Aziz Üstel

Aziz Üstel

Benim oyum evet seninki ne?

Benim oyum evet seninki ne?

Ben 12 Eylül sabahı “evet” oyu vereceğim. Niye mi? Hemen anlatayım.

Bana 12 Eylül işsizliği, işkenceyi, korkuyu, uykusuzluğu, apartmanın arka bahçesine gömüp aylar sonra çıkardığımda küflenen kitaplarımı hatırlatıyor.

Kocası, çocukları, akrabaları ortadan kaybolup ancak aylar, kimi zaman da yıllar sonra onlara kavuşabilenlerin acılarını anımsatıyor 12 Eylül rezilliği.

Hele 12 Eylül sabahına uzanan yolda yitirilen binlerce insanın nasıl birer piyon gibi kullanıldığını bugün öğrenince, öfkem katlanıyor da katlanıyor!

Darbe anayasasına oy vermeye giderken, acaba “hayır” oyu verdiğimizi anlayacaklar mı; bizi tutuklayacaklar mı; falakaya mı yatmak daha iyi yoksa hayalarına elektrik verilmesi mi gibi düşüncelerle doluydu kafamız.

Size kısa bir öykü anlatayım:

Henüz Kenan Paşam’ın emriyle TRT ekranından kovulmamıştım.

Seçimlere çeyrek vardı.

Evden alıp götürdüler beni.

TRT bir çizgi film yayınlamış, Türkçe’ye de ben çevirmiştim. Film bilemediniz beş dakikalıktı. Bir çiftlikte geçiyordu. Tavuklara eziyet eden bir horozu arı sokuyor; horoz kaçıyor, tavuklar arıyı alkışlıyordu. Basit, ABD yapımı bir çizgi film.

Amma, ANAP’ın simgesi arıydı; cuntanın desteklediği MDP’nin simgesiyse horoz. Eh bizim arı da horozu sokup kaçmasına neden oluyordu ya? Tavukları koruyordu ya? Tavuklar da arıyı alkışlıyordu ya? Tavuklar da bizi gözaltına aldıranlara göre halkı simgeliyordu ya? O zaman bu, ANAP yanlısı olan bizlerin, yani TRT’cilerin, bir tezgahıydı.!

Ben filmi Türkçe’ye çevirdiğim, Faruk Bayhan filmi satın aldığı, rahmetli Tarcan Günenç de yayınlanmasına izin verdiği için gözaltına alınmıştık!

Sorular, hakaretler, tehditler birbirini izledi; yanılmıyorsam kırk sekiz saat göz altında tutulduktan sonra bırakıldık.

Şimdi böyle bir şeyin olabileceğini düşünebiliyor musunuz?

Daha ne trajikomik öyküler vardır, 12 Eylül dönemiyle ilgili.

Nasıl kan ve gözyaşı dolu öyküler varsa! Yeterli mi darbe anayasasında yapılan bu değişiklikler?

Hayır. Keşke CHP’yle MHP de el verseydi; bu darbe anayasası baştan sona değiştirilseydi. Ama olmadı.

Bu anayasanın bir tek virgülü, noktası bile değiştirilse ve bunun için referandum yapılsa oyum “evet” olurdu. Tıpkı bu 12 Eylül referandumunda olacağı gibi.

Ha, az kaldı unutuyordum.

Sen, sen “hayır” diye tepinip duran arkadaş...sen niye “hayır” oyu vereceksin? Sadece AK Parti’ye karşı olduğun için mi? O zaman genel seçimleri bekle...Ama 12 Eylül Anayasası’nı değiştirmeye “Hayır” dersen onca dökülen kan ve gözyaşını elinin tersiyle iteceksin tarih sahnesinden.

Gel bir daha düşün istersen!



Vatikan’ın yolları paradan geçer (2)

Nerede kalmıştık? Sistine Şapel’ini dolduranlara muhafızların şşşşştttt demesinde. Evet. Adamlar kalabalığı susturunca bir şey olacak diye bekledik. Ve bir kadın çıka geldi, elinde mikrofonla:

“Herkes Mikelanjelo’nun bu tavanları süsleyen resimleri kurduğu iskeleye sırt üstü uzanarak yaptığını sanır. Öyle olmadı. Merdivene tırmanarak tavanlara bu muhteşem resimleri yaptı. Sonunda da kör oldu. Teşekkür ederim!”

Kadın bunları söyledikten sonra çekip gitti. Yahu bu , 25 euroyu uçlandığımda elime tutuşturulan iki sayfalık broşürde yazıyordu. Yanımdaki Amerika’lı, yaşlı kadın: “Bu zaten broşürde yazılıydı!” dedi.

Omuzlarımı silktim.

Bu Vatikan’ın işlerine akıl sır erdirmek mümkün değil.

Derken muhafızlar önümüze düştü, bilmem kaç basamak merdivenden inerek bizi dışarı çıkardı ve kocaman bir dükkana soktu. Kara giysili kadın bizi kapıda karşıladı: “Buradaki satılık eşyalar, Vatikan Sanat Okulu’nca yapılmıştır. Sadece burada alabilirsiniz. Kendi ülkelerinizde bulamazsınız.”

Şöyle bir çevreme bakındım. İkonalar, küçük heykeller, tablolar, tahta üzerine yapılmış yaşlı adam kuklaları, koyunlar, kadınlar...en ucuzu 15 bin euro!

Hemen kapının yolunu tuttum. İlk geçen taksiye atlayıp Venedik Meydanı’na uzandım. Mussolini’nin kollarını kavuşturarak dünyaya meydan okuduğu balkonun önüne gelince durdum. Vatikan’a bağımsızlık veren adam yani Mussolini, bu devletciğin, dünyanın en zengin anonim şirketi olacağını düşünmüş müydü acaba?

Akşam Trettoria Million’da oturup Gunther Schmidt adlı bir Alman’la sohbet ederken, “Bugün Vatikan’daydım” dedi. “Müzeye gittin mi?” diye sordum.

Kahkahayı patlattı: “Para tuzağına mı? Gittim. Gerçek müzeye yani el yazmalarının, yüzlerce, hatta binlerce tablonun, altın, gümüş, mücevherlerle bezenmiş kupaların, tasların, taçların, tahtların, heykellerin, antika silahların ve daha nice paha biçilmez sanat eserinin durduğu gerçek müzeye sokarlar mı halkı?”

“Neden sokmasınlar?”

“O zaman 20 ya da 100 euroya günde binlerce sattıkları haçları kim satın alır? Kim dünyadaki binlerce Katolik kilisesindeki bağış kutusuna para atar?”

Hiç cevap vermedim. Doğru söze verilecek cevap yoktu çünkü...


Ejderha Dövmeli Kız

Stieg Larsson adlı, İsveç’li bir gazeteci yazmış Ejderha Dövmeli Kız’ı. “Millenium” başlığı altında üç roman yazmış. Kahramanlar aynı; olaylar farklı. Larsson kitaplarını yayıncıya teslim ettikten hemen sonra, ellisine bastığı günlerde ölmüş. Kitaplar bütün dünyada milyonlar sattı bugüne kadar; hala da satıyor. Şimdi de Hollywood filme çekiyor Ejderha Dövmeli Kızı.

Kitap altı yüz küsur sayfa. Tam dört günümü aldı. Bırakamadım elimden. Ve şimdi ikinci kitaba başladım.

Ejderha Dövmeli Kız gerçek bir saatli bomba. Sayfalar sayfaları izledikçe heyecan doruğa tırmanıyor. Lisbeth Salander gibi sıra dışı, olağanüstü bir kadın kahraman bir yanda, günümüz İsveç arka planda, göz kamaştıran bir tablo ! Kitap hem etkileyici hem de sizi Dante’nin Cehenneminde tüylerinizi diken diken edecek bir geziye çıkarıyor. Hele gizem yok mu gizem! Sizi son sayfaya kadar yakalıyor ve bırakmıyor. Ne yapın edin kendinize zaman ayırıp bu kitabı ve diğer ikisini okuyun. Bana teşekkür edeceksiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aziz Üstel Arşivi