Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

"Sorun"da anlaşmak...

"Sorun"da anlaşmak...

Aslında bazen, aynı kelimeleri söylediğimiz halde, aynı dili konuşmuyor olabiliriz.
Mesela "Kürt sorunu var" dediğimizde herkesin bu ifadenin içini aynı şekilde doldurmadığı açık. Aynı şekilde doldurmadığı, buna rağmen herkesin aynı şeyleri kastediyormuş gibi gözükmeyi tercih ettiği de açık.
AK Parti hükümetinin "Var" dediği ve çözmeye çalıştığı "Kürt sorunu" ile ABD'nin, AB'nin "Kürt sorunu" tanımlamaları aynı mı? MHP'nin Kürt sorunu tanımlaması ile BDP'ninki aynı mı? PKK'nınki ile Barzani'ninki aynı mı? TSK'nın sorun tanımı ile hükümetin sorun tanımı aynı mı? Türkiye'de yaşayan, "sade vatandaş" hüviyetindeki herhangi bir Kürt ile "dağdaki"ninki ya da "siyasetçi"ninki aynı mı? Kürt olduğu halde TC. bünyesinde en tepe görevlerde bulunmuş olan bir kişi ile Diyarbakır'daki işsiz Kürt için "sorun" aynı mı? Korucu ile sade vatandaşınki aynı mı?
"Sorun"un tanımlaması farklı olduğu için, "çözüm" diye ortaya konan paketlere karşı tavır da farklı oluyor. Birisinin "çözüm"ü, bir başkası için "ihanet" olabiliyor, yine birisinin "çözüm" dediği diğeri için "sade suya tirit" cinsinden bir adım olarak görülebiliyor. Yine bir dış odağın "Kürt sorunu ve çözüm" projesi, bir başka noktadan baktığınızda, ülkenize karşı bir stratejinin uzantısı olarak görülebiliyor.
Gelmek isteğim nokta şu:
Bu, "Kürt sorunu"nda herkesin durduğu yer tam netleşmeden, sadece "sorun vardır"da aynı çizgide olmak, herkesin birbirini idare etmesi veya aldatmasından başka bir anlam taşımayabilir.
Mesela, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani'nin dünkü Milliyet'te Namık Durukan imzalı haberde yer alan sözlerini ele alalım.
Barzani Mısır'da yayın yapan OTV'ye konuşurken, "Türkiye, Irak, İran ve Suriye'de yaşayan Kürtler'i acaba bir gün bir devlet bir araya getirebilecek mi" sorusunu şöyle cevaplıyor:
"Kürtler bir ulustur. Bu ulus kendi istemi dışında Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Arap ve diğer bölge ülkeleri üzerinde paylaştırıldı. İçinde yaşadığımız bu koşullarda gerçekliğimizin bilincindeyiz. Ben şiddetin kullanılmasına karşıyım. Fakat Kürt ulusunun da kendi meşru hakkı olarak Türk, Fars ve Arap ulusu gibi kendi devletine sahip olması gerekiyor. Biz onlardan daha güçlü olduğumuzu iddia etmiyoruz. Fakat o uluslardan da hiçbir eksikliğimiz yoktur. Bu istemimizi de savaş ve şiddet ile elde edemeyiz. Farklı bir süreç gelişebilir, bu devletler bir gün bu gerçekliği kabul edebilir, o uluslar için kardeş bir ulus olan Kürt ulusunun bu meşru hakkına destek verebilirler."
Milliyet bu haberi "Devlet kurmak Kürt ulusunun meşru hakkıdır" başlığı ile vermiş.
Barzani sonra şunları söylüyor:
"Ben her zaman bu sorunların askeri yöntemler ve şiddet yolu ile çözümlenemeyeceğini dile getirdim. Türkiye Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve diğer üst düzey yetkililerden, Türkiye'deki Kürt sorununun siyasi ve diplomatik yollar ile çözümlenmesi konusunda tam bir inanca sahip olduklarını duymaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Kürtler de bu sorunun barışçıl yollar ile çözümlenmesini istiyorlar. Son gelişmelerden dolayı büyük bir üzüntü duyduk. Çünkü böylesi bir sürecin gelişeceğini sanmıyorduk. Bu sorunun askeri yollar ile çözümlenmeyeceği konusundaki değişmeyen tavrımıza yeniden vurgu yapıyoruz. Bana göre Türk hükümeti başlattığı demokratik açılım ile bu sorunun gerçekçi çözüm yolunu ortaya koymuştur ve biz de buna destek veriyoruz."
Bu ifadeleri okuduğumuzda, "sorunun çözümü"nde Barzani ile Türk hükümetinin aynı çizgide olduğunu anlıyoruz değil mi? Barzani diyor ki: "Türk hükümeti de sorunun askeri yöntemlerle çözülmesini istemiyor."
Peki burada hayati soru, "sorunun ne olduğu" değil mi?
Türk hükümetine baktığınızda "sorun" terör ve birçok toplum kesimi gibi Kürtler'in insanca bir hukuka sahip olmalarını sağlamak olarak görünüyor. Hükümetin "sorun" tanımlaması ve "açılım" politikalarının hiçbir noktasında, yapılan işlerin "Kürtler için devlet" beklentisi ile alakası bulunmuyor.
Oysa Barzani, "ana sorun"u "Kürtler için devlet" şeklinde ortaya koyuyor.
Üstelik Barzani, mesela Kuzey Irak'taki yapılanmayı yeterli görmüyor.
Hatta iki sebeple yeterli görmüyor:
Bir: "müstakil devlet" olarak değerlendirmediği için yeterli görmüyor.
İki: Kürt varlığı dört ülkeye dağılmış bulunduğu için yeterli görmüyor.
Buradan gelinen nokta şu olabilir: Barzani için sorun "Kürtler'in bir devlete sahip olmaları" sorunu, bir, bunun "dört ülkedeki Kürtleri kapsaması" sorunu, iki.
Ben, Barzani'nin yaklaşımının haklılığını haksızlığını tartışmıyorum.
Aynı şekilde Barzani'nin kendi hedeflerine gerçekçilik açısından nasıl baktığını, "Kürt devleti için hangi takvimi öngördüğü"nü de tartışmıyorum. Bunlar ayrıca değerlendirilecek konular.
Yapmak istediğim sadece, "sorun" tanımlamasındaki farkın kimi zaman ne kadar hayati nitelik taşıdığına işaret etmek.
Bunu yapmazsanız, Barzani'nin sözlerine baktığınızda, "Hükümetin öngördüğü çözüm profili bizim beklentilerimize uygun" sonucundan, çok uç sonuçlar çıkarabilirsiniz.
Bu yüzden ben Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan ve Sayın Dışişleri Bakanı'nın, Barzani'nin bu sözlerini okuduklarında ne düşündüklerini merak ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Taşgetiren Arşivi