İsrail’i dizginlemek

İsrail’i dizginlemek

Arap ülkelerinin, 1948’deki kuruluşundan bu yana İsrail’e karşı verdikleri mücadelenin başarısızlığı, gelinen noktada karşı karşıya olunan tabloda açık şekilde görülüyor.

Bu zaman zarfında İsrail’e karşı açılan her savaş ne yazık ki mağlûbiyetle ve siyonist işgal alanının biraz daha genişlemesiyle neticelenmiş.

Bugün Kudüs başta olmak üzere Filistin topraklarının çok büyük bir kısmı ve ayrıca Suriye’ye ait Golan tepeleri İsrail hakimiyeti altında.

İsrail’in Filistinlilere “lütfettiği” Batı Şeria ve Gazze ise, geniş Filistin coğrafyasında birbirinden kopuk küçücük birer “adacık” durumunda.

Dahası, Gazze amansız bir ambargo kuşatması altında tutulurken, Kudüs’ü tamamen Yahudileştirme ve Batı Şeria’da yeni Yahudi yerleşimleri inşa etme çalışmaları tamgaz devam ediyor.

İsrail bu inşaatlarda o kadar inatçı ve ısrarlı ki, Obama yönetiminin işbaşı yaptıktan sonra, mâlûm sebeplerle yine tıkanan barış görüşmelerini tekrar başlatmak için bunların dondurulması ve ertelenmesi yönündeki taleplerini de reddetti.

Ve ABD, kulakardı edilen bu taleplerinden vazgeçmek mecburiyetinde kaldığını açıkladı.

Oysa bu yerleşimler, var olan işgalin daha da genişletilmesinin ötesinde bir anlam taşımıyor.

Bir taraftan Filistin tarafı ve Arap âlemi her fırsatta İsrail’in 1967 savaşı öncesindeki sınırlara çekilmesi gerektiğini tekrarlarken, diğer taraftan güya Filistinlilere bırakılan bölgelerde de Yahudi yerleşimlerinin ara vermeden, hızla devam ettirilmesini başka türlü izah etmek mümkün mü?

İşgalin Kudüs boyutu ayrı bir vahamette.

Mescid-i Aksa ve Kubbetüssahra başta olmak üzere İslâmın ve Doğuş Kilisesi başta olmak üzere Hıristiyanlığın mukaddes mekânlarının bulunduğu Doğu Kudüs’ü de Yahudileştimek için geliştirilen projeler bütün hızıyla sürdürülüyor.

Mescid-i Aksa’nın hemen yanı başına, onu gölgede bırakacak cesamette bir Yahudi mabedi dikilirken, Aksa’yı ve Haremüşşerif olarak ifade edilen avlusunu çökme riskiyle karşı karşı bırakan kazı ve tünel çalışmaları da devam ediyor.

Dahası, İsrail bunlarla yetinmeyip, güya Filistinlilere devrettiği Batı Şeria’daki birçok tarihî binayı “ulusal miras” kapsamına alarak, “topyekûn Yahudileştirme” projesini oraya da taşıyor.

Devreye giren UNESCO’nun itirazına rağmen.

İsrail’in genel tavır ve politikaları bu minval üzere devam ederken hangi normalleşmeden söz edilebilir? Bu tavırla barış müzakeresi olur mu?

Elbette Benî İsrail Peygamberleri adına mabedler inşa edilebilir. Onlar, Kur’ân’da da adları geçen ve İslâmın da kabul ettiği ilâhî elçilerdir.

Ama onların adını taşıyan gösterişli mabedler inşa ederek Kudüs’teki İslâm ve Hıristiyanlık eserlerini gölgelemeye, hattâ tedrîcen tahribe çalışmak, hiçbir şekilde kabul ve tasvip edilemez.

Kudüs ve Filistin Müslümanların hakimiyetinde iken böyle şeyler hiç olmamış; tam tersine Hz. Ömer (r.a.) Kudüs’ün fethi sonrasında ziyaret ettiği kilisede namaz kılması teklifini geri çevirmiş; sonraki asırlarda da üç semavî dinin sembolleri hassasiyetle korunurken, mensupları barış ve huzur içinde bir arada yaşayabilmişti.

Moşe Dayan gibi fanatik siyonistlerin dahi itiraf ettiği gibi, Osmanlı döneminde de aynı hassasiyet sürdürülmüş ve bu sayede Kudüs Müslümanların elinde “beledül-emin” olarak anılmıştı.

Eğer İsrail, Filistin topraklarında Müslümanların bu âdil ve müşfik tavrını örnek alıp uygulayabilseydi, kendisini de kurulduğundan bu yana diken üstünde tutan “Filistin sorunu” doğmazdı.

Aynı şekilde Filistinliler ve diğer Araplar da sosyalist Arap milliyetçiliğine dayalı kör ve neticesiz savaş yöntemleri yerine, akılcı ve gerçekçi stratejilerle hareket etselerdi, bugün Filistin’de çok daha farklı ve olumlu bir tablo yaşanabilirdi.

Bakalım, Türkiye’nin farklı bir yaklaşımla devreye girmesi bu tabloyu değiştirebilecek; İsrail’i dizginleyebilecek ve Filistin’i rahatlatabilecek mi?

Çok zor, ama “Keşke öyle olsa!” diyoruz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi