Engin Ardıç

Engin Ardıç

Haben oder sein

Haben oder sein

Sınıfın en yakışıklı çocuğuydu, o zamanlar Cüneyt Arkın'ın saçları da bembeyaz değil, "Cüneyt Turgay" derdik. Bütün kızları da o götürürdü tabii.
Sınıf arkadaşım Turgay Kıran... Çok çok severim. Pırlanta gibi çocuktur. Çocuk dediğim, altmış üç yaşında.
Bir süredir Galatasaray Kulübü'ne başkan olmak istiyor, kazanamıyor.
Belki de azıcık daha yaşlanması gerekiyor. Göbek salsa daha da iyi edecek, yönetici dediğin göbekli olur. Bu yaşında maşallah tığ gibi bizim oğlan. Saçı da yerinde. (Şimdi bunu okuyorsa "ahkâm keseceğine kongreye gelseydin de bana oy verseydin" diyecektir, haklıdır.)
Oysa ben kulübe üye değilim!
Üstelik "kontenjanım" da var, istersem yarın gider girerim.
Uğraşmıyorum. Biz Ferhan'la bir yandan sigara içer, bir yandan top peşinde koşturanlara bakıp (en başta da Ümit Aktan!), "anlamsız işlerle uğraşan enayiler" derdik...
Bugünkü aklım olsaydı...
Spor yapar ve matematik çalışırdım, sigara denilen zıkkıma da hiç bulaşmazdım.
Şimdi ben de Turgay gibi düzgün olurdum, Babıali'nin yarı-aydın zillileri bize "iğrenç şişko" diye hakaret de edemezlerdi o zaman. (Başka bir kulp takarlardı.)
Sporla hiçbir ilgisi olmamış adamın şimdi gidip de külüpçülük oynamaya, kongre üyeliği etmeye kalkması bana ayıp geliyor. Bunu dürüstçe bulmuyorum.
Fakat yönetim kurullarına bakıyorum... Yalnız Galatasaray'a değil, hepsine...
Eskiden bu işi, göbeklenmiş, saçı dökülmüş "sporcu eskileri" yaparlardı belli bir yaştan sonra... Artık sahaya çıkamadığı için yönetim kurulu toplantısına çıkanlar... Yıllarca kulübe hizmet etmişler, ter dökmüşler, forma ıslatmışlardı, onlardan başka kim yönetebilirdi yuvayı?
Şimdi bakıyorum: Sanayici, avukat, petrol mühendisi, inşaat müteahhidi, bankacı, yeminli mali müşavir (bunun "yeminsizi" nasıl olur hep merak ederim), benzinci...
Efendim futbol yalnızca futbol değildir, bu artık bir endüstri olmuştur, trilyon dönmektedir, falan filan, tamam. (Bakın akla hemen futbol geliyor, su topunu ipleyen yok.)
Tamam da, bu adamlar gençliklerinde spor mu yapmışlar?
Kaldı ki yapmış olsan ne yazar, faydası kendine, torunlarına anlatırsın, yaşlanınca ille kulüpçü olman mı gerekiyor?
Ucunda şöhret var, işlerinin "daha kolay" yürümesi var, bu işin "neması" da var...
Aziz Yıldırım, dayısından milyarlarca dolar da kalsa, kulüp başkanlığına gelmeseydi, tanıyan mı çıkacaktı Bahariye çarşısında?
"Varolmanın" bir biçimi işte. Sahip olmak yetmiyor, varolmak da gerekiyor. Ünlü düşünür Erich Fromm'un dediği gibi, insanlar bu şekilde ikiye ayrılıyorlar. İkisini birleştirebilene ne mutlu.
Neyse ki şimdilik yazılarım okunuyor da, gazeteye "tutunmak" için bir de maç anlatmak zorunda kalmıyorum hafta sonları.
Kulübü sana bıraktım sevgili Turgay, günün birinde kazanmanı dilerim, aman bana ilişmeyin!
Hatta, son yıllarda bana sürekli küfür eden çok çok sevgili bazı Galatasaraylı arkadaşlarım cenazeme de gelmesinler, vasiyetimdir. Bizim hanıma da tembih ettim, cami avlusuna sokmayacak. En başta da, darbe isteyen kafası dumanlı bazı sanatçılar sakın gelmesinler. Çünkü, önden giderlerse, ben de onlara gitmeyeceğim.
Bu anlayana bir "Çetin Altan tavrıdır", onun da Galatasaray'dan, yuvamızdan sıtkı böyle böyle sıyrılmıştı, haksızlığa uğradıkça.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Engin Ardıç Arşivi