Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Âkif, Türkiye İslâm Cumhuriyetinin Rüyasını Görmüştü

Âkif, Türkiye İslâm Cumhuriyetinin Rüyasını Görmüştü

1921 Anayasası, Âkif’in rüyasını gördüğü Türkiye İslâm Cumhuriyetinin ilk işaretiydi. Safahat kitabının derûnunu okuyanlar bilirler ki, kitabında rüyasını gördüğü cumhuriyetin ve milletin tasvirini yapmıştı.
Hayâlini kurduğu cumhuriyeti kuracak orduya ithaf ettiği “Ordunun Duası” adlı şiirinde
“Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman / Putları Allah tanıyanlar, aman” mısralarıyla Türkiye İslâm Cumhuriyeti taraftarıydı.
Trajik bir kader ki, orduyu laikçi cumhuriyet istikametinde nizama sokan paşaların eliyle rüyasındaki cumhuriyet daha doğmadan ana karnında öldürülecekti.
İlk Meclis’te “Birinci Grup”ta adı geçmesine rağmen fikirleriyle Ali Şükrü Bey, Hüseyin Avni gibi İkinci Grubun liderlerine yakındı. İkinci Gurubun dâvası, Kemalist cumhuriyetçilerin karşısında İslâmî bir Türkiye cumhuriyetinin mücadelesiydi. Meclis’te faal bir milletvekili değilse de rüyasını gördüğü İslamî cumhuriyet fikrini savunanların yanında olmuştu.
Millî Mücadelede büyük çapta birlikte olan ilk Meclis’in üyeleri, nihayetinde birbirine rakip farklı cumhuriyet talebi olan gruplara ayrılmıştı.
Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi ve benzeri sindirme hareketlerinin hızlanmasıyla karşı cumhuriyetçi ilân edilmiş, onunla birlikte birçok milletvekili İkinci Meclis’te listeye konulmamıştı.
Kemalist cumhuriyetçilere muhalefetinden dolayı öldürülen Ali Şükrü Bey vak’asının arkasında Âkif’in rüyasını gördüğü Türkiye İslâm Cumhuriyetinin mücadelesi vardı.
Karabekir Paşa, M. Kemal’in, yaveri Abbas Bey’e “Ali Şükrü Bey, Ankara’ya matbaa makinası getirmiş. Tan adıyla bir gazete çıkaracakmış. Siz hâlâ uyuyorsunuz, yakın, yıkın diye çıkıştığını” anlatıyor.
Mustafa Armağan, “Cumhuriyeti 35’ler denilen Gizli Komite kurdu” diyor. Onun yazdığına göre, 35 kişilik Gizli Komite’nin içinde bulunan Dr. Emin Erkul’un 2-3 Mart 1954’de Vakit Gazetesi’nde yayınlanan hâtıralarında Gizli Komite’nin âdeta derin devlet gibi çalıştığı, Birinci Meclis’in sonlarına doğru Meclis’e 35 kişinin iştirak ettiği anlatılıyordu. Bu 35’ler tam bir tesanüd hâlinde hareket ederek evlerde gizli oturumlar tertip ediyor, Meclis müzakerelerinin maddelerini neticeye bağlıyorlardı. Gizli Komite 1922 ağustosuna kadar gerek Meclis’e, gerekse sonradan CHP adını alacak olan Birinci Gruba hâkimdi.
M. Kemal, İsmail Habib Sevük’e söylediği “kız gibi bir meclis yapılmasını istiyorum” sözünü de bu ortamda söylemişti.
Lozan müzakerelerinden önce İkinci Grubun tasfiye edileceği, Lozan Antlaşmasını, bir mânada İslâm’ın dışlandığı laikçi bir cumhuriyeti tasdik edecek milletvekillerinin teşekkül ettirileceği sözde seçimin adı duyulmaya başlanınca Âkif’in Türkiye İslâm Cumhuriyeti rüyası da bitmişti.
Âkif, M. Kemal’in İkinci Grubu tasfiye edene kadar, Karabekir, Ali Fuat gibi paşaların da desteklediği İslâmî cumhuriyet fikrine ilk Meclis’in hatm-i şeriflerle açılışından ve M. Kemal’in İslâm’a dayalı son derece açık olan sözlerinden dolayı mümkün gözüyle bakıyordu.
M. Kemal ilk Meclis’te söylediği “biz burada farklı etnik kimlikleriyle müttehid bir Müslüman kitleyiz. Arnavudu, Kürdü, Arabı, Türkü İslâm sıfatı ile bir aradayız ve hep beraberiz” sözünün dışına çıkmaya başladığı Temmuz 1922’de İkinci Grup üç maddelik bir program sunmuştu. Bu programın 3. maddesine göre “hâkimiyet-i milliye esasına aykırı bütün kanunlar değiştirilecektir.”
Onun, hayâlini kurduğu cumhuriyet, 3. maddenin hayata geçirilmesine bağlıydı. İkinci Grubun İslâmî cumhuriyet mücadelesinin hangi şartlar altında yapıldığı önemlidir.
İkinci Grup, devlet ve millet işlerinin Meclis denetiminin dışında tek elde toplanmasının, M. Kemal’in hem Meclis, hem hükümet Başkanı, hem de Başkomutan olmasının “Hâkimiyet-i Milliye”nin esas olduğu bir cumhuriyet için sakıncalı olacağını söylüyor, millî hâkimiyeti tanımayan idarenin zulüm cumhuriyetine dönüşeceğini belirtiyordu. Neticede İkinci Grubun endişeleri haklı çıkacaktır.
Kemalist azınlığın ilân ettiği cumhuriyet garabetini Karabekir Paşa’dan dinleyelim:
“Hem Mebus, hem ordu kumandanı olduğum halde bana kimse bir şey bildirmemişti. Şu vaziyet haklı olarak halkı da, orduyu da telaş ve endişeye düşürdü. Nutuk’ta ileri sürülenler yalan. İstiklâl Savaşında vazife yapan pek çok kumandanın bulunduğu önemli bir kesim bu ilânı düzenbazlık olarak gördüler.”
Prof. Dr. Semih Yalçın, “M. Kemal Paşa’nın 1905-1906 yıllarında şekillenen cumhuriyet fikrinin kendine ait orijinalitesinin olduğunu göz ardı etmemek...” cümleleriyle laikçi cumhuriyet fikrinin rastgele olmadığını ifade ediyor (Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 2007).

ATAY: “CUMHURİYET, İŞİN İÇYÜZÜNÜ MASKELEMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR”

Falih Rıfkı Atay’ın, “Şair Mehmet Âkif, sarıklı hocalar bir çoğu Ali Şükrü Bey bu gruptandır” sözü, İlk Meclis’te iki farklı cumhuriyet anlayışının olduğunu belirtiyor. Koyu bir Kemalist olan Atay’ın şu sözleri halka rağmen ilân ettirilen cumhuriyetin alâmet-i fârikasını tam isabetle açıklıyor:
“M. Kemal de, İnönü de nihayetinde Enver gibi birer askerdirler. Ankara iktidarı ister istemez kafasına, dikine giden bir askerî dikta rejimi olacaktı. Cumhuriyet, işin iç yüzünü maskelemekten başka bir şey değildir.”
İkinci Meclis’te İslâmî cumhuriyet yerine laikçi cumhuriyetin ayak sesleri gelmeye başlamıştı. Âkif, Nisan 1923’de Meclis’in yenilenmesine karar verildiğinde rüyasını gördüğü Türkiye İslâm Cumhuriyeti’nin Kemalistler eliyle “ekarte” edildiğini anlamıştı.
İkinci Meclisin Kemalist milletvekilleri hilafeti kaldırılmasına, Halkı Fırkası’nı kurulmasına, Batıcı-laik cumhuriyetin ilânına, M. Kemal’in “Tek Adam”lığa dönüşen cumhurbaşkanlığına parmak kaldırmasıyla ilk devrimlerin ve Altı Ok cumhuriyetinin doğumu gerçekleşmiş oldu.
Laikçi cumhuriyet 334 vekilin çoğunluğunun bulunmadığı Meclis’te 158 oyla, yani salt çoğunluk sağlanmadan kabul edildi. Böylece “Hakkıdır Hakk’a tapan millet” cumhuriyetinin önü kapatılmıştı.
Âkif’in rüyasını gördüğü Türkiye İslâm Cumhuriyeti’nin gerçekleşmesinin önündeki bir başka engel de Aralık 1922’de kurulan Halk Fırkası’nın teşekkülü, daha sonra Mart 1924’de Meclis’ten Evkaf ve Şeriye, Tevhid-i Tedrisat kanunlarının çıkması ve Hilafetin kaldırılmasıydı.
“Türkiye’nin dini, din-i İslâm’dır” diyen 1924 Anayasası da Âkif’in istediği bir cumhuriyete yâr olmamıştı. Prof. Dr. Mete Tunçay’ın ifadesiyle “ ...1924 Anayasası, M. Kemal’in Paşa’nın yönetimi altında geniş ölçüde kağıt üstünde kalan bir belge olmuştu.”
İstanbul’dan Millî Mücadeleye katılmak üzere en yakın dostu Eşref Edip’e “ben gidiyorum, Sebilürreşad klişesini al gel” diyerek geldiği Ankara siyahlara bürünmüştü gözünde. Böylece “Safahat” ta dile getirdiği medeniyetçi bir İslâm cumhuriyeti hayâli sönmüştü.

ÂKİF’İN DÜŞÜNDÜĞÜ CUMHURİYET YERLİYDİ

Ali Şükrü Bey’in Meclis kürsüsünde “kadınlarımızın yüzünü açtırmayız” diye haykırması, Âkif’in rüyasını gördüğü Türkiye İslâm Cumhuriyetinin milletçe istendiğinin beyannamesiydi.
İngiliz devleti ile Ankara’daki İngilizciler tarafından ilân edilen cumhuriyetin aksine, Âkif’in rüyasını gördüğü cumhuriyet, laisizm, harf ve şapka inkılabı gibi ağyar inkılâplar yapmayacak, Batılı eğitim ve kurumları olduğu gibi iktibas etmeyecek, millet kimliğini İslâm’dan tecrit ederek “ulus” hâline getirmeyecek, dini ıslah projesi altında İslâm’ı protestanlaştırmayacaktı.
İstiklâl Savaşı ile yeniden vatan kılınan Türkiye’de İslâmî müesseselerin tecdidinden meydana gelen bir cumhuriyet olacak, millette yaşaya gelen dinî sosyal norm ve değerler geliştirilerek yeni bir dinamizm kazandırılacaktı
Bu cumhuriyet, parlamentosu olan, hak, hukuk ve hürriyet gibi müesseseleri İslâmî temel üzerine inşa eden bir cumhuriyet olarak büyüyecek, hilafet ise İslâm dünyasıyla olan irtibatın devamı için cumhuriyet çerçevesinde korunacaktı.
M. Kemal: “Cumhuriyet fazilettir” diyordu. Acaba hangi cumhuriyet? Âkif’in hayâlini kurduğu cumhuriyet olmasın!
Cumhuriyet hayâli sönen, mahzun ve mazrur Âkif, Millî Mücadele sırasında din-i İslâm üzere irşada çağrıldığı Ankara’da hem Türkiye İslâm cumhuriyeti taraftarı, hem de İstiklâl Marşı şairi olduğu için “Arap Âkif”, “Mürteci Âkif” diye alaya alınmıştı.
Millî hâkimiyetin “Hakk’a tapan milletin” elinden alınıp Altı Ok cumhuriyetinin ilân ettirilişiyle öz vatanında parya gibi kalmış ve gittiği Mısır gurbetinde onun İslâm dâvasını anlamadan bir kısım ham İslâmcılar, ceket ve pantolon giydiği için “Hıristiyan Âkif” demişti. Onun hüzünlü kaderiydi hep kaba ve jakoben olanlarca yaftalanması.
Dostlarının “Hazret-i Ârif” dediği Âkif bütün hakikatleriyle açıktır ki, Atatürkçü-laik cumhuriyet taraftarı hiç olmadı. O, Türkiye İslâm Cumhuriyetinin dâvasının sahibi ve hüzünlü yazgısını yaşayan imanlı bir insandı.
İstiklâl Marşı’nın gâyesi ve Âkif’in rüyasının kaçta kaçı gerçekleşti Türkiye’de?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi