Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Ah, Gurbet Türküleri!-1

Ah, Gurbet Türküleri!-1

Türkülerimiz çokça gurbeti nağmelendirmiştir. En çokta gurbet türkülerini severiz milletçe. Sıla hasretini dillendiren ezgilerin çalındığı anlarda gizli gizli ağlamışızdır. Gurbet ve sıla duygularını Doğu Batı arasında en çok milletimiz mûsikiye dökmüştür.

Göbek bağı bu ülkede kesilmiş olup da “Yemen Türküsü”ndeki gurbetin derûnunu yaşamayan bir insanı düşünebilmek mümkün müdür? Gencecik Osmanlı askerlerinin uzak arka bahçelerde sılaya duydukları ölümcül hasreti bu türkümüz dillendirmez midir? “Mızıka çalındı düğün mü sandın / Al yeşil bayrağı gelin mi sandın / Yemen’e gideni gelir mi sandın / Tez gel ağam tez gel dayanamirem.”

Yemen gurbetlerinden yıllar sonra sakat dönen Mehmet ve Memiş’lerin devlet ve millete olan sadâkatlarında kahrın ve isyanın zerresini görememenin mânası ne olabilirdi? Onlar beşerî gurbetin en yakıcı ve ölümcülünü yaşamadılar mı? “Mızıka çalındı düğün mü sandın / Al yeşil bayrağı gelin mi sandın / Yemen’e gideni gelir mi sandın / Dön gel ağam, dön gel dayanamirem / Uyku gaflet basmış uyanamirem / Ağam öldüğüne inanamırem...”

Hangi türkümüzde gurbet duygusu yok ki? “Yolumuz gurbete düştü / hazin hazin ağlar gönül” ve “gönül gel gurbete gitme / ya gelinir ya gelinmez” türkülerinin sözlerinde beşerî, yâni maddî gurbet duygusu dillendirilmiştir.

Türkülerimizde gurbet ve garibin hâlleri çokça dile getirilir: “Gurbet elde baş yastığa gelende / Gayet yaman olur işi garibin / Gelen olmaz giden olmaz yanıma / Sızılar toprağı taşı garibin / Anam yok ki yaka yıka yaş dike / Bacım yok ki saçlarından saç dike / Gardaş yok ki mezarıma taş dike / Bir çalıdır mezartaşı garibin.”

Şu türkü sözleri de garip yanımızı tasvir ediyor: “Sılayı gurbette yitirmiş / Sormayın o bir gariptir / Aha da tükenmiş bitmiş / Yormayın o bir gariptir.”

Gurbet havaları dediğimiz, yani bâzı yörelerde“garib-kerib havası” da denilen türküleri çokça dinler Anadolu’nun gurbette ömür tüketen yüreği yanık mahzun insanı.

Şu gurbet türküsüne hangi yürek dayanır? “Mektup selâm söyle benden sılaya / söyle benim için dostlar ağlasın / gözü yaşlı düştüm gurbet ellere / uzaktır aramızda yollar ağlasın”.

Beşerî gurbetlik ve gariplikteki zillet içinde geçen çileleri de şu türkümüzden öğrenelim: “Gitme garip gitme yollar çamurlu / gitme garip gitme yollar haramî / sen gidersen garip amman kimler sarar yaranı / gadan alayım garip kal bizim ellerde.”

Anadolu’da tecrübesiz toy bir insana gurbetin ne denli netameli ve cefalarla dolu bir yer olduğunu öğütleyen türkümüzün sözünü hatırlamadan geçmek olmaz: “Bir yiğit gurbete gitse gör başına neler gelir.”

Gurbet yataklarında verem olan birini duyduğunuzda “sefil baykuş ne yatarsın burada / yok mudur vatanın ellerin hani” türküsü yüreğinize bir hançer gibi sokulmaz mıdır?

Uzak gurbetçisinden umutsuzca haber bekleyen acılı bir insanın dilinden hangi türkü söylenebilir sizce?: “Şu yüce dağları duman kaplamış / yine mi gurbetten kara haber var / çimenler üstünde kimler ağlamış / çimenler üstünde gözyaşları var.”

Gurbet diyarında başına iş gelen bir gurbetzedenin yürek yakıcı hâlini bize Pir Sultan Abdal’ın şu türküsü anlatabilir ancak: “Gurbet elde bir hal geldi başıma / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir / Derman arar iken derde düş oldum / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.”

Türkiye’nin gurbet dilinde en çok söylenen “Gurbet elde bir hâl geldi başıma / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir” türküsünü asırlardan bu güne hançeremize yerleştiren Pir Sultan Abdal’ın “Gurbet elinde çatıldım / Ana rahmine yatıldım” deyişini asırlardır gurbet çeken gönlümüze çekip âh ü vah etmez miyiz?

Erzurumlu Emrah gurbete gidenlere türkülerle nasihat verir. Onun, “Gönül gel gurbet ele gitme / Ya gelinir ya gelinmez.” Onun “sevgilimin hayal-i vuslatın beni / Diyâr-ı gurbette hayran gezdirir” ve “gurbet diyarında tutuldum derde / gel tabib yaram sar garip garip” mısralarını dinleyip de ah etmeyen var mıdır?

“Gurbet elde padişahlık sürmeden / Vatanda züğürt olmak yeğ imiş” diyen Karacaoğlan, bir baştan bir başa Anadolu göçerlerinin gurbet sayhalarını nağmalendirmiştir. Konar-göçerlerin gurbet acılarını onun türkülerinden öğreniriz çokça: “Gittim gurbet ellere geri gelinmez / Kim ölüp de kim kaldığın bilinmez / Ölsem gurbete elde gözüm yumulmaz.”

Karacaoğlan’ın, yiğitliğimizin bir yanını vurup geçen “Gurbet eldir koç yiğidin vatanı / Aramazlar gurbet elde yiteni” türküsü gurbet karşındaki mağlûbiyetimizi anlatsa da asırlardır dilimizden düşürmeden söyleriz. Onun “Vara vara vardım ol kara taşa / Hasret kodun beni kavim kardaşa / Sebep gözden olan bu kanlı yaşa / Biri ayrılık, biri yoksulluk / biri ölüm / Üç derdim var birbirinden seçilmez / Biri ayrılık, biri yoksulluk, biri ölüm” türküsü maddî gurbeti yaşayanların dilinden hiç düşmeyen bir nağmedir.

Âşık Kerem de Karacaoğlan’ın bu mısralarını gurbetten yanan diline şöyle uyarlamış: “Şu dünyada üç nesneden korkarım / Biri gurbet, biri ayrılık, biri ölüm.”

Tahir Kutsi Makal “Avşar Ağıtları” şiirinde “Ilgıt ılgıt bir yel esti Urum’dan / Duydum hâli perişandır Avşar’ın / Gam-kasavet kalkmaz oldu sırtından / Döndü gurbette ile yolu Avşar’ın” mısralarını türküleşmiş olarak dinleyiniz bakalım nerelere gideceksiniz?

Devlet-i Âli’nin iskân politikası, konar-göçerlerin gurbet sancısı ve kara yazgısı olmuştur. Yurt gurbetinden bizar düştüklerini bir Avşar Kocası’nın şu mısralarından öğreniyoruz: “Kahbe felek ne dönersin ardıma / Gurbet elde can mı verim ben sana.”

Gurbete içerleyip çatan âşıklar da var. Gurbet duygusu içimize çöktüğünde il aklımıza Âşık Garip’in türküsü gelir: “Gurbet elde baş yastığa koyan da / Gayet yaman olur işi garibin / Gelen olmaz, giden olmaz yanına / Siyah toprağıyla taşı garibin.”

Ardından da Âşık Ömer’in şu gurbet türküsünü söyleyip gurbet duygusundan iyice efkârlanmaz mıyız?: “Gurbet elde deldin bağrımı / Garip garip ötme bülbül ötme….”

Gurbete çıkıp da Âşık Bayburtlu Zihni’nin türküsünü söylemeyen var mıdır?: “ Kör olasın gurbetin kahrı bitmedi / Gidemem vatan çilem yetmedi.”

Türkücü Ali Kızıltuğ’un söylediklerine gurbetzede yüreğimiz dayanır mı bilmem?: “ Asr-ı gurbet harap etmiş köyümü / Bülbül gitmiş baykuş konmuş gel hele / Ben ağayım ben paşayım diyenler / Kapıları kitlemişler gel hele / Bir ev burda bir ev karşıda kalmış / Hele sorun bizim komşular n’olmuş / Kırk senelik ağaç kurumuş kalmış / bizim köye benzemiyor gel hele / Gel çoban gel ki dertleşek beri / Dağlarda meleşen kuzular hani / Tanıdın mı ben Ali’yim Ali / Hangi Ali’sin tanımıyım gel hele.”

Adam uzun bir gurbetten dönüp geliyor ki ne akraba kalmış, ne kırk yıllık ağaç, ne komşu, ne beyler. Vay ki vay!

Bir Eğin türküsünde Eğinli bir gurbetçinin maddî gurbet karşısında memleketini fanatikçe tutmasına hayran kalmıştım: “Ya Eğin olmayaydı, ya da gurbet.”

“Gurbete giden, arkada kalan için el olur, yâdı yabancı olurmuş” türküsünü her dinleyişimde vefâsız dünyaya kahredip kendimden geçerim. Bu nasıl bir dünya, bu nasıl bir felek ki yolu gurbete düşmüş, dünyalık rızkı gurbette verilmiş birisi, memlekette kalan için yâdı yabancı olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi