Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Uzan’dan Tophane’ye... Mahalle baskısı mı, mahalleye baskı m

Uzan’dan Tophane’ye... Mahalle baskısı mı, mahalleye baskı m

Bir hadise, elbette önemlidir... Ama, “hadise”den de önemli olan; onun “nasıl gösterildiği”dir!.. Siz, bir “ifade özürlü” olmayabilirsiniz, ama muhatabınızın “algılama problemi” varsa; ne söyleseniz boş!.. Çünkü siz; ne söylerseniz söyleyin, söylediklerinizin değeri, ancak “karşınızdakinin anlayabildiği” kadardır!.. İstediğiniz kadar “doküman” gösterin, istediğiniz kadar “belge” sunun; adam, eğer “odun”sa, “odunum” demeye devam eder...
Siz isterseniz ağzınızla kuş tutun, adam “önyargılı” ise, “Aaa, silahı yok” der, çıkar!.. “Deniz üstünde yürüseniz” bile; ertesi günkü gazetelerde, “adam yüzme bilmiyor” gibi, “dangalakça” başlık çıkması, işten bile değildir!.. Dedim ya; sizin ne söylediğiniz ya da ne yaptığınızın hiç önemi yoktur...
Önemli olan, muhatabınızın “anlama kapasitesi”dir!.. Çünkü muhatap, ancak “kapasitesi”nin aldığı kadarını anlar ve ancak onu yansıtır!.. Dolayısıyla, “söylem” ve “eylem” kadar, onun nasıl anlaşıldığı ve “nasıl gösterildiği”nin de önemi büyüktür.
CEM UZAN NE KADAR MASUMDU?
Bu girizgâhtan sonra, “Tophane’deki hadise”ye gelmek istiyorum...
Ama, ondan da önce; “medya baskısı”nı göstermesi açısından bir olay hatırlatmak istiyorum.
2003 yılında, Uzan Grubu’nun elinde olan Star Gazetesi ve televizyonu, TMSF’ye ve Hükümet’e karşı ateş püskürüyordu... Çünkü TMSF içi boşaltıldığı yani, “hortumlandığı” için, İmar Bankası ve Adabank’a el koymuş, dolayısıyla hortumu kesmişti!.. Cem Uzan da; henüz o günlerde yurtdışına kaçmamış, yargılanıyordu!..
İşte bu duruşmalardan birinden çıkan Cem Uzan; o günlerde henüz “mahalle baskısı” lâfı icat edilmediği için, “iktidar baskısı”ndan dem vuruyor ve ağzından köpükler saçarak şöyle bağırıyordu:
“Çocuklarımın oyuncaklarına bile tedbir kararı koydular!.. Artık ne yapacaklarını iyice şaşırdılar!..
4 çocuğum var... Büyük çocuklarımın giysileri, okul malzemeleri ve spor takımları var...
4 yaşındaki çocuğumun ise sadece oyuncakları!..
Oyuncaklara bile tedbir kararı koydular!”
Tarih, 12 Eylül 2003...
O günlerde, aynı zamanda Genç Parti Genel Başkanı olan Cem Uzan, elinde bulundurduğu Star Gazetesi’ne işte bunları söylüyor ve ekliyordu:
“Neyseki 10 gün önce doğan çocuğumun malına haciz koymamışlar. Onun da herhalde emzik ve bebek bezine tedbir konur artık.”
MİLLET BU DOLMAYI YUTTU, ÇÜNKÜ!
İşin içine “kadın” ve “çocuk”, hele de “oyuncak” girince, etkilenmemek mümkün değildi!..
Hiç kimse, İmar Bankası’nın içinin boşaltılıp, “milyarlarca doların hortumlanması” ve bu paranın “milletin sırtına yıkılması” ile ilgilenmiyordu!..
“Çocuk” hassas konuydu ya, insanların “merhamet” hisleri kabarırdı ya, Cem Uzan, işte “milletin o damarına” giriyor ve iktidara karşı “galeyan” oluşmasını sağlamaya çalışıyordu!..
Çünkü bu millet, “duygusal” bir milletti!..
Bu millet, “merhametli” bir milletti!.. Her şeye “eyvallah” derdi de; “bir çocuğun oyuncaklarının elinden alınmasına” asla!..
Cem Uzan, kendini “öyle gösteriyor”du!..
Hem “eşine sadık” bir koca, hem de “çocuklarına düşkün” bir baba!..
Kısacası, “ailesi” için yırtınıyor görünüyordu!..
Hani, neredeyse, iki gözü iki çeşme, hüngür hüngür ağlayacaktı!.. Adeta; “Benim hatam varsa, ailemin suçu ne” diyordu!..
Tabii “oynuyor”du!.. “Rol” yapıyordu!..
İtiraf etmek gerekir ki;
“Tiyatro sanatçıları”na bile taş çıkartırdı!..
“Son derece inandırıcı” oynuyordu “rol”ünü!..
Kendisini “masum” gösteriyor, TMSF ve AK Parti İktidarı”nı ise, “gaddar” ve “merhametsiz!”
O sözü, hafızalara kazınmıştı;
“Çocuklarımın giysilerine ve hatta oyuncaklarına bile tedbir koydular!”
ŞAPKA DÜŞTÜ, KEL GÖRÜNDÜ!
Aradan “7 yıl” geçti... Tabiî, bu arada köprülerin altından da çok sular aktı... Pılısını-pırtısını toplayan Cem Uzan, bir gün ansızın yurtdışına kaçtı!..
“Nerede” olduğu merak edilirken, Fransa’nın başkenti Paris’te ortaya çıktı... Fransa’dan “sığınma” talep ediyordu!.. “Lüks bir otel”de kalıyor, “ünlü tatil beldeleri”nde boy gösteriyordu!..
Haa, bu arada;
Eşi Alara Uzan’a da, Kasım 2009’da “boşanma dâvası” açmıştı... Üstelik, “çocuklarının velâyet hakları”nı da eşine bırakarak!..
Öyle anlaşılıyordu ki;
Cem Uzan, “bağımsız” kalmak istiyordu... “Çocuk”larının da “eş”inin de kendisine “ayakbağı” olmasını istemiyordu... Çünkü efendim, Cem Uzan “çağdaş yaşam tarzı”na uygun olarak; artık “Betina Machler adlı ünlü bir kadınla birlikte yaşıyor”du!..
ÇOCUKLARINA NAFAKA BİLE VERMİYOR!
Cem Uzan ve Betina Machler, her fırsatta “bir araya gelmeye” devam ededursunlar, biz gelelim Türkiye’de neler olup, bittiğine!..
Efendim; Anadolu Ajansı’ndan, 22 Eylül 2010 tarihinde şöyle bir haber geçti:
“Fransa’ya sığınma talebinde bulunan Cem Uzan ile eşi Alara Koçibey Uzan arasındaki boşanması davasına devam edildi.
Beykoz Aile Mahkemesi’ndeki tarafların katılmadığı duruşmada, avukatları hazır bulundu.
Mahkeme Başkanı, taraf avukatlarının delil listelerini mahkemeye sunması için süre istemeleri üzerine, duruşmayı erteledi.
Bu arada, Alara Koçibey Uzan’ın, velayet hakları tedbiren kendinde olan çocukları ve kendisi için bağlanan aylık toplam 16 bin TL’lik tedbir nafakasını ödemediği gerekçesiyle Cem Uzan hakkında Şişli’de İcra Dairesine başvuruda bulunduğu ve icranın kesinleştiği öğrenildi.”
Bu haberi özellikle aktardım ki;
“Cem Uzan’ın gerçek yüzünü” göresiniz!..
7 yıl önce; “eşine sadık, çocuklarına düşkün bir baba” rolü oynayan, onların “oyuncak”ları “bebek bezi” ve “emzik”leri için çırpınan Cem Uzan, bugün “eşi ve çocuklarının nafakası” için bağlanan 16 bin TL’yi bile vermemektedir!..
Düşünebiliyor musunuz;
Kaldığı “rezidans”ın “3 geceliği”ne 6 bin 500 Euro, yani 14 bin 177 Lira ödeyen Cem Uzan eşi ve çocuklarına ayda 16 bin TL’yi çok görüyor!..
Eee, hani “eşine sadık” koca?..
Hani, “çocuklarına düşkün” baba?..
Demek ki, her şey “sahte” ve “göstermelik”miş!..
Bir “oyun”muş, “rol”müş!..
Ama, itiraf edelim;
“Sahip olduğu gazete”yi kullanarak, kendisini “masum” göstermeyi başarmıştı o günlerde..
Millet de, yutmuştu!..
Öyle ya; eğer yutmasa, Cem Uzan’ın Genç Partisi’ne hiç “yüzde 7 oy” verir miydi?..
Önemli olan “yutturmak!”
Sizin “ne olduğunuz” değil, kendinizi “nasıl yutturduğunuz” önemli!..
Uzan da, gerçek yüzünü iyi gizlemiş ve “masum rolü”nü iyi yutturmuştu!..
Tıpkı, “Tophane ayyaşları” gibi!..
TOPHANE’DE ASIL BASKI KİME?
Herhalde farkındasınız; “Tophane halkı”na karşı, günlerdir “medya linci” uygulanıyor...
Halk, “mahalle baskısı” uygulamak ve “sanatseverlere (!) saldırmak”la suçlanıyor!..
Öyle bir “linç kampanyası” ki; kartel gazetelerinin manşetlerini, günlerdir bu olay işgal ediyor!..
Olayı o kadar abarttılar ki; “yeni bir Sivas, yeni bir Madımak yaşanacaktı” demeye kadar vardırdılar!..
Olayın özü ve özeti şu:
Tophane’deki Firuzağa Mahallesi Kadirler Yokuşu’nda bir “galeri açılışı” esnasında, “sanatseverler”(!) diye “yutturulan” insanlar, içerisi yetmiyormuş gibi, bir de sokağa “masalar” yerleştirip, başlamışlar “içki” içmeye!..
“Alkol” denilen bu meret, şişede durduğu gibi durmuyor tabii... “Alkol” alan “sanatsever”(!)ler, başlamışlar etrafa lâf atıp, sataşmaya!..
Yoldan geçen “tesettürlü” hanımlara, “yobaz” diye bağırma şirretliğine bile yeltenmişler!..
Şu hâle bakın;
Hem adamların sokağını “işgal” ediyorsun, hem de “şirretlik” yapıyorsun!.. Elbette, tahammülün de bir sınırı var!.. Mahalle halkı, bu “küstahlık”lara daha fazla tahammül edememiş!..
Sokakta, “arbede” yaşanmış!..
Şimdi, herkes “mahalle halkı”na saldırıyor...
Bu saldırıda, elbette “yüzde 58 Evet’in hazımsızlığı” var ama, onlar işin orasına hiç girmiyor!..
Varsa-yoksa, “mahalle baskısı!”
İşin doğrusu şu:
Tophane’de “mahalle baskısı” yok!..
Tam aksine, “mahalleye baskı” var!..
Öyle ya; siz, “kendi yaşam biçiminiz”den taviz vermiyor iseniz, gider “kendi mahalleniz”de yaparsınız, ne yapacaksınız!.. Dışarıdan gelip de, “başkasının yaşam biçimi”ne de müdahale edemez, onlara kendi yaşam biçiminizi “dayatamazsınız!”
O GALERİ, ZATEN SABIKALI!
Ne “halt” işleyecekseniz, “galerinin içinde” işleseydiniz?.. “Taşkınlığınızı” sokağa taşıyıp da, milleti niye rahatsız ettiniz ki!?
Kaldı ki; o “galeri”ye, daha önce de “ihtarname” gönderilmiş... Yani, orası “sabıkalı” bir yer!..
Olayın geçtiği NON Stop adlı galerinin mülk sahibi Hüseyin Dorman; işyerini kiraya verirken; “kiracısını uyardığını” hatırlatarak, diyor ki;
“Mahallenin hassasiyetini ve muhafazakâr yapısını kiracıma söyledim... Etkinliklerde sokağa taşılmamasını bildirdim... Hatta, bu uyarım, kontratın 23. maddesinde de vardır!.. Ancak, buna uyulmadı ve bu yüzden de geçen yıl haziran ayında kiracıma bir ihtarname çektirdim!”
Bu “hadise” de gösteriyor ki;
Önemli olan, olayın “ne olduğu” değil, “nasıl gösterildiği”dir!.. Tophane olayında da; “haklı” olan mahalle halkı, “medya” tarafından “haksız” gösterilmiş, üstelik “linç kampanyası”na maruz bırakılmıştır!..
Bu “sanatsever”(!)lere son sözüm şudur:
“Çalma kapımı, çalarlar kapını!”
Sizler, hiç de “masum” değilsiniz!..
Cem Uzan’ın da masum olmadığı gibi!..
Bırakın artık “masum rolü” oynamayı!..
Bırakın da “bayat numara”ları!..
Koktu bu ayaklar!..
Heeyy gazeteler;
Siz de “medya baskısı”ndan vazgeçin artık!..
==================
Niye kendi mahallende yapmadın?
“Tophane olayı”nda asıl düşünülmesi gereken şudur:
¥ Bir: Bir binayı “kiralamış” olmak, “orada her herzeyi yeme özgürlüğü” vermez!.. “Parasını ben veriyorum, dilediğimi yaparım” diyemezsin!.. Her şeyin bir kuralı-kaidesi var... Kontrata uyacaksın!..
¥ İki: Tophane’de yaptığın taşkınlığı, git de “villa ve yalı sakinleri”nin oturduğu yerlerde yapmaya kalk da, başına neler geleceğini gör!.. Adamı, hemen “kodes”e attırırlar!.. Ama sen; kendini “horoz” zannedip, “her çöplükte ötmeye” kalkarsan, öttürmezler!.. Öyle ya, her horoz kendi çöplüğünde öter!..
¥ Üç: Bu “taşkınlık” ve “şirretlik”leri “kendi mahallende” yapmayıp, gidiyor “başkasının mahallesinde” yapıyorsun, çünkü; kendi mahallende yapıp da, “mukavemet”le karşılaşırsan, “mahalle baskısıııı” diye böğürmeyeceksin!.. “Yüzde 58 Evet”ten sonra, özellikle Tophane’ye gelip “şirretlik” yapıyorsun ki; “Mahalle baskısı var” diye böğürüp “medya”yı çağırabilesin!..
Durum da budur, yorum da...
Eskiden beri başvurulan bir “bayat numara”dır bu!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi