Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Ecevit ve Okuyan, Bay Kılıçdaroğlu’nu anlatıyor!

Ecevit ve Okuyan, Bay Kılıçdaroğlu’nu anlatıyor!

Bugün, sizlere “dün”den ve “bugün”den “bilgi”ler vermek ve “Türkiye’nin nereden nereye geldiğini” göstermek istiyorum.
“Dün”e uzanmadan önce, “bugün”den bir anekdot aktaralım... CHP Genel Başkanı Bay Kemal Kılıçdaroğlu, gittiği her “seçim mitingi”nde şöyle diyor:
“Benim adım Kemal... Ben, sizin Kemal’inizim!.. Halkın ayağının turabı olacağız... Ben, halkçı Kemal’im!.. Bizde yandaş yok, vatandaş var!.. Benim mesleğim hesap uzmanlığı... Ben, hesap adamıyım!.. Yoksul insanın karnını nasıl doyuracağını ben bilirim... Ben işçiyim, ben memurum. Onları en iyi ben bilirim!”
BU MU HESAP UZMANI?!?
Önce, “hesap uzmanlığı” meselesine gelelim... Kemal Kılıçdaroğlu’nun “nasıl bir hesap uzmanı” olduğunu görmek için, buyrun “geçmişe yolculuk” yapalım.
Tarih, 22 Haziran 1999.
Sabah gazetesi yazarı Yavuz Donat, o sabah, yani saat 09.00’da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’la görüşmektedir... Donat, o görüşmeyi, ertesi gün gazetesinde yazar...
Yaşar Okuyan, Donat’ın önüne bir “SSK tablosu” koyar ve der ki;
“Kırk yılın başı Bakan oldum... Ama, ne yalan söyleyeyim; Bakan olup, şu koltuğa oturmadan önce SSK’daki çöküşün boyutunu ben bile bilmiyordum... Vallahi de, billahi de yirmi gündür doğru-dürüst uyku uyuyamıyorum... Çöken Türkiye ekonomisi!.. Çöken bütçe!.. Çöken Türkiye’nin geleceği!..
Sadece SSK’nın bu yılki açığı kâğıt üzerinde 1 katrilyon!.. Gerçekleşme 1 katrilyon 200 trilyon olur... Buna faizi de ekle, iki buçuk katrilyon!.. Acil olarak emeklilik yaşının yükseltilmesi lâzım!..”
Herhalde söylemeye gerek yok;
Bu “çöküş tablosu”nun, bu “enkaz”ın mimarı, SSK Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Gerisinde, bir “enkaz” bırakıp gitmiştir!..
Çünkü efendim;
Bay Kılıçdaroğlu, 1992’den, 11 Ocak 1999’a kadar SSK Genel Müdürlüğü yapmış ve arkasında “2 katrilyon 500 trilyonluk bir açık” bırakmıştır!..
Bunu hatırlattım ki; bay Kemal Kılıçdaroğlu’nun “nasıl bir hesap adamı” olduğunu belgesiyle görün!.
Bir adam ki;
“Hesap adamı” olduğunu söylüyor ama arkasında “2.5 katrilyonluk açık” bırakıp, gidiyor!..
EGEMENLER VE ÖTEKİLER!
Şimdi de; aynı Kılıçdaroğlu’nun; “Benim adım Kemal!.. Ben sizin Kemal’inizim!.. Ben halkçı Kemal’im!.. Bizde yandaş yok, vatandaş var” sözünün nasıl bir “palavra”, nasıl bir “göz boyama” olduğunu gözler önüne serelim.
Yine Yaşar Okuyan anlatıyor:
“SSK yemekhanesi üç bölüm... Birinci bölüm Genel Müdür ve yardımcılarına ait!.. İkincisinde Daire Başkanları ve yardımcıları yemek yiyor!.. Üçüncü bölümde ise, diğer personel!”
Yaşar Okuyan; “Bu ayrımcılığa son verin!.. Böyle saçmalık olmaz” diye bağırmış!.. Ama, dinleyen kim?.. Bir hafta geçmiş aradan... Ama, değişen bir şey yok... Hemen “genelge” yayınlamış;
“Bundan böyle, Bakan olarak ben dahil, herkes eşit şartlarda yemek yiyecek, kimseye ayrıcalık tanınmayacak!”
“Genelge”nin çıktığı gün, bir memur, yemekhanede ayağa kalkıp, bağırmış;
“Yahu biz bu bakanı MHP’li bilirdik ama o ÖDP’li çıktı!!!”
Şimdi, söyleyin Allah aşkına;
Yemekhanede bile “ayrımcılık” uygulayan, yemekhanede bile adeta “kast sistemi” uygulayan bu Kılıçdaroğlu mu “eşitlik” ve “adalet” getirecek?..
“Yemekhaneyi bile üçe bölen” bir adam, Allah muhafaza iktidar olsa var ya; Türkiye’yi de; “AK Partililer, CHP’liler ve ötekiler” olarak üçe böler, baş köşelere de CHP’lileri oturtur!..
ECEVİT, ONU NİYE REDDETTİ?
Şöyle diyebilirsiniz:
“Bu tesbitleri Yaşar Okuyan’ın sözlerini esas alarak yapıyorsun!.. Yaşar Okuyan eski bir ülkücü, Kılıçdaroğlu da solcu olduğu için, böyle konuşması normaldir!”
O zaman, ben size, dönemin DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in; SSK ve dolayısıyla Kılıçdaroğlu ile ilgili “görüş”lerini aktarayım.
Olayı biliyorsunuz...
11 Ocak 1999’da SSK Genel Müdürlüğü’nden “istifa” eden Bay Kılıçdaroğlu, kendisine en yakın parti olarak gördüğü DSP’nin kapısını çalar...
Parti kurmaylarına der ki;
“18 Nisan 1999’daki genel ya da yerel seçimlerde DSP’den aday olmak istiyorum... İster belediye başkan adayı yapın, ister milletvekili adayı!.. Hangisini uygun görürseniz, razıyım... Tercih sizin!.. Hangi ilden aday gösterirseniz, ben hazırım!”
Ne var ki;
Ecevit, “veto” eder Kılıçdaroğlu’nu!..
siyasi tabirle, “üstünü çizer!”
Ne “belediye başkanlığı”na aday gösterir, ne “milletvekilliği”ne!..
Adeta; “Git başka kapıya” der!..
Düşünebiliyor musunuz; Ecevit bile reddetmiş Kılıçdaroğlu’nu!..
ECEVİT’İN DİLİNDEN SSK
Peki, niye reddetmiş?..
Reddetmiş, çünkü Ecevit de görmüş, “SSK’nın nasıl batırıldığını!”
Ecevit, 12 Mart 1999 tarihinde açıkladığı “seçim bildirgesi”nde SSK’ya geniş yer ayırır ve der ki;
“SSK, Kemal Kılıçdaroğlu Genel Müdür olmadan önce; yani 1991 yılına kadar açık vermiyordu.
1991 yılına kadar borçlanma gereği olmayan Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı gibi sosyal güvenlik kuruluşları, daha sonraki dönemlerde uygulanan yanlış politikalar yüzünden sürekli ve hızlı büyüyen açıklar vermeye başlamışlardır... Sosyal güvenlik kurumlarının içine düştüğü durum, sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır!.. Acil olarak kapsamlı bir sosyal güvenlik reformu yapılması gerekir!..”
Seçim bildirgesinin değişik sayfalarında ise “sağlık sistemi”ne yönelik eleştirilere yer verilerek, “hasta”ların “hastahane kuyrukları”nda bir defa daha “hasta olduğu” vurgulanıyor.
Ben söylemiyorum, Ecevit söylüyor bunları!.. Görüyorsunuz değil mi, Bay Kılıçdaroğlu, istediği kadar; “Yolumuz Ecevit’in yolu” desin, vakt-i zamanında Ecevit bile, onun ne kadar “beceriksiz” olduğunu görüp, “aday”lığını reddetmiş!..
Bay Kılıçdaroğlu, şimdi kalkmış; “Ben hesap uzmanıyım!.. Ben hesap adamıyım” diyor... Ecevit sağ olsaydı, herhalde şöyle derdi:
“Sen kim, hesap adamı olmak kim?.. SSK’yı batıran sen değil misin?.. Sen iyi bir yönetici olsaydın, hiç kaçırır mıydım seni?..
SSK’da başarılı olsaydın, seni DSP’den aday yapar, hatta Maliye Bakanlığı’na getirirdim!.. Ama sen, SSK’yı batıran adamsın!.. DSP’yi de batıracağından korktuğum için, seni aday yapmadım!”
Evet, Ecevit sağ olsaydı, bunları söylerdi “hesap uzmanı”(!) Kılıçdaroğlu’na!.
Ama, Ecevit yok!.. Bay Kılıçdaroğlu da, meydanı boş bulmuş, bol keseden sallıyor!..
İKİ FOTOĞRAFIN HİKÂYESİ
Şimdi de, sizlere “dün”den ve “bugün”den “iki fotoğraf” sunmak istiyorum... Bu fotoğraflara bakın ve “Türkiye’nin neredeeen nereye geldiğini” kendi gözlerinizle görün!..
Önce, “yukarıdaki fotoğraf”ın hikâyesi:
Tarih, 26 Ekim 1997... Bu tarihte CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, SSK Genel Müdürlüğü koltuğunda oturuyordu... İbrahim Salıver, işçi olarak 30 yıl çalışıp emekli olduğu Almanya’da kendisine konulan akciğer kanseri teşhisine inanmaz ve Türk doktorlarına muayene olmak için Türkiye’ye gelir... Adana’ya gelen 63 yaşındaki İbrahim Salıver için, SSK hastanesinde sedye bile verilmez!..
Oğluna Almanya’yı aratan yaşlı adama, aile olarak yılda 99 mark ödediği özel sigorta şirketi tarafından donanımlı ambulans uçak tahsis edilir... Şakirpaşa Havaalanı’na götürülen Salıver, uçakla muayene ve tedavi olmak için yine Almanya’ya gider.
Şimdi de, “aşağıdaki fotoğraf”ın hikâyesini anlatalım...
Bu sefer tarih, 22 Mart 2011... Eski SSK hastaneleri, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a bağlı olarak hizmet vermeye başlamıştır... Türkmenistan’da inşaat alanında faaliyet gösteren bir şirkette çalışan Türk işçi Yalçın Gürbüz, mide kanaması geçirir... Bunun üzerine Türkiye Sağlık Bakanlığı, Aşkabat’a özel ambulans uçak gönderir ve Yalçın Gürbüz, 22 Mart 2011 tarihinde, sabah yerel saat ile 03.00 civarında Ankara’ya getirilir.
İşte 2 ayrı fotoğraf,
İşte 2 ayrı zihniyet!..
1997’de “Kılıçdaroğlu’nun SSK’sı”, Türkiye’deki bir hastaya; bırakın “ambulans uçak” göndermeyi, bir “sedye” bile vermezken, 2011’deki AK Parti iktidarı, Türkmenistan’daki bir Türk işçiye “özel ambulans uçak” gönderiyor ve Türkiye’ye getirtiyor!..
Söyleyin Allah aşkına;
Böyle bir Kılıçdaroğlu mu “insan”dır, böyle bir Kılıçdaroğlu mu “işçi dostu”dur, yoksa bugünkü iktidar mı?..
Unutmayın ki;
Kılıçdaroğlu’nun dün yaptıkları, yarın ne yapacağının teminatıdır!..
Kılıçdaroğlu, ne söylerse söylesin;
“Belge”ler yalan söylemez!..
==============
Teflon tava gibi!
“Teflon tava”ların özelliğini bilirsiniz...
Teflon tava veya tencere içinde ısıtılan yemek yanmaz, yapışmaz... Çünkü, “freon gazı”nın katı bir hali olan teflon; “katı” olduğu kadar “kaygan”dır!..
İşte, Bay Kılıçdaroğlu da, “teflon tava”lara benziyor... Hani, çok kızıp, suratına tükürseniz; neredeyse “Ohh, yağmur yağıyor” diyecek!.. Adam, hiçbir sözü üzerine almıyor, her söz kayıp gidiyor!.. Nasıl bir “maden”den yapılmış, nasıl bir “madde”dir ki, üzerine hiçbir şey yapışmıyor, her şey akıp gidiyor!..
“Pişkin” desen, değil!.. “Cıvık” desen, değil!.. “Çok sırnaşık” bir adam ama aynı zamanda “çok kıvrak” ve de “kaygan!”
Lâfı söylüyor, “çamur”u atıyor, anında “minder dışı”na kaçıyor... Meselâ, Kürşad Tüzmen’e demediğini komadı ama Tüzmen karşısına geçince, hemen pıstı ve başladı kıvırmaya; “Benim lâfım sana değil!”
Sonra, Ordu ve Giresun’a gidip, yine başladı atıp-tutmaya; “Bana gelip, yolsuzluk yapmadıklarını söylemem için yalvarıyorlar!”
Sonunda, Tüzmen; “Hodri meydan” dedi; “Adamsan, delikanlıysan çık karşıma!.. İstediğin televizyonda hesaplaşalım!”
Kılıçdaroğlu, oralı bile değil!.. Lâf kendisine söylenmiş ama onun umurunda değil!..
Dedim ya; “teflon tava” gibi!.. Üzerine hiçbir şey yapışmıyor!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi