Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Namın yürüsün Kemal Bey

Namın yürüsün Kemal Bey

Tamam, öyle yapalım, şans tanıyalım, erkenden ipini çekmeyelim, bir de Baykal’sız ve Sav’sız haline bakalım.

Bakıyoruz ama bir şey de göremiyoruz.

Bu kurultayın önemi şuydu:

Kılıçdaroğlu, Baykal ve Sav’ı dışarıda tutarak hem prangalarından kurtulmuş, hem de yapacağı “vitrin konuşması”yla “yeni siyasetinin” çerçevesini çizmiş olacaktı. Dolayısıyla, Parti Meclisi’ne kimin seçildiği, hangi adayın kaç oy aldığı, Gürsel Tekin’in niçin harcandığı bu konuşmanın yanında tali konular olarak kalıyor...

İlk kez bir şey yaptım.

Tatil günümü Kılıçdaroğlu için harcadım.

Kuruldum televizyonun karşısına ve büyük bir dikkatle yaptığı konuşmayı izledim.

Hemen söyleyeyim:

Sukut-u hayale uğradım.

Konuşması, referandum sürecinde sarfettiği lafların küçük bir özeti gibiydi. Kötüydü. İticiydi. Hatta, korkutucuydu.

Bir sürü şey anlattı ama yeni hiçbir şey söylemedi.

Evet hırs gelmişti, evet bir özgüven halesiyle çerçevelenmişti, evet “ben lider olmak istiyorum” diye bağırıyordu ama yine o bildiğimiz Kemal Bey’di...

Sinikti...

Refikimiz Can Dündar, Kemal Bey’i, Ölü Ozanlar Derneği’nin “siteme kafa tutan” öğretmen kahramanına benzetmiş. Biraz uçmuş...

Bana sorarsanız, en çok bu yönü benzemiyor.

Devletin kırmızı çizgilerini oluşturan konulara teğet geçeceksin... Etnik meselelere hiç girmeyeceksin... Ağzından bir tek “Kürt” ve “Alevi” sözcüğü çıkmayacak... Laiklik, başörtüsü, asker-siyaset ilişkisi ve sivilleşme konularında tek laf etmeyeceksin... Kemalizm’in bile tükettiği kavramlarla “sosyal demokratmış gibi” yapmaya devam edeceksin... Sonra da, “sisteme kafa tutan adam” olacaksın.

Öyle mi?

Hakkını yemeyelim, boyun damarlarını şişirerek 12 Eylül darbecilerine verip veriştirdi, kendince minik bir “kırmızı çizgi ihlali” yapmış oldu ama celadeti Evren’in yaptığı darbeyle sınırlı kaldı. Madem darbe kötü bir şeydir ve bunu vitrin konuşmasına dahil edecek kadar önemsiyorsun, şu 27 Mayıs, 28 Şubat, 27 Nisan, Madanoğlu ve Aydemir kalkışmalarına da değiniver bir zahmet...

Be bileyim...

Ergenekon’dan gir Kafes’ten çık.

Oradan Sarıkız’a, Ayışığı’na, Yakamoz’a filan uğra... Balyoz’u anlat. Hrant Dink’i ortadan kaldıran linç ikliminden söz et... Bu iklimin oluşmasında emeği geçen “yandaşlarına” ve “partidaşlarına” iki çift laf et... Değil mi?

Dediğim gibi, kötü bir konuşmaydı.

Müddei tavrı da pek inandırıcı değildi.

Mesela, bir yerde, bütün yoksulları asgari ücret tutarında maaşa bağlayacağını söyledi... Kaynak olarak da kendi ismini gösterdi... “Benim adım Kemal Kılıçdaroğlu” dedi.

İsim beyanının “kaynak” olarak gösterildiğini ilk kez duyuyoruz.

Tamam, senin adın Kemal Kılıçdaroğlu da...

Bu ismin büyüsü nedir?

Bu ismin büyüsüyle bugüne kadar hangi sorunu çözdün ki, kaynak meselesini de “şıpın işi” hallediyorsun?

Kemal Kılıçdaroğlu, evet, bir isimdir...

Namı olan bir isimdir...

Fakat, insanlarda olumsuz çağrışımları olan bir “nam” bu...

Meraklısı, Kılıçdaroğlu’na “nam” kazandıran olayı (SSK’yı hangi rakamlarla devraldığını, hangi rakamlarla devretmek zorunda kaldığını) kurcalayabilir.

Ülkeyi de SSK gibi yönetecekse, vah halimize...

IMF’li, enflasyonlu, devalüasyonlu, emisyonlu günlere şimdiden hazır olalım...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi