Süründüren aşk!

Süründüren aşk!

Oturdum gazete okuyorum; Diyarbakır-Şanlıurfa yolunda gazetecilerle sohbet eden Kemal Kılıçdaroğlu, "CHP ile Kürtlerin aşkının öldüğü iddiasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?" sorusuna şöyle cevap vermiş:


-Aşk ölmez, eğer gerçekten seviyorsan!

Gazete okurken aniden kaykılıp koltuktan yere düştüğümü fark eden hanımı, bilahire teskin etmekte çok zorluk çektim, "Yahu bir şey yok; bir haber okuyordum, gülmem tuttu, sâkin olun, ortalığı velveleye vermeyin, iyiyim ben" dedimse de inandıramadım. Nihayet, "Alın siz de okuyun" diyerek gazeteyi uzattım. Okudular;

-Tamam, komik ama, insanı koltuktan düşürecek kadar da değil dediler. "Nasıl komik değil yahu?" diye celâllendim bu sefer. "İddiaya girerim, bugün itibarıyla dünyada yayınlanan bütün gazetelerde bu kadar komik bir başka haber yer almamıştır; isteyen araştırabilir" diye üsteledim.

Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP'ye yeni bir hava getirdiği tartışılmaz; nitekim Baykal böyle espriler yapmaz, aklına bile getirmezdi. Bana göre siyasetçilerin espri yapması önemli bir meziyettir ve teşvik görmelidir. Sayın Kılıçdaroğlu'nu bu bakımdan diğer liderlerden ayırıyor ve farklı bir yere koyuyorum. Meselâ yaptığı espriye herkesten evvel kendisinin gülmeye kalkışmaması olumlu bir puandır ama içimde bir şüphe... Ya espri yaptığının farkında değilse; ya hakikaten ciddi bir şey söylediği zehâbına kapılarak böyle konuşuyorsa, ya siz bu satırları okurken açıklama yapıp, "Ne esprisi yahu, ben bilakis en kalbî ve derûnî hislerimi seslendirdim!" derse ne olacak?

Ne olur, mis gibi espri güme gitmiş olur, o kadar!

Nitekim az sonra meşhur Diyarbakır seferinin diğer ayrıntılarına göz gezdirirken fark ettim: Kılıçdaroğlu, Diyarbakır'da CHP'nin geçmişteki tutumu sebebiyle özür dilemiş ve "Bölgede yaşanan acı ve gözyaşını dindirmek, CHP'nin boynunun borcudur" demiş.

Bu sözleri okurken nasıl bir ses çıkarmış olmalıyım ki, "Adamın başına bir hal geldi; amanin acil servisi arayın" diyerek salona koşan eşim, beni yerde debelenirken görüp "Gittiii, gitti!" diye feryada başlayınca, can havliyle gazeteyi gösterdim. Okudu,

-Haklıymışsın dedi, "Bu borcu nasıl ödeyeceğini bilemem ama espri yaptığını kabul etmeliyiz; üstelik bak bir espri daha yapmış; CHP geçmişte bölgeye ilgi göstermedi; bunun için özür diliyoruz diyor..."

-Gülmekten niçin yere düştüğümü anlıyorsun değil mi, dedim.

-Anlıyorum ama konuyu bu kadar abartman gerekmezdi, dedi. "Adam politikacı; bölgeye gitmek, gidince de bir şey söylemek zorunda. Sonuçta söyleyebileceği en mâkul şeyleri konuşuyor, sen de gülmekten yere yıkılıyorsun; ayıptır, sivil siyasete saygı göstermelisin!"

Hoppala! CHP'nin nasıl olup da sivil siyaset alanı içinde mütalâa edilebildiği meselesi kafamı karıştırdı; "Baksana bana" dedim, "CHP'nin neresi sivil; hâlâ biz devleti kuran partiyiz, rejimin garantisiyiz, 6 okumuz var deyip durdukları halde nasıl sivil olabiliyor ki?"

-Ben onu bunu anlamam, dedi, "Seçime giren herkes sivildir."

Haksız değil, ama istirham ederim, haklı da değil! CHP, o kadar "fenâ fi'd-devle" bir şey ki anayasamızın içinde yok fakat girişine kapı gibi kurulmuş ama şimdi nasıl anlatırsın bunca ayrıntıyı... Kızdım,

-Sen ne anlarsın bu işlerden, matematikçiysen matematikçiliğini bil, şimdi bana bir az şekerli kahve pişir bakalım diye otoritemi konuşturdum. Tınmadı bile,

-Ne mecburiyetim varmış kahve pişirmeye, diye diklendi, "Özür dilemezsen kahve-mahve yok."

-O kolay, dedim, "Kemal Bey'in Kürtlerden özür dilerken yaptığı gibi ben de senden özür diliyorum; haydi pişir bakalım kahvemi!"

Durdu, düşündü, "Olmadı" dedi, "Sen aslında özür filan dilemiyorsun; espri yapıyorsun; gerçek niyetin özür dilemek değil."

-Ha şunu bileydin hanım, dedim; ben zaten pek kahve sevmem bilirsin. Maksat, i'lerin noktalarını yerine koymaktı sadece...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi