Fatma Tuncer

Fatma Tuncer

Neden cami avlusu?

Neden cami avlusu?

Yıl... 5 Ekim 2010 "Şanlıurfa'da yeni doğmuş bir bebek cami avlusuna bırakıldı. Çevre sakinleri, bebeği 25-30 yaşlarında bir bayanın bıraktığı iddia ettiler... Vatandaşlar tarafından polis karakoluna bırakılan bebek artık devlet güvencesinde.

Yıl... 09 11 2010 "Küçükçekmece'de bir caminin avlusuna terk edilmiş halde bulunan bebek, bir fırıncı tarafından karakola teslim edildi. Kimliği belirsiz bir bayan ve erkek tarafından bırakılan bebek devlet güvencesine alındı"

Yıl... 4 Kasım 2010 "Rize'nin Pazar ilçesinde yeni doğmuş bir erkek bebek, cami kapısına bırakıldı. Sabah namazı için camiye gelen imam tarafından bulunan bebek hastanede tedavi altına alındı."

Annelerin bu acımasızlığını kabul edelim ya da etmeyelim, terk edilen bebekler, bir şekilde cami avlusuna bırakılıyor ve buradan da devlet güvencisine alınıyor. Yani, çocuğunu herhangi bir sebebe bağlı olarak bırakmak isteyen annenin aklına ilk gelen yer cami avlusu oluyor.

Ne olursa olsun, anne için çocuğundan daha değerli bir şey yoktur. Bir çok anne yaşadığı her türlü çile ve yoksulluğa rağmen, çocuğuna sarılarak yaşamına devam ediyor. Bu doğal bir durum... Zira, aşınmadığı sürece, anneyle bebek arasındaki o güçlü bağ annenin dayanma gücünü arttırıyor ve bebeğine şefkatle sarılmasını sağlıyor. Bunu yadırgamayız çünkü annenin bebeğine yetecek miktarda sevgisinin olduğunu biliriz. Anneliğin doğal yapısına rağmen bazen yaşanan çaresizlik insanı istemediği kararlara da sürükleyebiliyor. Böyle durumlarda anne ama haklı ama haksız çaresizliğine teslim oluyor ve bebeğini güvenli bir yere bırakmak istiyor. Ne kalabalıklar arasına, ne herhangi bir kuruma ne de sokağa bırakıyor, doğruca camiye gidiyor ve buraya terk edip gidiyor.

Küçük bir bebek sevgisine en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemde anneden ayrılıyor ve terk ediliyor. Kimbilir belki de, yıllar sonra bir televizyon kanalında, çocuğunu arayan bir anneyle ya da anneyi arayan bir gençle karşılaşacağız...!

Anne, çocuğunu camiye bırakıyor. Çünkü, buraya inancına bağlı, iyi insanların geldiğine inanıyor. Burada bebeğine kendi veremediği şefkati verebilecek ya da onu ilgili kurumlara ulaştıracak duyarlı insanların olduğunu biliyor.

Yaşlı bir danışanım, gençlik yıllarında ailesi tarafında evden kovulduğunu ve bir ay boyunca cami avlusunda sabahladığını anlatmıştı. Yaşlı kadının hayat hikayesi baştan sona acılarla doluydu ama aileden ayrıldığında niçin camiyi tercih etmişti. Bu soruyu ona sorduğumda bana "çünkü, buradaki insanlarda Allah korkusu vardır, bana zarar vermezler diye düşündüm. Böyle düşünmekle de haklıydım çünkü cami cemaatinden biri bana yardımcı oldu, iş buldu ve çalıştım bir süre sonra da evlendim" demişti.

Kuşkusuz, hiçbir anne çocuğunu sokağa bırakmak istemez. Ama çaresizlik bazen insanı asla yapmam diyebileceği şeylere de sürükleyebilir. Bir de, evlilik dışı dünyaya gelen ve anne babanın acımasızca kurban ettiği bebekler var tabi. Bu bebekler de ne yazık ki, anne babanın hatalarını sırtlarında taşımak zorunda kalıyorlar ve önce cami avlusuna oradan da Çocuk Esirgeme Kurumu'na bırakılıyorlar. Sebebi ne olursa olsun terk edilen çocukların, büyük bir kısmı cami avlusuna bırakılıyor. Buradan da ilgili kurumlar tarafından koruma altına alınıyor. Bu da, insanımızın dindarlara karşı beslediği güven duygusunu ortaya koyuyor.

Kendilerini ülkenin laik ve çağdaşları olarak tarif eden zevatlarca bu kurumlar ne kadar yıpratılmaya çalışılsa da insanlar inançlı insanlara güveniyor ve onlardan bir zarar gelmeyeceğine kanaat getiriyor. Öteden beri dindarlara ve onların ilişkili olduğu kurumlara karşı bir hınç ve karalama kampanyası yürütülmüş ve bu insanlar ağır iftiralara maruz kalmışlardır. 28 Şubat sürecinde bu baskılar hat safhaya ulaşmış çocuklarımızın Kur'an eğitimi alma hakları dahi engellenmeye çalışılmıştır. Askeri, bürokrasi güçler ve bunu destekleyen basın kuruluşları tarafından abluka altına alınan ve suç odağı olarak gösterilen camiler ise, yaşananlara rağmen insanların kendilerini en çok güvende hissettiği mekanlar olmuştur. 28. Şubat, camilerin ve dindarların yara aldığı ve yıpratılmaya çalışıldığı bir süreç olarak hafızalarımızdan hiç silinmiyor. Bir veba ya da karanlık bir kabus gibi yaşadık o günleri. Bizler ve temelde bağlı olduğumuz değerlerimiz doğrudan hedef seçilmiş, inançlı insanlar suçlu ilan edilmiş ve kamu çalışanları baskı altına alınmış, camiler potansiyel birer suç odağı olarak lanse edilmiş ve göz hapsinde tutulmuştur. Ayrıca bir çok Kur'an kursu, vakıf ve derneklerin kapılarına kilit vurulmuş, başörtülü hanımlar işten atılmış, çocukların Kur'an eğitimi alma hakları sınırlandırılmıştır. Fakat, bu sürecin ağır yaralarına rağmen insanlar Allah'tan korkan ve günde beş vakit namaz kılan kimselere olan güvenlerinde en ufak bir sarsıntı dahi yaşamadılar. Aksine bu insanlardan kendilerine bir zarar gelmeyeceğini inandılar ve bunun için de anneler, hatalarının kurbanı ettikleri çocuklarını cami avlusuna bırakıyorlar. Bu da gösteriyor ki, yüz kere daha 28 şubat tahribatı yaşansa, bu insanlar Allah'ın adaletine ve ona inanan insanların güvenirliliğine inanmaya ve güvenmeye devam edecekler. Bu bir gerçek...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatma Tuncer Arşivi