Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Deniz’i kazanalım derken, Gediz’i kaybetmeyelim!

Deniz’i kazanalım derken, Gediz’i kaybetmeyelim!

Bir-iki gündür, “telefon bombardımanı” altındayım... “Çok güzel” diyorlar; “Mardin’deki Mezopotamya Ovası’nı yazman çok güzel... Ama, niye Gediz Ovası’nı yazmıyorsun?.. Çünkü, şu günlerde; Gediz Ovası, tam bir ölüm-kalım savaşı veriyor... Bir Egeli olarak, Gediz Ovası’na sen de sahip çıkmazsan, kim sahip çıkacak?..”
Hele, ilkokuldan beri sadece yediğimiz-içtiğimiz ayrı giden, Ankara’daki öğrencilik yıllarımda aynı evi paylaştığımız Yüksek Ziraat Mühendisi arkadaşım Hüseyin Emrem var ki; adeta “nükleer bomba saldırısı”nı haber veriyorcasına panik içinde konuşuyordu... “Haberin olsun” diyordu; “Yaz aylarında, domates, şeftali, üzüm, kiraz ve karpuz yemek için geldiğin Salihli’de, birkaç yıl sonra hiçbir şey bulamazsın!..”
Hüseyin Emrem’i çok iyi tanırım... Kolay kolay korkmaz... “Kendisinin başarabileceği” bir iş oldu mu, hiç kimseden yardım istemez... Her zorluğun üstesinden gelir... Ama bu defa “panik” halinde ve benden “yardım” istiyor... Demek ki, ortada “ciddi bir sorun” var.
Kendisi, aynı zamanda Salihli’nin TEMA Temsilcisi olduğu için, anlattıklarının “çevrecilik kaygısı”ndan kaynaklandığını sanmıştım.
Ama, sesinin tonu “imdat” seviyesine çıkınca; “Tamam” dedim, “ilgileneceğim.”
Sadece Hüseyin Emrem değildi arayan... Salihli’den, Manisa’dan, Turgutlu’dan, Akhisar’dan, Menemen’den ve hatta İzmir’den arayan okurlarım; “Bir Egeli olarak sesimizi sen duyur” dediler; “Aksi halde, Gediz’de ne bet kalacak, ne beniz!”
GEDİZ, HİROŞİMA’YA DÖNEBİLİR!
Gerek “telefon” ve “mail”lerden, gerek yaptığım “araştırma”lardan sonra öğrendim ki;
“Gediz, bir katliamın eşiğinde!”
Efendim, olay şu:
Sardes Nikel Madencilik adlı bir İngiliz şirketi, Turgutlu Çaldağ’da “nikel” çıkarmak için “15 yıllık bir izin” almış... İzin alır almaz da, “ana tesisin 200’de biri” büyüklükte bir “pilot tesis” kurmuş!..
Sonra “çevreciler”in ve “yöre halkı”nın protestoları başlamış... Tepkiler büyüme eğilimine girmek üzereyken, devreye, dönemin Çevre Bakanı Osman Pepe girmiş ve “İngiliz şirket”in iznini “iptal” etmiş!..
Aradan geçen süre içinde “madencilik yasası”nda yapılan değişiklikleri fırsat bilen Sardes Nikel Madencilik adlı İngiliz şirket, yeniden “kımıldamaya” başlamış!.. Eğer “yeterli para”yı bulabilirlerse, çalışmalara yeniden başlayacaklarmış!..
Peki, parayı bulup da “nikel madeni” çıkarmaya başlarlarsa, ne olacak?..
Cevabı gayet basit:
“Gediz ikinci bir Hiroşima olacak!”
Nasıl mı?..
Tesisin kurulması için, ilk önce “resmî rakam”lara göre 330 bin ağaç, buna “ağaç” sayılmayan “fidan”ları da eklerseniz, “yaklaşık 2 milyon ağaç” kesilecek!..
Sonra, “Çaldağ oyulmaya” başlanacak!..
En önemlisi de;
Çaldağ’dan çıkarılan toprak, “milyonlarca ton sülfürik asit”le yıkanacak!..
İşin, daha da vahimi;
Bütün bu işlemler “açık hava”da yapılacak!.. Yani, “uzman”ların ifadesiyle; “Dünyanın en büyük ve en verimli 7. tarım havzası” olan Gediz Ovası, tam bir “Açık hava kimya işletmesi”ne dönecek!..
Bu, ne demek?..
Şu demek: “Dağlarından yağ, ovalarından bal akan” topraklar, “taammüden işlenen bir cinayet”e kurban gidecek!..
Sizin anlayacağınız;
“Gediz Ovası’ndaki yeraltı suları tükenecek!.. Nikel madeni çıkarmak için kullanılacak sülfürik asit bütün bölgenin sularına karışacak ve milyonlarca insan kanserin pençesine düşecek!.. 15 yıl sonra İngiliz şirketin işi bitip gittiğinde; geride, bir otun bile bitmediği Hiroşima kalacak!”
ÇİN’E UZANAN TANKER KUYRUĞU!
Yazdıklarımın bir “dehşet senaryosu” olduğunu düşünenler çıkabilir... Ancak, yazdıklarım “senaryo” değil, tamamen “gerçek!”
Buyrun, “olacağı” birlikte görelim:
“Nikel Madeni”nin çıkarılması için 15 yıl boyunca “15 ilâ 18 milyon ton sülfürik asit kullanılması” gerekiyor!..
Bir büyük “asit tankeri”nin ancak “20 ton asit” alacağını düşünürseniz, “15-18 milyon ton asit” için kaç tanker kullanılacağını varın, siz hesaplayın...
15-18 milyon tonu, bölün 20 tona; eder “800 bin tanker!”
“800 bin tanker”in uzunluğu nedir, bilir misiniz?.. 800 bin tankeri, Turgutlu’dan Doğu’ya doğru tampon tampona dizin... Kuyruk Pekin’e kadar uzanır ve hatta Çin Denizi’ne ulaşır!..
Sizin anlayacağınız;
İşte bu kadar “asit” kullanılacak Çaldağ’da!.. Hem de, “açıkta!”
Bu asitin “açıkta kullanılması” demek, bölgeyi “açıkhava kimya işletmesi”ne çevirmek demek!..
Şu hâle bakın;
Adamlar, “35-40 milyar dolar kazanacakları” bir iş için “5-10 milyar dolarlık bir yatırım” yapıp da, “kapalı mekân” inşa etmeye yanaşmıyorlar...
Avustralya’da yapılıyormuş bu!.
Bu işler için, “düdüklü tencere”yi andıran “basınçlı kaplar” kullanılıyormuş!..
Ama İngilizler, bunu yapmaya yanaşmıyorlar!.. İllâ zehirleyecekler bizi!..
Şöyle bir soru gelebilir aklınıza;
“Memleketin paraya ihtiyacı var... Bırakın da yatırım yapsınlar!”
Tamam, yapmasına yapsınlar da, bize bir faydaları olmayacak ki!.. Çıkaracakları madenin değeri “35-40 milyar dolar” civarında... Buna karşılık; Türkiye’nin kazanacağı para, taş çatlasa, “165-170 milyon dolar” civarında!..
Kazanacakları 35-40 milyar dolar!..
Bırakacakları 165-170 milyon dolar!..
Değer mi, “Hiroşima”yı yaşamaya?..
Değer mi, “büyük bir tarım havzası”nı, “devasa bir çöl”e dönüştürmeye?..
HAVADAN ASİT YAĞACAK!
Diyelim ki; “bütün tedbirleri” aldılar, peki hiç mi riski yok bu işin?..
Metalürji Yüksek Mühendisi Prof. Dr. İsmail Duman diyor ki;
“Büyük ihtimalle Güney Amerika’dan ithal edecekleri kükürtleri bir fabrikada yakacaklar!.. Çünkü, şu anda kurdukları tek fabrika, sülfürik asit fabrikası... Dünyanın ikinci büyük sülfürik asit fabrikasını bir tarım havzasına, yani Türkiye’nin en verimli, dünyanın yedinci büyük verimli tarım havzasının orta yerine kurmak, çatınıza yüz ton dinamit depolamak gibi bir şeydir...
En ileri sülfürik asit üretim teknolojilerinde bile, binde üç kaçak vardır. 18 milyon ton sülfürik asitte binde üç, korkunç bir miktar.
Bu demektir ki;
54 bin ton sülfürik asit havaya karışacak... Oysa; Gediz, sülfürik asidin içindeki kükürte tamamen yabancı bir havza. Burası laterit havza, oksitli topraklar. Hiç kükürt yok bu topraklarda. Bu ekosisteme yabancı bir elementi devasa miktarlarda soktuğunuzda, doğal yaşamda öyle bir kırılma olur ki, bir daha geri dönülemez.”
ANKARA YANILTILDI MI?
Turgutlu TEMA Temsilcisi Ayla Yönet ise, olayın farklı bir boyutunu gündeme getiriyor:
“Öyle sanıyorum ki; Ankara, burada olacakların farkında değil, yanlış bilgilendirme olmuş. Mesela ÇED raporunda gölet olarak adı geçen şeylerin dördünün büyük baraj olduğunu öğreniyoruz.
Eminim, Ankara’dakiler bunu bilseler onay vermezlerdi... Birinci derecede biz Turgutlu’da yaşayanlar etkileneceğiz. Macaristan’daki olayı biliyorsunuz; bütün köyü o kızıl çamur kapladı... Bu Turgutlu’nun değil, Türkiye’nin sorunu, herkesin müdahil olması gerek.”
TARIM DA BİTER, İNSAN DA!
Bütün bunlardan sonra, “tesis kurulunca ne olur?” diye merak edenlere derim ki;
Uşak’ın batısından başlayın, Ege Denizi’ne kadar Gediz Havzası’nda tarım biter...
Burası Sultaniye üzümünün, sarı kuru üzümün dünya başkenti. Dünyanın her yerine buradan kuru üzüm ihraç ediliyor. Ve bunun yüzde 85’i açıkta kurutuluyor.
Şimdi düşünün;
Asit taşıyan rüzgar geldi, kurumakta olan üzümün üstüne oturdu. İhraç etmeye kalkarsanız hangi gümrükten geçer?
15 yılın sonuna gelmeden buradan büyük göçler başlayacak. İki milyonun üzerinde bir nüfus bundan etkilenecek.
İnsanlar “kanser”den kaçacak. Çünkü, benzeri bir olay Kıbrıs’ta yaşanmış... 1913 yılında Lefke’de, Kıbrıs Maden Şirketi adlı bir şirket, “bakırı ayrıştırmak” için, “açık havada sülfürik asit” kullanmış!..
Ama, “2 kilometrekarelik bir alan”da kurulan tesisler, “100 kilometrekarelik bir alanı” etkilemiş!.. “Maden”de çalışan “işçiler”in hepsi, “kanser”den ölmüş!..
Sadece işçiler mi?..
Şu an Kıbrıs’ta en fazla görülen hastalık, kan kanseri imiş... Madenin yakınında bir köy varmış... O köyde ise çok ilginç bir hastalık ortaya çıkmış... Bir çeşit kas hastalığı... Sağlıklı insanlar bir anda pelteye dönüyor, kasları erimeye başlıyor, sinir sistemleri iflas ediyor, altı ay geçmeden de ölüyorlarmış!..
Gediz Havzası’nı bekleyen de bu!..
Yani, sadece “toprak” değil,
“İnsanlar” da ölecek!..
SAHİL Mİ, DAHİL Mİ?
Hemen söyleyeyim;
Bu konuyu gündeme getirmemde, “Egeli” oluşumun elbette büyük bir rolü var... Ama, bu mesele sadece “Ege”nin değil, aynı zamanda “Türkiye”nin meselesi!..
Öyle umuyor ve bekliyorum ki;
Çevre ve Orman Bakanı sayın Veysel Eroğlu başta olmak üzere, bütün kabine üyeleri bu konuyu yeniden gözden geçirecekler, “Çaldağ ve Gediz Ovası’nın katledilmesine” göz yummayacaklardır!..
Öyle ya;
Bir yandan “Sahil şehirlerini kazanmaya” çalışırken, bir yandan da “verimli toprakların kaybedilmesi”ne göz yummak, “bölge insanını gözden çıkarmak” anlamına gelir!..
“Deniz kenarları”nı kazanalım derken, “Gediz kenarları”nı kaybedebiliriz!
Şahsen ben; Başbakan sayın Tayyip Erdoğan’ın bu işe “dur” diyeceğini umuyor ve bekliyorum.
Herhalde “Egeli’nin sesi”ne kulak verir!..

TRT’nin yaptığı “gazetecilik”tir!

Daha birkaç yıl öncesine kadar TRT’yi “hantallık”la suçlayan, “TRT’de çalışan binlerce kişi, özel televizyonlarda çalışan 300-500 kişinin yaptığını yapamıyor!.. TRT, devletin sırtında bir kamburdur” diyen bizler değil miydik?..
Açık ve net söyleyeyim: İbrahim Şahin’in TRT’nin başına geçmesinden sonra; hem “hantallık” bitti, hem de “tabu”lar yıkıldı... Gerek “haber”leri, gerek “röportaj”ları ve “tartışma programları” ile TRT, “izlenir” hâle geldi.
Dahası, “sürekli zarar” eden kurum, “reklâm pastası”ndan aldığı payla da “kâr” etmeye başladı... Ama, çok daha önemlisi; “Özel televizyonlarla rekabet” etmeye başladı... Düne kadar “nal toplayan” kurum, bugün “haber atlatmaya” başladı...
TRT’nin bu “gazetecilik başarısı”dır ki, “kartel medyası”nı rahatsız etmeye başladı... Hem “hava”ları söndü, hem “rant”ları tırpanlandı!.. “Kartel”in, TRT’yi “hedef tahtası”na oturtmasını, bu açıdan değerlendirmek lâzım... TRT’nin; o günlerde gündemde olan Tuncay Güney’le de, bugün gündemde olan M.Ali Ağca’yla da röportaj yapması, bir “gazetecilik”tir.
Heyy kartel!.. Kıskanma ne olur; çalış, senin de olur!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi