Merve Kavakçı İslam

Merve Kavakçı İslam

Çizgiyi nerede çizmeliyiz? (2)

Çizgiyi nerede çizmeliyiz? (2)

Bizler bu ülkenin dilinin Türkçe olduğu öğretisiyle büyüdük. Rejimin kararıydı bu. Bugün iki dil tartışmalarıyla rejime de ciddi bir eleştiri getiriyoruz, bunu aklımızın bir köşesinde tutalım. Teorik açıdan konuyu ele almaya devam edelim: Büyükanıt’ın köylü kadına hatırlattığı, rejimin gereklerinden olan Türkçe konuşmasıydı. Yaşlı kadın önce Türkçe konuşacak, sonra bir şeyler talep etme hakkına sahip olacaktı. Daha doğrusu bu hakkı kazanacaktı. Yani devletten talep Türkçe konuşma önşartına bağlıydı. Bir taraftan din, dil, ırk ayrımı anayasal sorumluluklarla yasaklanmıştı, anayasa herkesin devlete eşit mesafede olduğunu söylüyordu, ama Kürt kadın devletten bir şey talep edebilmekte gerekli iletişim kanalını kullanamadığı için geriye itiliyordu. Burada temel sorun milli kimliğin oluşturulmasıyla alakalıdır. T.C milli kimliği ortak geçmiş, ahlak, coğrafya, tarih yanında ortak dil mecburiyetini de beraberinde getiriyor. Hepimiz Türkiye’de yaşıyorsak o zaman hepimiz Türk olmalıyız, Türk sadece Türkçe konuşur, Türk sadece müslümandır, geçmişi de geleceği de aynıdır Türkün, doğudan gelir batıya gider, hedefi aynıdır Türkün. Aynı şeyi ister ve bekler. Fazla söze gerek yok, aynılaştırmacıdır Türk milli kimliği. Farklılıkları kutlamaz, bilakis onları ortadan kaldırmayı kendi varlığının önşartı olarak görür, homojendir. Onun içindir ki rejimin çizdiği çerçevede bir çok-kültürlülükten ve farklılıkları değer olarak görmekten söz edilemez. Farklı dışlanır, cezalandırılır.
Bu kimlik oluşumunda bir problem görmüyor musunuz? Belli ki görmemişler bu işin mutfağına girip bu kimliği bize giydiren ‘kurucu(lar).’ İyi mi etmişler kötü mü etmişler ayrı mesele ama bir yerde hata ettikleri kesin. Nerede? Tektipleştiricilik yirmibirinci yüzyılda totaliter bir değer olarak algılanıyor. Ama benim işaret edeceğim bu değil, zira bugün boğucu ve diktatoryal bakılan, o zaman diliminin bir gerekliliği olarak savunulabilir bazılarınca. Konumuz bu da değil. Benim işaret edeceğim birbirine zıt öğelerin aynı kimlik altında toplanmasında. Sonuç? Oksimoron, kendi içinde çelişen bir yapı. Şizofrenik bir oluşum. Konuyu açalım: Hem Türksün ve damarlarında asil bir kan akıyor. Bir ırksın. Ancak hemırkların dostun olabilir. Gerisi? Potansiyel düşmandır. Hem de doğudan batıya yürüyüşün var ve bu yürüyüş varlığının temel öğesi. Yani olmazsa olmazı. Yani muasır medeniyetler seviyesine bir an önce çıkmalısın ve aradaki açığı vakit kaybetmeden kapatmalısın. Budur o günkü rejimin tutumu. Bugünkü duruşu farklı mıdır rejimin? Hayır.
Sonuç olarak da Avrupa Birliği’ne girmeden varlığını sürdüremezsin. Yanlış anlaşılmasın, bugün AB’nin Türkiye için bir olmazsa olmaz olup olmadığı konusunda sıcak tartışmalar olabilir, bir kısım bu gerekli derken diğer kamp AB’ye Türkiye’nin ihtiyacı yok diye bakabilir, bizim şu anda derdimiz rejimin ne düşündüğüdür, bizlerin, halkın değil. Rejim batılılaşmayı ve bunun yerel izdüşümü olan AB projesini bir gereklilik olarak görmektedir. Düzeltiyorum, batılılaşma bir gereklilik değil, bunun ötesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık sebebidir. Bir araç değil, hedeftir. Böyledir ama devlet bugün kendi ile çelişkili resimler de vermektedir. Bir an AB’ye öfkelenir, kimin sana ihtiyacı var diye kükrer, bir an da aman ne olur biz ettik siz etmeyin, bizi sizsiz bırakmayın konumuna geçer. Bu tenakuzlu durumun kaynaklarıyla devam edeceğiz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Merve Kavakçı İslam Arşivi