Dengelerin oturması için

Dengelerin oturması için

CHP 27 senelik tek parti diktasının ardından çok partili sisteme geçtiğimiz 1950’den bugüne geçen 61 yılda da ayakta kalmayı başarabilmişken, karşısındaki alternatif adresin bir türlü istikrar bulamaması, hep DP-AP çizgisini hedef alan ihtilâllerin yürürlüğe koyduğu “demokrat sağ kitleyi parçalama” planlarının neticesi. Ve bu yöndeki planlar ilk defa 1971'deki 12 Mart müdahalesinden sonra yürürlüğe konuldu.
Emekli vali İlhan Sözgen’in, Antalya’nın Serik ilçesinde kaymakamlık yaparken, 12 Mart’tan iki ay sonra ilçeye ziyarette bulunan jandarma generalinden duyduğu ifşaat bunun açık bir delili.
Söz konusu general, o tarihten sonra yapılacak seçimlerde bir daha AP’nin asla tek başına iktidar olamayacağını, çünkü sağı parçalayarak buna engel olacaklarını söylemişti (Postmodern Darbe kitabımız, s. 287-8). Nitekim öyle de oldu.
12 Mart’tan iki yıl sonra yapılan 1973 seçimleri öncesinde evvelâ AP kendi içinde bölündü. Ferruh Bozbeyli’nin başını çekip Celal Bayar’ın destek verdiği Demokratik Parti AP’yi parçaladı.
Ardından, 12 Mart’ı takiben Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan MNP’nin MSP adı altında tekrar kurularak seçime girmesi temin edildi.
Böylece 1973 seçimi AP’nin ciddî şekilde oy kaybettiği, bunun da haliyle CHP’nin işine yaradığı bir seçim oldu. Nitekim seçimden sonra kurulan hükümet de CHP-MSP koalisyonu oldu.
Muhtıracıların öncelikli hedefi AP tabanını parçalamaktı. Ama seçmenin en az yüzde 40’ını oluşturan AP tabanının dağılması, Türk siyasetinin geneline yansıyan sonuçları birlikte getirdi.
Böylece Türkiye 12 Mart sonrası koalisyonlar dönemine girdi. Sandıktan tek başına iktidar çıkarma şansına sahip yegâne siyasî hareketin bu şekilde parçalanması, böyle bir neticeye yol açtı.
Koalisyonların yapısı ise mâlûm. Farklı dünya görüşlerine sahip partilerin aynı hükümette buluşması, toplumsal uzlaşma açısından olumlu cihetleri olsa da, karar alma ve icraat süreçlerini ağırlaştırarak, hattâ zaman zaman tıkayarak, ülkenin vakit ve enerji kaybetmesine sebep oldu.
İşin enteresan tarafı, 12 Martçıların marifeti olan bu durum, bir başka ihtilâlin gerekçesi yapıldı. 12 Eylülcüler, ülkeyi koalisyonlara mahkûm eden siyasî yapıyı yerden yere vururken, eskiyi silip yeni bir siyaset inşasına soyundular.
Bu işi de, “Siyaset emir-komutayla tanzim edilmez” diyerek, ihtilâlcilerden “Bu işi bana bırakın, ben siyaset tarlasını düm düz ederim” taahhüdüyle icazet talebinde bulunan Özal üstlendi.
Bir taraftan “dört eğilimi birleştirme” sloganıyla siyasetin dört ana damarını tek partide toplama gibi sosyal gerçeklere tamamen zıt bir işe girişen Özal, diğer taraftan ANAP’ı AP tabanına oturtmayı hedefleyen bir strateji uyguladı.
İhtilâlcilerin diğer partiler gibi AP idarecilerine de koyduğu siyaset yasağı, bunu kolaylaştırdı.
Ama bu hesap, bilhassa siyasî yasakların referandumda kıl payıyla da olsa kalkması sonucunda bozuldu. Yasaklı liderler tekrar partilerinin başına dönerken, dört eğilim de aslî adreslerine avdet etmeye başladı. Ve 1991 seçimi ANAP’ın sekiz yıllık iktidarını bitirip DYP’yi birinci yaptı.
Ama bu çıkışın arkası getirilemedi. Gerek yılların mücadelesinin getirdiği yorgunluk, gerekse DYP’deki lider ve kadro değişikliğiyle yaşanan geçiş sürecinin sıkıntıları, 91 seçiminde yakalanan ivmenin devamını engelledi. Sonrasında gelen 28 Şubat fırtınasında izlenen politikalar ise, partinin bugünkü noktaya gelişini netice veren süreçte çok kritik bir kırılma noktası oluşturdu.
Ama yaşanan tecrübeler, Türkiye’nin, 50’lerin DP’si ve 1965-71 dönemi AP’sinde olduğu gibi, demokrat misyon eksenli bir büyük toparlanma ve tek parti iktidarına duyulan ihtiyacın hâlâ devam ettiğini gösteriyor. Bu ihtiyaca cevap verecek bir diriliş hamlesini başarabilmek için ise toplumun talep ve beklentilerini çok iyi okuyup gereğine uygun politikalar geliştirecek ve halkın kaybedilen güvenini tazeleyecek kadrolar lâzım.
Siyasetteki dengelerin oturması buna bağlı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi