Müze müdürü!

Müze müdürü!

1929 yılında Maliye Bakanlığı, defterdarlıklara bir yazı göndererek lüzumsuz evrakların satılması talimatını vermişti; bunun üzerine İstanbul Defterdarlığı bünyesinde bir komisyon kuruldu.


Çalışmalar esnasında defterdarlığın Sultanahmet'teki mahzenlerde bulunan evrak gündeme geldi ve bu evrakın kıymetli olduğu gerekçesiyle satılacak evrak arasına konulmaması içi bakanlığa yazı yazıldı; ancak ne olduysa oldu ve bu mahzendeki 120 balya ve 500 sandık civarındaki evrakla birlikte daha niceleri hurda kâğıt fiyatında Bulgaristan'a "ihraç" edildi.

O tarihlerde Bulgaristan'ın hangi gerekçeyle Türkiye'den hurda kâğıt almaya heveslendiğini bilmiyoruz fakat bakanlığın konuyla ilgili yazısında "Lüzumsuz evrakın gazeteye ilan verilerek satılması, satılan evrakın bakkal vesaire gibi yerlerde kalıp dikkat çekmemesi için alıcıların evrakı yurtdışına çıkarması" şartı getirilmişti.

İşte bu çok garip bir ayrıntıydı!

Vaktiyle Osmanlı Meclis-i Mebusan'ında Manastır mebusu olarak görev yapan ve Bulgar tarihi ile ilgili araştırma merakı bilinen Panço Doref'in, tam da o evraklar satılmadan önce Osmanlı Arşivlerinde araştırma yaptığı, iş işten geçtikten sonra hatırlanmıştı.

Herşey kurallara, nizamnamelere, mübayaa yönetmeliklerine uygun şekilde cereyan etti. İhâle İzzet Bey adında bir müteahhitte kaldı fakat onun namına işleri yürüten bir Musevi vekil devreye girdi. Vagonlar dolduracak derecede büyük miktar tutan evrak kantarlara çıkarılıp tartıldı, zabıtlar tutuldu, sonra kamyonlara bindirilip Sirkeci istasyonuna kadar nakledildi ve burada vagonlarla Bulgaristan'a yollandı.

Ne var ki sevkiyatın sonlarına doğru, istasyona evrak taşıyan kamyonlardan birinden etrafa uçuşan evrak parçalarını çocukların elinde görüp merak eden Son Posta gazetesi mensubu İbrahim Hakkı Konyalı, evrakın birinci sınıf arşiv malzemesi olduğunu farkedip ortalığı ayağa kaldırınca olanlar oldu!

Tarih 13 Mayıs 1931'i gösteriyordu.

Rezaletin sorumluları önceleri alışılmış numaralara tevessül ederek hadiseyi küçültmeye çalıştılar. Meselâ, birinci derecede sorumlu Maliye Bakanı Abdulhalik (Renda) Meclis'te kendine sorulan soruyu şöyle cevaplandırıyordu.

-Yeni harfler münasebetiyle bu evrakın kıymeti tarihiyeyi haiz olmayanlarını yakmak mevzubahis oldu. Vekâlette düşünüldü ki bunlar imha edileceğine, memleket dâhilinde şuraya buraya atılacağına kâğıt fabrikalarına vesaireye satalım denildi!

O günlerdeki deyişle Maliye Vekili Renda, Bulgaristan'a gönderilen evrakın geri alınmasının mümkün olduğunu, Bulgarların "İsterseniz verelim hemen" dediklerini de ilave etti.

Ortada abartılacak bir şey yoktu yani!...

Bakanlık Müstearı Bay Ali Rıza (Soyadı Kanunu'na henüz üç sene var!) mahkemede demişti ki, "Bence mesele pek sade ve ehemmiyetsizdir... Ehemmiyetsiz bile olsa beş on kuruşluk bir menfaat için bu evrakın satılması en tabi muameleden başka bir şey değildir. ... Eğer bu kıymetli kâğıtlar satılacak yerde yakılacak olsaydı satılmak suretiyle hazinenin elde ettiği beş on kuruşluk menfaat de zayi olmakla beraber kimsenin mesuliyeti de mevzubahis olmayacaktı. Kör ölür bâdem gözlü olur."

Devrin İstanbul Defterdarı Şefik Bey ise "Satılan evrakın yazısız, kıymetsiz kâğıt parçaları ve eski cedveller (hesap çizelgesi)" olduğunu ısrarla iddia ediyordu.




Vagonlar dolusu evrak Sirke-ci'den Bulgaristan'a yollandı.

Rezalet bütün dehşet verici boyutlarıyla anlaşıldıktan sonra Maliye Vekaleti, adeta dalga geçer gibi bakanlıktaki dolap ve ödenek yetersizliğinden bahsediyordu.

* * *

Peki, sonra ne oldu?

Bulgaristan hükümeti iki yıl sonra evrakın 53 balyalık yani çok az bir kısmını iade etti. İade edilen evrakın gümrüklerde perişan vaziyette bir hayli bekletilmesi de cabadandı.

Tarihi hızla ileriye sarıyor ve 1993 yılına geliyoruz. O tarihte Devlet Arşivleri Genel Müdürü İsmet Binark Bulgaristan'ı ziyaret ettiğinde, iade edilmeyen belgelerin tasnif edilerek Bulgar kütüphanelerinde değerlendirildiğini görmüştü (Allah Bulgar tarihçilerinden ve devlet adamlarından râzı olsun!). Binark'ın şehadetine göre Cyril ve Methodius kütüphanelerinde 350 bin gömlek içinde 1 milyon vesika, 700 adet Maliye defteri, 405 adet icmal ve mufassal tahrir defteri ve ayrıca 200 adet şeriye sicili sapasağlam bulunmakta idi.

* * *

Bu noktada bir kere daha bizden bu evrakı herhangi bir şekilde punduna getirerek satın alan ve ciddi kütüphanelerde korumaya alıp değerlendirerek ilim âleminin hizmetine sunan Bulgar mercilerine rahmet okumaktan kendimi alamadığımı itiraf ediyorum. Bu hüsn-i temennim -farkındayım- biraz da "Edison elektrik ampulünü icad ederek insanlığa büyük hizmette bulundu. Acaba bu sevapları rûz-ı mahşerde onun affına medâr olur mu?" diye kendine asla lâzım olmayan büyük meseleleri düşünmeye koyulan saf Müslümanların hâlini andırmaktadır.

Bu garip bir durumdur, meselâ bundan 140 sene önce Bergama'daki Zeus Tapınağı'nı taş be taş sökerek Berlin'e taşıyan Almanlara karşı içimde bir minnet duygusunun belirmesi de öyledir; "Bizde kalsaydı şüphesiz Almanlar kadar iyi bakamazdık" diye düşünürüm. Mevzu tarih vesikaları olunca, bizde veya Bulgarlarda kalmış olmasına bu noktada pek aldırış edemiyorum; korunması ve bilim adamlarının hizmetine açık tutulması benim için yeterince saadettir.

"Madem öyleydi, lâfı niçin bu kadar uzattın?" diye kızmakta haklısınız efendim; sadece şu küçücük noktayı hatırlatmak içindir ki, kendi tarihinin düşmanı kifayetsiz bürokratlar tarafından kilo işi Bulgarlara satılan arşiv evrakının kısa hikâyesini naklettim...

Şudur: O noktalardan bu noktalara, yani en kıymetli Osmanlı yadigârını çöp fiyatına elden çıkarma cürmüne göz yumar iken, Hürrem Sultan'a hürmetsizlik ediliyor diye topyekûn ayağa kalkacak derecede hassasiyet geliştirmiş olmamız az merhale değildir.

Efendim bu yeni tarih merakını inşirah hissiyle karşılıyor ve kucaklıyorum. Biraz daha dişimizi sıkarsak cümleten tarih profesörü veya Müze Müdürü olacağız gibime geliyor... Kesin!


[email protected]

16 Ocak 2011, Pazar

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi