Cemal Nar

Cemal Nar

Değişimler Hep Sancılıdırlar

Değişimler Hep Sancılıdırlar

“Çankaya'da Dışişleri Konutu, eski deyişle Hariciye Köşkü. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu dolayısıyla yorucu ve gergin bir gün geçirmiş olan Ak Parti'nin cumhurbaşkanı adayı, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül çalışma odasında bilgisayarının başında internette dolaşırken dinlenmeye çalışıyor.

Eşi Hayrünnisa Hanım ise televizyonda “Hatırla Sevgili” dizisini izliyor. Menderes'in, Polatkan ile Zorlu'nun darağacında biten acıklı sonlarını düşündükçe gözyaşlarını tutamıyor.
Bir ara Abdullah Bey'in yanına gidiyor, ekrana gözü ilişince:

“Aman Allahım!” oluyor ilk tepkisi. “Televizyonda seyrettiklerimizi aynı mekanlarda bir daha mı yaşayacağız? Tarih tekerrür mü edecek?..”
27 Nisan Muhtırası verilmişti. Geceyarısı haber kanallarında Genelkurmay'ın “e-bildirisi” okunuyordu. Genelkurmay Başkanlığı'nın sitesinde yayınlanan bildiriyle asker, Gül'ün Çankaya yolunu kesmek için siyasal tarihimize yeni bir müdahalenin antidemokratik bir sayfasını daha ekliyordu.

Abdullah Gül bir koşu üst kata çıkar, giyinir, kısa bir süre sonra yine aynı hızla aşağı iner. Hayrünnisa Hanım, belki de kocasını ilk kez her şeye bu kadar hazırlıklı bir halde görüyordu. Gül de eşine her şeye, ama her şeye, ölüme de, alıp götürmelere de, tutuklanmaya da hazırlıklı olması gerektiğini söyledikten sonra ekler: ““Hazırlıklı ol, ama aynı zamanda metin ol!”

Bu arada Gül çok yakın bir arkadaşına telefon eder: “Bana bir şey olursa, ailem sana emanet...”
27 Nisan Muhtırası'nı izleyen o sıcak saatlerde, belki daha doğru deyişle dakikalarda Gül ile partili arkadaşları arasında yaşanan hızlı bir telefon trafiği sonunda, Gül'ün iç dünyası şöyle tarif edilebilirdi:
“Ne 12 Mart'taki Demirel gibi şapkayı alıp gidecektik, ne de 28 Şubat'taki Erbakan gibi elimiz titreyecekti. Direnecektik, direnebildiğimiz kadar... Hiçbir şey olmamış gibi bırakıp gitmeyecektik.”(*)

Bu yazıları okuduğum zaman geriye yaslanıp düşündüm. Kendi kaygılarımı kattım işin içine sessizce. Ürperdim ve dua ettim. Sonra tarihin derinliklerine bir seyahate çıktım düşünce gemisiyle…

Hiçbir değişim ve dönüşüm, ucu ne kadar parlak, aydınlık, menfaatli de olsa sancısız olmuyor. İnsanlar yaşadıkları zorluklara, zulümlere, haksızlıklara, sıkıntılara alıştıklarından, var olan düzenin değişimine pek sıcak bakmıyorlar. Gelecekteki belirsizlik korkutuyor onları, ürkütüyor. “Azıcık aşım, ağrımaz başım” kolaycılığına razı oluyorlar.
Bunlar sıradan insanlar. Bir de o düzenden çıkar sağlayanlar var. Düzeni öyle ayarlamışlardır ki, ne yapılırsa yapılsın, onların menfaatlerine yarar. İşte onlara göre ne kadar da yanlış ve zalim olsa da bu düzenin muhafaza edilmesi, ne yapıp edip devam ettirilmesi gerekir. Çünkü düzenin “muhafaza” edilerek devam ettirilmesi, onların menfaatlerinin devam ettirilmesi demektir. Onlar bunun için “muhafazakâr”dırlar. Yoksa düzenin doğrudan kendisi çok da önemli değildir. Aslında onların menfaatlerini gerçekleştirse, gelecek düzende bile yer alabilirler. Yeni düzen için mücadele edenlerin de en dikkat edecekleri noktalardan birisidir bu.

Kurulu düzenlere baş kaldıranlar, genellikle hakları elinden alınmış, ezilmiş ve çiğnenmiş insanlardır. Durup dururken böyle tehlikeli bir işe kimse girmek istemez elbette. Demek ki “yeter be!” diyerek zulme isyan noktasına varılmıştır. Özellikle de ezilenlerin gençleri. Çünkü yaşlılar, çektikleri eziyet ve işkencelerden ötürü korkutulmuş, sindirilmiş ve ideallerin yitirmiş olabilirler. İşte “azıcık aşım, ağrımaz başım” dedirten rezil rahatlık onlar için yeterlidir.

Ama gençler idealleri için her çabaya vardırlar, ölümü bile göze alırlar, çünkü kaybedecekleri kadar kaybetmişlerdir zaten. Daha fazlası yoktur onlar için. Ama gelecek ise büyülüdür, parlaktır, aydınlıktır.
Davasına yürekten inananlar ve mücadeleye öyle girenler genellikle sayıca azdırlar. Ama imanları vardır, idealleri vardır. Kendi düzenlerini sadece çıkarları için savunanların böyle bir iman haline gelmiş davaları yoktur. Uğrunda ölecekleri bir davaları yoktur yani. Ancak uğrunda ölüme gönderecekleri paralı askerleri vardır. O paralı askerlerin kendilerine ne kadar sadık olacaklarından da hep kuşkuları vardır. O yüzden entrikalar içindedirler. Oysa bu entrikalar da kendi sonlarını hazırlayan gerekçelere dönüşecektir, farkında değiller.

Bu iki gurup savaş meydanına çıktıklarında netice ne olur?

Hiç kimsenin şüphesi olmasın, iman davası ve ideal sahibi nice az topluluk, bunları yitirmiş ve sürü haline gelmiş nice çok topluluğu yenmiştir. Hakikat ile taklitler, gerçekler ile sahteler, aydınlık ile karanlıklar çarpıştığında, zafer daima hakikatin olacaktır.

Tarihe bir bakınız isterseniz, “nice az topluluklar, nice çok topluluklara, Allah’ın izniyle galip gelmişlerdir.” Bu yüzden “Bedir Savaşı” bizim için çok önemli bir örnektir.

www.cemalnar.com

www.ilimistan.com

(*)https://www.habervaktim.com/haber/121130/gul_e_muhtirayi_ogrenince_ne_dedi.html

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi