük bir günahtır, yoksa “tecessüs” mü?..
Ortada “yalanlanmayan” bir “zina” varken, kalkıp da, “etik”ten, “komplo”dan, “ileri teknoloji kaydı”ndan söz etmenin ne mânâsı var?.. Tamam; “görüntülerin kasede çekilmesi”ni, “o kasedin servis edilmesi”ni, “internet sitesinde yayınlanması”nı konuşalım, tartışalım... Ama ilk önce, “yatak odasındaki işin doğru olup-olmadığını” konuşmalı değil miyiz?.. Çünkü, “olayın özü”nü değil, “kabuk”larını tartışmaya başlarsak, o zaman “zinayı meşrulaştırma” gibi yanlış bir yola saparız ki, o zaman ortada ne “din” kalır, ne “ahlâk” kavramı ve ne de “nesil emniyeti!”
Öyle diyor ya okuyucumuz;
“Eğer Vakit okumasaydım; Allah korusun, ben de farklı düşünmeye başlayacaktım!”
Demek oluyor ki;
“İyi ki Vakit var!”
Vakit, iyi ki “olayın özü”ne dikkat çekiyor.
Ya Vakit olmasaydı;
“Medya bombardımanı” ile insanımızın kafası “esir” alınacak, insanımız Allah korusun zinayı “meşru” olarak görmeye başlayacaktı!..
Açık ve net söylüyoruz;
Kim ne derse desin, kim ne düşünürse düşünsün, Vakit, bir defa daha “kendi misyonuna uygun” bir tavır sergilemiş ve insanların dikkatini “zina”ya çekmiştir!..
Çünkü, diğer meseleler “sonraki işler”dir!..
YUNANİSTAN’LA İMZALANAN 22 ANLAŞMA!
Hasbihalimizin başında, “tarihe tanıklık etmek”ten söz ettik... Malûm, geçen hafta Cuma ve Cumartesi günlerinde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Atina’ya gerçekleştirdiği “tarihi ziyaret”te hazır bulunduk ve “tarihî sözler”in sarfedildiği, “tarihî anlaşmalar”ın imzalandığı toplantıları izledik...
Türkiye’nin izlediği “komşularla sıfır problem” stratejisinin ne “kazanım”lar getirdiğini, düne kadar Türkiye’yi “düşman” olarak gören Yunanistan’ın “hâlâ devam eden korkuları”na rağmen “Türkiye’nin attığı cesur adımlar”dan duydukları memnuniyeti, “Türk-Yunan işbirliğinin getireceği artıları” yerinde gördük, “birinci ağızlar”dan dinledik...
İnşallah, bu “tarihî ziyaret”in ayrıntılarını ilerde yazarız... Ama, şu kadarını söyleyelim: Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan “22 anlaşma”, öyle “sıradan” görülebilecek, geçiştirilebilecek bir olay değil... Çünkü bu 22 anlaşma, “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu”ndan bu yana Yunanistan ile yapılan anlaşmaların, “neredeyse tamamı” kadar!.. Yani, 80-90 yılda imzalanan anlaşmalar, “bir defada” imzalandı...
Peki, bunlar uygulamaya girer mi?..
Sayın Tayyip Erdoğan ve Yunan Başbakanı Yorgo Papandreu’da, bu “kararlılık” ve “irade”yi gördük.
Şunu da gördük;
“Çözülemeyecek sorun yok!”
Her iki taraf da, Ege Denizi’ni, “barış içinde bir deniz”e çevirmenin gayreti içinde... Hedef, denizin üzerinde “savaş uçakları”nın uçmaması!..
En azından “bombasız” uçması!.. Ki, Türkiye, bunu başardı... Uçaklarımız, artık “bombasız” uçuyor.
Erdoğan ve Papandreu’nun düzenlediği “ortak basın toplantısı”, tam anlamıyla bir “beyin fırtınası” halinde geçti... Her iki tarafın başbakanı da, “dünden-bugüne bir tarih yolculuğu” yaptılar... Sorunlara “neşter” vurup, “çözüm” aradılar!..
Hem de kırmadan, dökmeden...
Papandreu ile Cumartesi sabahı “kahvaltı”da buluştuk... “Erdoğan’ın gezisi”ne katılan “7 gazeteci” olarak, kendisine sorular sorduk, cevaplar aldık...
Sorularımızdan birisi şuydu:
“Türk-Yunan ilişkilerindeki gelişmeleri Yunan kamuoyu nasıl karşılıyor?”
Papandreu, “gayet samimi” olarak dedi ki;
“Vatandaşlarının korkularıyla oynamak, aslında biz siyasetçiler için çok kolay ve faydalıdır... Ama biz, insanlara korku pompalamak yerine, sorunlarımızı çözmeye çalışıyoruz... İnanıyoruz ki, sorunların çözülmesi iki ülke halkının da yararınadır!.. Yine inanıyoruz ki, iki ülke halkı da, bunu istiyor, yakınlaşmayı destekliyor.”
Dediğimiz gibi, “ayrıntı”ları inşallah ileride aktarırız... Ancak, şu kadarını söyleyelim; bu ziyaret, “tarihî önemde bir ziyaret”tir ve Vakit olarak biz de, bu tarihî ziyarete “tanıklık” etmenin kıvancını yaşıyoruz.
Hem de, “tahammülsüzler”e rağmen...
ERDOĞAN; BAYKAL’A KIZGIN, ÇÜNKÜ!
Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan’la sohbet etme imkânını, ancak “dönüş yolunda” bulabildik... Atina-İzmir arası, “sadece 35 dakika” olduğu için, ancak “ziyaret izlenimleri”ni ve elbette “Baykal olayı”nı sorabildik... Gerçi Sayın Başbakan “referandum”dan, “YSK’nın kararı”ndan filan da söz etti ama, Türkiye’nin öne çıkan gündeminde “Deniz Baykal-Nesrin Baytok ikilisinin yatak odası kasedi” olduğu için, sorularımızın ağırlık noktasını da bu olay oluşturdu.
Bir defa daha gördük ki;
Sayın Başbakan, bu konuda çok hassas... Ki, bu hassasiyetini, “kaset olayı” duyulur duyulmaz gösterdi... Kasetin “yaygınlaşmaması” için, “olağanüstü çaba” gösterdi...
Bunu, herkes biliyor...
Ama, Sayın Başbakan; bunca çabasının “takdir” edilmek yerine “suçlama”ya dönüşmesinden dolayı isyan ediyor... Baykal’a kızgın ve öfkeli!..
Tabii, “olayın çarpıtılmasına” da isyan ediyor... Nitekim, “Adama sorarlar” diyor; “Sen o odaya girdin mi, girmedin mi?”
Öyle ya, olayın “bam teli” burası!..
“ELİNE, BELİNE, DİLİNE HAKİM OLACAKSIN”
Sayın Başbakan, “olayın özü”nden başlayıp, sorularımıza şu cevapları veriyor:
¥ Önce ben ‘Aldatan mağdur değildir’ derken bunu hem erkek, hem kadın için söylüyorum. Ben gerekli talimatları verdim. Kurumlara, ‘İncelensin’ dedim. Savcı ne yapar bilemem. Kamuya yansıyanları suç kabul edip, soruşturma başlatabilir. Ankara Başsavcısı başlattı. Bundan sonra benim yapabileceğim bir şey yok. Beyefendi bizim üzerimizden siyaset yapmasın. Genel Kurul için bizim üzerimizden siyaset yapmasın. Önce adama sorarlar ‘Bu odaya girdin mi, girmedin mi? Buluştun mu, buluşmadın mı?’ Bu ne kadar ahlaki değilse, daha sonra yaptığın da ahlaki değil. Pisliğin içinde debeleniyor. Debelendikçe batıyor.”
¥ “Buna, bazı medya organları da destek veriyor. Baykal’ın istifası CHP’ye oy kazandırmış. Bunu kınıyorum. Yahu bu toplum ahlaki değerlerinden bu kadar yoksun mu? Midesi bu kadar geniş mi? O zaman oyunu artırmak isteyen her parti, bu ahlaksızlık zinciri içinde yer alsın. Yarım saat, bir saat sonra da istifa etsin... Türk toplumunun midesi bu kadar geniş mi?.. Kendi ahlak değerleriyle oynayanlara bu millet prim vermez.”
¥ “İsmini anmak istemiyorum, o istifa edene parti yönetimi kadroları hâlâ sahip çıkıyorsa, ah vah deyip sahip çıkıyorsa, benim derdim onlarla. Kınıyorum. Ahlak değerlerini yok farz edemeyiz. Partimin içinde de böyle bir şey olsa, derhal ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk ederim. Tahammülü mümkün değil. Bizim kitabımızda bir kelime var: Edep... Eline, diline, beline sahip olmayanla yola çıkılmaz.”
“BU ÖZEL HAYAT DEĞİL”
¥ “Özel hayata tecessüs elbette tasvip edilemez... Ama bu özel hayat değil. Genel Başkan’ın kendi yatak odası olsa ilk savaş açan ben olurum. Ama ev kendi evi değil. Daha detaylara beni sokmayın. Beyefendi çok cesur davrandı ama milletvekilliğinden istifa etmedi.”
Evet, Sayın Başbakan’ın da ifade ettiği gibi; Baykal, milletvekilliğinden “istifa” etmek yerine, bu rezaletten “istifade” etmeye çalışıyor... Bu da, “ayıp üstü ayıp” olsa gerek...
Öyle inanıyoruz ki;
Bu konu, hiç kapanmaz...
Dilden dile, nesilden nesile konuşulur ve Baykal, bu “pis iş”ten asla kurtulamaz!..
Eğer, “kasedin yaygınlaşmaması” için Tayyip Erdoğan’ın sarfettiği çabaları “takdir” etse ve bundan dolayı “teşekkür” edip, milletten de “özür” dileseydi, bu iğrenç konu bu kadar dallanıp, budaklanmazdı... Ama şimdi, bu konu kapanmaz!..
İnsanlar, olayın “dinsel-cinsel” boyutunu konuşmaya devam ederler!..
CHP de, konuştukça batar!..
“Ankara-Atina-İzmir” üçgeninde gördüklerimiz, duyduklarımızla ilgili aktaracaklarımız, şimdilik bu kadar.
Selâm, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi