Mekteb-i Mülkiye'deki mescid!

Mekteb-i Mülkiye'deki mescid!


Bâkî Efendi'nin o muhteşem, "Aldın hezâr bütgedeyi mescid eyledin/ Nâkus yerlerinde okuttun ezanları" beytinde denildiği üzre binlerce putperest tapınağını alıp, çan yerlerinde ezan okutan Sultan Süleyman'dan geriye, alelusul sinemaları zabtedip de sahnelerinde namaz kılmakla cihad ettiğini farzeden bir nesil zuhûr etmiş olsa gerektir ki, seyretmelere ve gülmelere doyamadığımız tiyatro oyuncusu Zeki Alasya abimiz, 30. İstanbul Film Festivali'nin açılış gecesinde, birbuçuk seneden beri kapalı duran Emek Sineması mevzubahis olunca dayanamayıp bir espri yapmış ve demiş ki,

-Milli Türk Talebe Birliği'nin İstanbul'daki binası eskiden laik bir yerdi, fakat zamanla, oradaki tiyatronun sahnesinde namaz kılmaya başladılar. Emek Sineması'nı çok seviyoruz ve tekrar açılmasını istiyoruz. Ama Emek Sineması'nın sahnesinde namaz kılınacaksa hiç açılmasın daha iyi...

Bu paragrafı okudum; düşündüm, bir daha düşündüm; işin içinden çıkamadım. Acaba Beyoğlu'ndaki Emek Sineması, vaktiyle kötü yola düşüp de sağcı-muhafazakâr gençler tarafından ele mi geçirilmişti acaba? Tahkik ettim; yoktu öyle bir şey! Bu mübarek irfan menbâımız 1884'de İstanbul Avcılar Kulübü (Club des Chasseurs de Constantinople) gibi ulvî bir maksada hâdim iken bilahire Rum Atletik Cimnastikhanesi'ne tahvil olunmuş; ardından Nouveau Cirque nâmıyla sirk olaraktan memleketin ilm ü irfânına bir hayli zeman paratonerlik yaptıktan sonra 1918'de tiyatro, 1924'de ise Melek sineması ünvanıyla mukaddes Hac yerleri kılavuzundaki müstesna yerini almış. Peki daha sonra MTTB'li gençler tarafından fethedilip de "değirmi" yerlerinde namaz kılınmış olabilir mi? Üşenmedim, "Mutlaka benden daha iyi bilir" düşüncesiyle Prof. Dr. Mehmet Genç Hocamıza sordum. Hoca, "Cağaloğlu'ndaki MTTB binasında namaz kılınıp kılınmadığını bilmiyorum ama 50'li yıllarda Mekteb-i Mülkiye'nin (Şimdiki SBF'dir) bir mescidi vardı ve orada Elmalı'nın tefsirini dahi görmüştüm." diyerek meseleye vuzuh getirdi. Bilvesile bütün okuyucularım namına ellerinden öpüyorum.

E, nedir öyleyse Zeki Abimizin mesajı? Aslında mesaj filan yok. "Otuz yıllık festival hatıralarını anlat" deyince aklına birbiriyle ilgisi olmayan iki bina gelmiş ve bir hoşluk yapayım diye düşünmüş. Hayret, oyunculuğu fena değildi halbuki?..

Yazınca kızıyorlar; sahne sanatçılarının bazılarında böyle travmatik davranış anomalileri tezahür edebiliyor klinik olaraktan. Bir yerde konuşma yapması lâzım meselâ; illâ ki bir çıkıntılık yaparlar bu arkadaşlar. İçlerinden birisi öldüğünde tabutu sahneye çıkarıp huzurunda çûş u hurûş ile alkış çalıp ardından kara gözlükleriyle "ışık oldu abi, sonsuzluğa yürüdü" diye hayıflanaraktan, cenaze namazı esnasında en uzak kaldırımda alargada beklemek de bu zümrenin mûtadı olup, pek de laik bir ritüeldir hani!

"Ritüel" deyince aklıma geldi; Zeki Alasya Mason'muş; konuyla hiçbir ilgisi yok tabii, fakat ondan daha dereceli üstadlar, Zeki Birader'in son sahne performansını gördükten sonra, "Arkadaşlar biz bu locayı kapatsak yeridir; ooo, sellemehüsselâm ışığı gören girmiş içeri!" diye bir durum değerlendirmesi yaparlar mı bilmem?

Çok yaşa sen e mi Zeki abi; tiyatro sahnesi "laik yer" ha? Peki, ışığa yürüyen sahne emekçilerini niçin ille de son adımında sahneye çıkarıp da ardından hep aynı, "Bu defa güldürmedi" bayat esprisini yapar durursunuz?

Bu defa güldüremedin Zeki abi; sana bir hak daha tanıyalım mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi