Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Katil ne diye bağırıyordu?

Katil ne diye bağırıyordu?

Hemen düzeltiyorum; “delalet” değil, “dalalet” olacak... İnternet sitelerinden “copy-paste” yaparsan böyle olur.

Dikkat ettim, Tansel Çölaşan hanımefendi de “delalet” demiş.

Üstelik, Atatürk’e ait sözü yanlış aktarmış... “Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” demesi gerekiyordu... Son sözcüğü “ihanet”le değiştirmiş. “Bu kadar özen ve dil bilinci her ulusalcıda bulunur” deyip geçelim. Fakat, bir düzeltme daha yapmam gerekiyor: Eski bir Danıştay Başsavcısı olan hanımefendi, yüzde 42’lik nitelikli azınlığı değil, anayasanın değişmesini sağlayan yüzde 58’lik cahil, aptal ve aynı oranda niteliksiz çoğunluğu “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde” olmakla suçlamış.

Diyorum ya, internetten copy-paste yaparsan böyle olur...

Hazır hanımefendiden açılmışken devam edelim.

Dün de yazmıştım: Referandumda “evet” oyu kullananlara yönelik sistematik itibarsızlaştırma kampanyası yeni katılımlarla devam ediyor. “Aptal” diyorlar, “cahil” diyorlar”, “aymaz” diyorlar, “hiç profesörün oyuyla dağdaki çobanın oyu bir olur mu?” diyorlar, “bidon kafa” diyorlar, “göbeğini kaşıyan kıllı ayı” diyorlar.

Hanımefendi de, “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” sözleriyle katılmış kampanyaya.

İyi etmiş... Fakat bu, hanımefendinin ilk “iyiliği” değil.

Daha önce (henüz Danıştay Başsavcısı etiketi üzerindeyken), 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yaptığı bir konuşmada, 27 Mayıs darbesine övgüler düzmüş, Menderes ve arkadaşlarının idamının “toplumsal coşkuyla karşılandığını” söylemişti.

Sonra da eklemişti: “Her darbe ille de kötü sonuçlar doğurmaz.”

Elbette Çölaşan hanımefendi bu görüşlerinde yalnız değil...

Kendilerini “solcu” ve “ilerici” diye taltif edenler, 27 Mayıs’ın tipik bir “devrim” olduğunu, dolayısıyla “iyi darbeler” arasında sıralanması gerektiğini ileri sürerler. Sadece onlar mı?

Koskoca Anayasa Mahkemesi bile, “Tedbirler Kanunu”yla ilgili iptal başvurusunu değerlendirirken, “27 Mayıs’ın darbe değil, demokrasinin önünü açan önemli bir devrim olduğunu” savunmuş, bir anlamda darbe eleştirisini yasal müeyyideye bağlamıştı. Kusura bakmasınlar ama, 27 Mayıs bir devrim değil, adlı adınca darbedir... Bir cunta ve konvansiyon hareketidir... Literatüre de, “demokratik normale son veren kanlı bir müdahale” olarak geçmiştir. Devrimle murat edilen “iyileştirmeleri” getirmediği gibi, siyaset üzerindeki bürokratik baskıyı (vesayet rejimini) kurumsallaştırmıştır.

Hanımefendinin çok beğendiği 27 Mayıs olmasaydı, “kötü darbeler” kategorisinde sıralanan 12 Mart ve 12 Eylül olmayacaktı... Ne 28 Şubat yaşanacaktı, ne 27 Nisan, ne de Balyoz ve Ergenekon... Menderes ve arkadaşlarının idam edilmesine gelince...

Hanımefendi yalan söylüyor. İdamlar hiç de “toplumsal coşku”yla karşılanmamıştır.

Bu olay, Türk siyasetinin utanç sayfalarından biridir ve kıyamete kadar öyle kalacaktır.

Bitirmeden önce, son bir “iyiliğini” daha hatırlatayım hanımefendinin:

Danıştay saldırısından sonra, “Saldırgan Alpaslan Arslan ateş ederken Allahu Ekber diye bağırıyordu” şeklinde bir beyanat vermişti.

İddia, bizzat saldırıya uğrayan Danıştay üyeleri tarafından yalanlandığı halde, hanımefendi “özenli suskunluğunu” korudu. Hâlâ susuyor...

Merakımı muciptir: Birçok eleştiriye anında cevaplayan Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Tansel Çölaşan, Danıştay üyelerinin yalanladığı bu iddiaya neden bir açıklık getirmiyor?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi