Cemal Nar

Cemal Nar

“Ya Hayır Söyle Ya Sus”

“Ya Hayır Söyle Ya Sus”

Ben böyle düşünüyorum; keşke Fethullah Gülen Hocaefendi bir siyasi gibi her olayda demeç vermese, dünya işlerini bu kadar çok konuşmasa, eskisi gibi siyasi ricalden uzak dursa. Değilse bu tür demeçler, sempati kazandırdığı kadar, kırıklık ve burukluğa da sebep oluyorlar.
Baştan söyleyeyim, hatta alacağım bir sürü tenkit ve hakareti bilmeme rağmen söyleyeyim, ben Fethullah Gülen Hocaefendi’yi severim ve samimiyetine inanırım. O da bir insandır, elbette masum değildir, birçok hataları, kusurları olabilir ve vardır. Ama inandığı bir de davası vardır ve bence o İslam’dır. Okuyan, yazan ve konuşan, bu kadarla kalmayarak elini taşın altına koyan, birçok kurumlar kuran ve davası için elinden geleni yapmaya çalışan birisidir. Hem ilim, hem de hareket adamıdır. Bu kadar iş yapan birisinin elbette bazı kusurları, yanlışları olacaktır.

Bence o, bizim anlayamayacağımız, hatta bazen “bu kadarı da fazla ama” diyeceğimiz kadar tedbir ehlidir de. Benim inandığım, onun, insanımızı ve toplumumuzu asr-ı saadet’e dönüştürme davasında olduğudur. Buna yürürken de insanın ve toplumun bağırıp çağırmadan, dikkat çekmeden, fitne uyandırmadan, düşmanı ürkütmeden, kendi içinde tabiî bir şekilde olgunlaşarak bu dönüşümün hayata geçirilmesidir. Buna “sırran tenevveret” diyorlar.

Demokrasi ile yolu burada buluşur. O bilir ki, “bir insan, ya da toplum, kendini, iyi ya da kötü değiştirmedikçe, Allah Teâlâ da onları değiştirmez.” Öyleyse değişim için davasına inanan ve yolunda fedakârlık yapan samimi insanlara ihtiyaç vardır. Bu olmadıktan sonra, yüksek sesle bağırmanın, çağırmanın, slogan atmanın bir yararı yoktur.

Eğer bir ülkede gerçekten demokrasi varsa, halkının iradesine saygı duyacaktır ve onun talepleri doğrultusunda değişim ve dönüşüme izin verip yol açacaktır. Fakat Türkiye örneğinde olduğu gibi yarım yamalak bir demokrasiyi bile zor kaldıran, ideolojik zemine zorla oturtulmuş ülkelerde bu izin verip yol açma işlemi hayal bile edilemez. Hatta bu tür oluşumlar o tür ülkelerde sistemin sahiplerince “yılan” sayılıp “başı küçükken ezilmeli” denilerek, daha baştan biçilir, bir hareket olarak çıkmasına izin bile verilmez. Nitekim “Güleni ve AKP’yi bitirme planları” bir yerlerde hep yapılagelmiştir.
Onların hesaplamadığı bir durum var, İslam, Allah Teâlâ’nın dinidir. Kimse Allah Teâlâ’yı mağlup edemez. O, dinini devam ettirmek için sevdiği ve sevildiği yiğit mücahitleri yaratır her zaman. İslam ile mücadele edenler, karşılarında M. Es’ad Erbilî gibi, Bediuzzaman Said Nursî (rh.a) gibi dinleri için serden geçmiş insanları bulurlar. Onların idamlarda veya zindanlarda yok edilmesine rağmen, yine de yolunu devam ettiren Mahmut Sâmi Ramazanoğu, Necip Fazıl ve Fethullah Gülen Hocaefendi gibi yüzlerce, binlerce insanları bulurlar. Bu yüzden er ya da geç mağlup olurlar.

Bence Fethullah Gülen Hocaefendi düşmanın gücünü ve kendi toplumunun dönüşümü gerçekleştirme keyfiyet ve kalitesinden henüz uzak olduğunu biliyor. “Talut” gibi ordusunu denemeye gerek yok. Bu toplum, henüz liderine itaat ederek susuz olduğu halde emir gereği “nehirden su içmeyecek” bir kıvamda değildir. Bu toplumun bu haliyle sefere çıkılmaz. Öyleyse, o topluma ulaşıncaya kadar değişimden, dönüşümden bahsetmeye gerek de yoktur. Malum, “ısıracak it, dişini göstermez”miş. Düşmanını korkutmak, zarar getireceği için akıllı insanların kaçınacağı bir iştir. Yapmayacağımız şeyi niye konuşarak kendimizi tehlikeye atalım ki? Tedricilik diye bir kural vardır akıllı ve sabırlı insanlar için.

Buraya kadar tamam. Ancak bu usül, tevhid mücadelesinde gördüğümüz “aleniyet ve açıklık” ilkesine ters düşmemelidir. “Açık seçik yapılması gereken tebliğde müdahane, yağcılık, dalkavukluk olamayacağı” ilkesine de ters düşmemelidir. “Zalimlere sevgi ve destek vermeme, Allah için sevme ve Allah için buğzetme” ilkesine de. Düşman kuvvetli diye, kardeşlerini terk etmeme ilkesine de…

Bu ilkelere riayet etmemek, yer yer sevmediğin insanlara bile hak vererek iltifat etme zaruretine düşüş gibi riskler taşıyor. Bu yüzden bizim anlamadığımız Demirel, Ecevit ve benzeri insanlara saygı ve iltifat etmeleri de içinde barındırmak durumunda bırakıyor insanı. Bu da genel kitle içinde samimiyetin sorgulanması nahoşluğunu besliyor haliyle. Ve bu ve benzeri sebepler yüzünden, sevmemize rağmen, o hareketin içinde doğrudan olmama, dolaylı destek verme durumuna düşürüyor bizleri.
Mesela 28 Şubat günlerinde Fethullah Gülen Hocaefendi’nin iki mazlum için, yani “İmam Hatip Liselerinde fazlalık varsa kapatılabilir” ve “Erbakan ile kalbimde bir münaferet var” gibi sözleri, onu seven birçok insanı bağrından hançerledi. “Başörtüsü teferruattır” sözü de kimilerince “sırtından bıçaklanma” olarak değerlendirildi. Hala bu yaralara merhem olacak “sadra şifa” bir söz işitilmedi ondan. Ama biz, birçok dostlarımızı gücendirme pahasına, “olağanüstü o günlerin getirdiği bir zaruret halinde istenmeden söylenmiştir” diyerek bu yarayı sükût ile kapatmaya çalıştık.

Çok yakında Baykal’a “zina kaseti skandalı” sebebiyle mesaj vermesini de anlamadık. Ve şimdi İHH ve Gazze’ye yardım için yollara düşülmesi hakkında

Bir Amerikan gazetesine verdiği demeci de hoş karşılamadık. Hele de İHH başkanının çok haklı ve beyefendice söylediği sözler kalbimizi kanattı: “Doğrusu üzüldüm. Baş sağlığı dilemesini beklerdim.”
Söylediklerini “araştırmak” adına birkaç gazeteden okudum. Sağa sola çekilebilir, plastik gibi sözler. Sıkışılınca “ben öyle demek istemedim” türü savunmaları da haklı çıkarabilecek sözler. Varsın bunu bir politikacı yapsın, anlayabiliriz, ama bunu bir Hoca niye yapar? Anlaşılır gibi değil doğrusu.

Baykal’a bir skandalından dolayı üzüntülerini bildiren Fethullah Gülen Hocaefendi’nin İHH’yı arayarak veya aramayarak hem ölen ve yaralananlardan dolayı, hem de kardeşlere gidecek olan yardımın engellenmesinden dolayı üzüntülerini bildirmemesini nasıl karşılayacağız?
Ben bunu anlayamıyorum. Dinim ve davam adına içim parçalanıyor.

Dünya Müslümanlarını ayağa kaldıran bir konuda bir mesaj yayınlanmayacaksa, hiç mesaj yayınlanmasın daha iyi değil mi?

Fethullah Gülen Hocaefendi ABD de esir mi?

Değilse, “güçlü düşmanlarımı kazanacağım diye zayıf dostlarını kaybetmek,” iyi bir siyaset değildir. Her halde “kazanmak istediğim kişiler önemli, kazandıklarım o kadar da önemli değil” demeyecektir. Çünkü bu dinin en temel ilkesi, az önce de ifade edildiği gibi, “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.”

Bu ülke maalesef fanatiklerle doludur. Kimileri bir delile dayanmadan kimilerini haksız yere itham etmekte, kimileri de kendi liderlerini bir delile dayanan haklı tenkide kin ve nefretle karşılık vermektedir. Allah bize insaf ve adalet duygularını ihsan eylesin. Kim bilir bu yazımız ne fırtınalar koparacaktır. Olsun, biz “din nasihattır” diyerek iyi niyetle hayır bildiğimizi ifade edelim yeter. Belki bir faydalanan bulunur.
Hâsıl-ı kelam, çok hayırlı sözlerini işiten ve çok hayırlı işlerini bilen bir seveni ve dua edeni olarak hocaefendiye “min gayr-i haddin” hatırlatırım: “felyegul hayran, ev liyasmut.”

“Bu da ne demek?” diyenler, lütfen başlığa bir daha baksınlar olmaz mı?


www.cemalnar.com

www.ilimistan.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi