Engin Ardıç

Engin Ardıç

Çarçur

Çarçur

Yurt dışına çıkmak keyiflidir de, gezmeye gidiyorsan, yurt dışında çalışmak zordur. "Gurbetçilik" zordur, dışarıdan "içeriye" çalışmak ayrıca zor.
Yani, dizüstü bilgisayarından yazı göndermek.
"Hayat damarların" kopuyor.
Aynı havayı solumuyorsun, Türkiye'nin "elektriğini" alamıyorsun. Orada olmak başka şey ("Dasein" kavramını hangi düşünür üretmişti yahu, Husserl mi Heidegger mi?)
Hiçbir Türk televizyon kanalını göremiyorsun, birbirlerinden çarçur olsalar bile... Türk gazetelerini okuyamıyorsun, Almanya baskıları çok yadırgatıcı ve kimse kusura bakmasın, gurbetçi için önemli ve ilginç ama bir "Türkiyeli" için keyifsiz. Düsseldorf'ta yeni açılan bir kebapçının haberi ya da reklamı da bir o kadar gereksiz.
Bu gazeteler de, beş misli fiyatla elde edebilene tabii... Hiç bulamayacağın ülke sayısı daha da çok.
Kaldı Internet...
Ama o da apayrı bir "dünya"... Hiçkimse "Internet'ten izlerim" diye kendini kandırmasın, izlenemiyor.
Yani, gazete gibi öyle eline alıp da sayfası koklanamıyor. Gazetelerin sitelerini okumak daha zahmetli ve daha uzun sürüyor. Sayfanın tümünü aynı anda göremiyorsun, "göz gezdirmek" istesen oraya buraya "tıklayıp" seçmek zorundasın.
Gazete okumak başka şey, gazetenin "sitesine girmek" bambaşka bir şey.
Birine bakayım dedim, Kanuni'nin Kösem Sultan'la ilişkisi olduğunu öğrenip (!) küfür ettim, kapattım.
Yakınlarına telefon edip "memlekette önemli bir olay var mı" diye sormak da bir yol. Eskiden "darbe marbe var mı" diye sorardık, Yeşilköy'de kek gibi enselenmeyelim diye.
O günler geçti çok şükür ama bu sefer de yakınlarının gündemiyle ülkenin gündemi, hele hele basının gündemi birbirini tutmuyor!
Örneğin, Emir Kusturica'nın Antalya'ya gitmesi ya da gitmemesi hiçkimsenin umurunda değil.
Türkiye'de de değil, Avrupa'da da değil.
Laf aramızda, Antalya'da bir film şenliği yapıldığını Avrupa'da kimse bilmiyor.
Semih Kaplanoğlu'nu tanıyorlar mı bilmiyorum, öğrenci kahvehanelerine takılmadım.
Almanya'nın Türkiye'yi üç sıfır yenmiş olması Avusturya'da biliniyor ama (hafta sonu Viyana'daydım), Paris'te hiç duyulmamış bile.
Onlar Romanya'yı yenmiş olmalarına bile fazla aldırmadılar.
Çünkü dünyaca ünlü bir "speleologun" bir mağarada ölü bulunması, Şilili madencilere ulaşmak için altı yüz yirmi beş metrelik bir "sonda" sarkıtılıp adamların bu çubuktan tek tek çıkarılacak olmaları daha çarpıcı.
Ve de ulaşımı etkileyecek grevler dalgası...
Eh, herkesin gündemi kendine...
Benim gündemim de bana tabii (Montparnasse'dan hızlı trene binip Tours'a gitsem Usse şatosuna taksi bulur muyum ve de oradan Chinon'a geçmekte zorlanır mıyım, çünkü akşama Paris'e dönmem lazım) ama bu yazı da iyi kötü yazılmak zorunda...
Sakın Türkiye'nin gündemi çarçur olmasın?
Çünkü buralarda Hanefi Avcı'yı da kimse tanımıyor. Maalesef Hülya Avşar'ı da.
Kılıçdaroğlu diye büyük bir adamın varlığından da habersiz kalmışlar.
Erdoğan'ı çok iyi biliyorlar ama.
Lafı fazla uzatmayalım da yandaşlık etmeyelim. Şimdi öyle sanırlar bizim çarçurlar.
Unutuyordum, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na yargıç Ahmet'in gelmesi, yargıç Mehmet'in gitmesi de hiçbir yankı uyandırmadı.
Sarkozy emeklilik yaşını altmıştan altmış ikiye çıkarmış, kıyamet kopuyor.
Kusura bakmayınız, bendeniz de "Berlin'e maç seyretmeye gitmişken ayıp olmasın diye orada yaşayan Türkler'in sorunlarına da şöyle bir eğiliverecek" adam değilim.
O tür adamlardan sıkıldım da geldim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Engin Ardıç Arşivi