M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Dünya Sarhoşları

Dünya Sarhoşları

Onlar dünya sarhoşu olmuşlar.

Sırılsıklam dünyaya aşıklar.

Küp gibi, dut gibi sarhoş olmuşlar.

Onların yolcuları sarhoş, hancıları sarhoş.

Şarap sarhoşu olsalar ayılmaları mümkün ama dünya sarhoşluğundan ayılmak çok zor.

Ölünce ayılacaklar, çok geç.

Altın gümüş, lira dolar euro sarhoşu onlar.

Mal mülk, gayr-i menkul sarhoşları.

Lüks ve ihtişamlı otomobillerin içinde sarhoş sarhoş dolaşıyorlar.

Süzük ve baygın gözlerinde gurur ve kibir sarhoşluğu var.

Onlar dünyaya ve benliklerine tapıyor.

İnsanın hanesi olur, onların malikaneleri var.

İnsan biraz ekmek ve yemekle doyar, onlar doymaz.

Müslüman bir mideyle yer, onlar yedi mideyle. Onlar mal değil ateş biriktiriyor.

Ribayla elde edilen servet ateştir ateş.

Rüşvet alan da veren de ateştedir demiş Peygamber.

Onlar fil değil ama hortumları var, hortumlayıp dururlar.

Fil bile doyar onlar doymaz.

Onlara bir vadi dolusu mal verilse ikincisini isterler.

Dünyayı versen, hani bunun yanında ay derler.

Onların gözlerinde altın renkli şeytani şerareler dolaşır.

Uykularında dolarlı, eurolu, yağlı ballı mallı rüyalar görürler.

Kan kokusu alan kaplan çıldırır.

Mal kokusu alan bu sarhoşlar çıldırır.

İhalelere fesat karıştırırlar.

Komisyonları sormayın, milyonla alırlar.

Bir milyon dolar kara parası olsa durmaz, doymaz, yeter demez. Bir on olsun, on yüz olsun derler.

İçlerinde milyar dolarları olan vardır.

Ah bu sarhoşlar, ah bu sarhoşluk.

Riyaset sarhoşları.

Mal sarhoşları.

Zenginlik sarhoşları.

Ün ve alkış sarhoşları.

Yeme içme sarhoşları.

Lüks, israf, sefahat sarhoşları.

Mücahitlikten müteahhitliğe geçen sarhoşlar.

Nefs-i emmare sarhoşları.

Ah sarhoşlar, bilmez misiniz ki, ed-dünya cifetun ve talibüha kilabun demişlerdir.

Bilmem ki, size acınır mı?

Size sarhoş olun diyen yoktu, kendiniz oldunuz.

Benlik, denanir ve derahim... Kendiniz için ne kadar fazla yakıt toplamışsınız, bunca yakıt yanmakla yakmakla bitmez, yan babam yan.

Ya Rabbi, hepimize akıl fikir ver, hepimizi koru.

*(İkinci yazı)

Çocuklarımızı Nasıl Okutmalıyız?

BİR toplumun başına gelebilecek büyük felaketler listesinin başlarında "Okutulmaması gereken çocukların okutulması" gelir.

İnsanlar insan olmak haysiyetiyle hukuk önünde eşittir ama onların zekaları, akılları, istidatları, liyakatleri, kabiliyetleri, karakter yapıları asla eşit değildir.

Akıllı ülkelerde temel öğretimden sonra çocuklar bir imtihana tabi tutulur, lise ve üniversite tahsili yapmaya istidadı ve kabiliyeti olanlar seçilir, olmayanlara hayatta yapabilecekleri pratik bir mesleğin eğitimi verilir.

Ahlakı düzgün olmayan bir çocuk ne kadar zeki olursa olsun, onun da okutulması doğru değildir.

İlköğretimden sonra çocukların zeka ve karakter testleri yapılmalı ve ona göre yönlendirilmelidir.

Osmanlı devleti yükseklik ve üstünlük devri olan 16'ncı asırda kabiliyetli çocuk ve gençleri yetiştirmekte ve ehliyetli kadrolar kurmakta idi. Kanuni Sultan Süleyman zamanında ehliyetsiz kimselere makam, mevki, rütbe, iş, vazife verilmemiştir.

Okumaya, okutulmaya layık olmayanları okutup yetiştirmek toplum için bir tür intihardır.

Herkes liseye gitsin... Herkesin başarılı olması için liselerin tedrisat programı sulandırıldıkça sulandırılsın, imtihanlar kaldırılsın, sınıfta kalmak olmasın... Sonunda ne olur? Türkiye'nin bugünkü kültürel, sosyal ve siyasi durumu gibi bir facia olur.

Kısa zamanda her yerde yeni üniversiteler açılsın. Kütüphanesiz üniversiteler. Liselerde iyi yetişmemiş milyonlarca gencimiz okusun, diploma alsın. Sonra... Türkiye'ye bakınız.

IQ'ları düşük olan çocuklarımızı liselerde ve üniversitelerde okutmakla onlara ve memlekete büyük kötülük ediyoruz.

Lise tahsili o kadar çetin ve zor olmalıdır ki, zayıflar elenmelidir.

Sene sonu üç dersten daha fazla kırığı olan (eskiden olduğu gibi) sınıfta kalmalıdır.

Lise son sınıflarında lise bitirme imtihanları yapılmalıdır.

Bu imtihan şifreli veya şifresiz test imtihanı olmamalıdır. Doğru dürüst ciddi imtihan yapılmalıdır.

Üniversite tahsili yapmak isteyenler ayrıca bakalorya/olgunluk imtihanına tabi tutulmalıdır.

Bütün okullarda bilgi ve kültür yanında ahlak ve karakter terbiyesi verilmelidir.

Ahlakı ve karakteri zayıf kimseleri okutmak bir cinayettir.

Bilgi kültür, ahlak karakter... Yeterli değil!.. Ayrıca estetik sanat kültürü verilmelidir. Adam mimar çıkıyor ve iğrenç, çirkin, gudubet binalar yapıyor. Ne yapayım ben öyle mimarı.

Almanya'dan, Japonya'dan, medeni ülkelerden ibret alalım. Onların eğitim sistemi nasıldır, iyice inceleyelim. Eğitimde popülizmi bir kenara bırakalım.

Çocuklarımızı ve gençlerimizi benim dediğim gibi yetiştirsek, Türkiyemiz on sene sonra dünyanın ilk beş güçlü ve kalkınmış ülkesi içinde yer alır ve bugünkü pislikler ve kokuşma ortadan kalkar.

*(Üçüncü yazı)

Şiş Karnından Giriyor Sırtından Çıkıyor

URFA'da bir dergahta Rufai zikri yapılmış, zikir esnasında bürhan gösterilmiş. Bazı malum ve mahut gazeteler ve tv'ler bunu "Kanı donduran zikir" başlığıyla verdiler.

İnternet'teki videolara baktım. Bir metre boyunda kılıç gibi bir şiş. Belden yukarısı açık bir zakir şeyhin önüne geliyor. Şeyh şişi karnının önünden sokuyor, sırtından çıkıyor. Bir müddet şiş vücudunda olduğu halde zikr ediyor, sonra şeyhin önüne geliyor. Şeyh şişi zorlanarak vücudundan çıkartıyor. Şişin battığı yere parmağını sürüyor, ne kan var, ne yara izi... Sonradan bir mikroplanma da olmuyor.

Bu ne demektir?.. Muhlisen lillah Allah diyen zakire (zikr edene) bir şey olmaz. Tarikat usulüne göre, icazetli şeyhin veya bizzat kendisinin batırdığı şiş onu öldürmez, yaralamaz, hasta etmez. İşte bu bir bürhandır.

Nemrud, İbrahim Halilullah aleyhisselam Efendimizi ateşe attığı vakit, Allahü Teala ateşe soğuk ol demiş ve ateş İbrahim'i yakmamıştı.

Birtakım gazeteler, tv'ler, yazarlar "Kan donduran zikir" laflarını bıraksınlar da şu gerçeklerin altını çizsinler:

- Dervişin karnından giren şiş sırtından çıkıyor, ona bir şey olmuyor.

- Şiş vücudundan çıkartılıyor, kan akmıyor.

- Dervişin vücudu mikrop falan kapmıyor.

Şimdi bazı münkirler ellerine bir yorgan iğnesi alsınlar ve karınlarına batırsalar ne olur?.. İğnenin acısından ciyak ciyak bağırırlar... Sonra ne olur?..Vücutları mikrop kapıp fena halde hastalanır hatta ölebilirler...

Seyyid Ahmed er-Rufai hazretleri kutub ve gavs idi. Resul-i Kibriya Fahr-i Kainat aleyhi ekmelüttahiyyat Efendimizin halifesi, varisi ve vekili durumunda idi. Dünyayı ayağının altına almış, fenafillah makamında yükselmişti. Ölmeden önce ölmüştü. Şeriat-ı garra-i Ahmediyeye sımsıkı bağlıydı. Altına, gümüşe, paraya, mala hiç önem vermezdi. O bir ihlas, mürüvvet, hilm kahramanıydı. Kendisine yapılan bütün haksızlıkları, kabalıkları, kötülükleri affederdi. Bir keresinde kenar mahallede bir uyuz köpek olduğunu, hayvanın iğrenç vaziyetinden dolayı kimsenin ona yaklaşmadığı işitince hemen oraya gitmiş, hayvancağızı bulmuş, onu elleriyle yıkamış, temizlemiş, yiyecek ve içecek vermiş, derisine merhem sürmüştü... Allah'ın yaratıklarına karşı böyle şefkatli ve merhametliydi.

Sağ iken hayli kerameti görülmüş, bunlar ölümünden sonra da devam etmiştir.

Rufai hazretleri İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata ve Ümmet-i Beyza-yı islamiyeye hizmet etmiştir ve hizmeti sürmektedir.

Zakirin karnına batırılıp sırtından çıkar şişin acı vermemesi, kan akıtmaması, hasta etmemesi... Bunlar var ya, hep birer keramettir, hep birer bürhandır.

G.Y'ler, Sabataycılar, münkirler, Tağutçular buna taaccüp ediyor, kan durduran zikir diyorlar. Onlar asıl kendilerine baksınlar. Asıl kendi durumları insanını kanını durduracak bir vahşet ve fecaat arz etmektedir. Allahı unutmuşlar, Peygamberin davetine kulaklarını tıkamışlar, Kur'an'ın emir ve yasaklarına dikkat etmezler, ahireti yok sanırlar... Evet onlar kanı donduracak bir bozukluk ve sapıklık içindedir.

Bütün turuk-i sofiye mensubu, hassaten tarikat-i seniyye-i Rufaiyye bağlısı kardeşlerime selam ve hürmet ediyorum. Dualarında bizi de unutmasınlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi