Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

27 Mayıs kokuları geliyor

27 Mayıs kokuları geliyor

Bunu ben söylemiyorum... Namlı bir CHP’li ve eski bir “Monşer” olan İnal Batu söylüyor.

Diyor ki, “Bu iş tekin değil. Birtakım hesaplarla öğrenciler kullanılıyorsa üzerine ciddiyetle gidilmeli. 1960’ı yaşadım. 12 Mart’a, 12 Eylül’e nasıl gelindiğini gördüm. Bu gençlik olaylarıyla başlayan gelişmelerin ülkeyi nerelere götürdüğünü biliyoruz. Hadise çıkartalım da ülkeyi kargaşa ortamına sürükleyelim, diyen birileri var mı bakmak lazım. Öğrencileri maşa olarak kullanan varsa ortaya çıkarılmalı.”

Demek istiyor ki, “İşin içinde 27 Mayıs kokusu alıyorum...”

İnal Batu bu düşüncesinde yalnız değil.

Hasan Cemal de, “Öğrenci protesto demektir... Siyasetçi buna alışmalıdır” parantezine aldığı sözlerini, kendi macerasından yola çıkarak, ince bir “aman dikkat” mesajıyla bağlıyordu.

Hasan Cemal de 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşamıştı.

12 Mart’a götüren sürecin bizatihi içindeydi.

Doğan Avcıoğlu’nun kavramsallaştırdığı, “ordu gençlik elele” düşüncesinin gönüllü neferiydi... Bir adanmıştı...

Ülkeyi kurtaracağına “inandırılmış” bir kesin inançlıydı...

Siz en iyisi, “Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım” kitabını okuyun.

Ek “okuma parçası” olarak da “Cumhuriyeti Çok Sevmiştim” ve “Tank Sesiyle Uyanmak”a göz atın.

Öğrenci olayları nerde tezgâhlanıyordu?

Bombaları kim getiriyordu?

Bombaların nerede patlatılacağına “kimler” karar veriyordu?

İrfan Solmazer kimdi?

Eski bir asker ve senatör olan Solmazer niçin 11 Mart sabahı sırra kadem basmıştı? Niçin kimse ifadesine başvurmamıştı? Niçin ölünceye kadar suskunluğu tercih etmişti?

Bunları öğrenin...

Eski kaşar ve namlı ağabeylerimizin “iş üstündeki” hal-i pür melalini görün...

Elbette “öğrenci eylem demektir”, elbette “protesto demokratik bir haktır”, elbette “legalite legalitedir” ama bizim konuştuğumuz şey, legalite içindeki llegalitenin ülkeyi getirip bıraktığı nokta... Bunun üzerine darbeler bina edildi...

Muhtıralar verildi.

Linç kampanyaları ve sürek avları düzenlendi.

Bunları konuşurken, paralel olarak bir de dönüp, kendilerini “özgür medya” diye yutturan “yumurtacı medya”nın hal-i pür melaline bakalım. Bütün darbeleri desteklediler... Bütün muhtıralara alkış tuttular... Demokratik normale yönelik bütün militer kalkışmaları “anlayışla” karşıladılar... Hrant Dink’in katillerini “bir avuç serseri” ilan ettiler. Orhan Pamuk ve Ahmet Kaya’ya yapmadıkları pisliği bırakmadılar... Andıçlar yayınladılar, yalan haberler yazdılar, insafsız manşetler attılar, karargâh çıktılarıyla insanların hayatını kararttılar...

Şimdi kalkmış “özgür düşüncenin hamiliğini” yapıyorlar.

Hiç utanmıyorlar da...

Biliyorsunuz, önce “Malezyalaşıyorduk”, sonra “mahalle baskısı”nın tarassutu altına girdik. Yediremedik... Derken, “sivil dikta” ve “faşist hükümet” dönemi başladı... Ardından (Arato denen bir zavallının tanıklığında) “korku imparatorluğu”na hızlı ve seri bir geçiş yaptık.

Belki “yumurta eylemleri”nden mevzun bir kaos çıkar, “özlenen düzen” kurulur, “vergi barışı”na kalmadan bütün borçlar sıfırlanır.

Neden olmasın!

Testisten “irtica” üreten adamlar bunlar...

Bunlardan her şey beklenir...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi