Fevkalâde sıkıcı bir sosyal tarih dersi

Fevkalâde sıkıcı bir sosyal tarih dersi

Hangi saatte basın açıklaması yapılacağını elbette bilemem, fakat bugün yine Anayasa Mahkemesi gündemin ilk sırasına geçecek; en az üç-dört gün bu kararı konuşuruz.

Şairin, "Sevsem öldürürler, sevmesem öldüm" dediği hesap, bugün AYM, gökten kuş indirip kararının ucuna kondursa bile tartışma konusu olmaktan kurtulamayacaktır. Evet, neticede bu nihai bir karar değil; kestirebildiğim kadarıyla denilecek ki, "iddianameyi ciddi buluyor ve işleme koyuyoruz" veya, "filan şekil şartları bakımından eksiktir, tamamlansın" veya en düşük ihtimâl, "yok daha neler; yaz kızım, iddianamenin reddine!"

Hangi ihtimâli tutturacağımızın önemi yok; kesin olan şey, bugün öğleden sonra gündemin değişeceği ve AYM kararının tartışılacağıdır.

Yüksek Mahkeme kararlarını tartışmak, Batı'da pek örneğini görmediğimiz şeylerdendir. Görmek derken ecnebî filmlerindeki yargıç ve mahkeme sahnelerini hatırlıyoruz ister istemez; eğer dikkat etmişseniz bu filmlerde kötü adam karakterini asla yargıçlar üstlenmez; senaryoyu yazan, filme gerilim ilave etmek için kötü adam rolünü iki tip karaktere yükler: Suçlu olduğunu Mısır'daki sağır sultanın bile bildiği adamı savunmak için davayı üstlenen muhteris avukat veya delilleri yarım yamalak değerlendirerek kariyerine bir başarı çentiği atmak için didinen acemi bir savcı. Yargıçlar ise savunma ile iddia makamı arasındaki didişmeyi sabır, vukuf ve olgunlukla seyreden, ancak gerektiğinde duruşmaya müdahale eden bilge kişiler halinde resmolunmuşlardır.

Neticede galib ihtimâlle adalet tecellî eder; bir aksaklık olursa esas oğlan kahramanca mücadele ederek meseleyi tatlıya bağlar; ama kesinlikle seyircinin içinde "hak yerini bulmadı" diye ukde kalmaz, bırakılmaz.

Filmlerde durum üç aşağı beş yukarı böyle görünüyor; "pratikte durum gerçekten böyle midir" sorusunun cevabını aramıyoruz; sadece sinema endüstrisinin yargı ve adalet kavramına bakışından söz etmeye çalışıyoruz; bu bakış açısı yargıya tam bir teslimiyet ve güveni telkin ediyor; elbette bu hâl, Batılıların birkaç on yılda vardıkları bir şuur katı değil; Batılılar, siyasî iktidarı kimlerin, nasıl, hangi oranlarda ve ne surette paylaşacakları noktasında mutabakat sağlamak için uzun asırlara yayılan çok kötü tecrübeler yaşadılar ve herkesin güven duyacağı bir adlî cihaz ortaya koymak için bu tecrübelerinden yararlanmasını bildiler.

Bizde durum şöyle: Biz, siyasî iktidarı kimlerin, nasıl, hangi oranlarda ve ne surette paylaşacakları noktasında henüz mutabakat sağlayamadık; bundan ötürü adlî cihazımız, kendisini hâlen kıran kırana devam etmekte olan iktidar mücadelesinde "tarafsız" bir duruş yeri seçiminde zorlanmaktadır.

Sosyal tarih mevzuunu hayli abarttık, bâri tamamlayalım: Batı'da iktidarı kimin nasıl bölüşeceği meselesinde burjuvazinin ideolojisi nihai belirleyici oldu ve sosyal mutabakat, burjuvazinin ideolojisi etrafında katılaştı; bu ideolojinin adı size tanıdık gelecektir: Demokrasi; şu günlerde çin'i, Küba'yı, hatta Kuzey Kore'yi bile fena halde dönüşüme zorlayan şu bildiğimiz demokrasi. Demokrasinin yeni iktisat mantığıyla birleşmiş hali de size tanıdık gelecektir: "Globalleşme" diyorlar.

Beğeniriz beğenmeyiz, vaziyet budur: Türkiye'de iktidar mücadelesi henüz tamamlanmadı. Toplam iktidarın mühim bir kısmını eskiden olduğu gibi elinde tutup kullanmak isteyen bürokratik güçler (bir nevi "Oligarşik zümre"), "Vatan mevzubahis ise demokrasi ve onun icab ettirdiği sair şeyler teferruattır" vecizesine sığınarak direniyor, fakat tasfiyeye uğramaya mahkûm her tarihî sınıf gibi gün be gün tâkatsiz kalıyorlar.

İşte bugün yeni bir şevkle tartışmaya başlayacağımız AYM ara kararı, böyle bir tarih sürecinin çerçevesinde biçimlenmiş bulunuyor. Kararı bilmiyoruz ama sonucu kestirebiliriz; kısa vadede nasıl karar çıkarsa çıksın orta ve uzun vadede burjuva ideolojisi galebe eder; yorgan gider, kavga biter ve biz de artık yargı kararlarını tartışmayan bir topluluk haline geliriz.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi