M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Sabah Namazları ve Müslümanlar

Sabah Namazları ve Müslümanlar

Pazar sabahları Eyüb Sultan Camii şerifi cemaatle dolup taşıyor, mâbedin içine sığmayan halk avlularda hasırlar üzerinde namaz kılıyor.

Buna sevinmek istiyorum ama sevinemiyorum. Çünkü seher vakitlerinde diğer camilerin çoğu bomboş.

Sevinebilmem için bütün camilerin Eyüb Camii gibi dolması gerekir.

İstanbul'da tam rakamı bilmiyorum ama üç bin küsur cami olduğunu sanıyorum. Vakit namazlarında bu camilerin, cuma namazlarında olduğu gibi dolması şarttır.

Peki cumalarda ne olacak?..

Cuma günleri öğle ezanı okununca şehirde bir kaynaşma olmalı, cemaat avlulara sığmamalı, sokaklara, caddelere, meydanlara taşmalıdır.

Müslümanların başını çeken zevatın birinci işi tashih-i itikat, ikinci ise ikame-i salattır, yani beş vakit namazı dosdoğru eda ettirmektir.

Zamanımızda ahali-i müslimenin büyük kısmı sabah namazı vaktinde leşler gibi uyuyor.

Kur'anda "Onlar namazı terk ettiler ve şehvetlerine uydular" buyruluyor.

Eyüp semti dışında sabah namazı vaktinde dükkanlar açılmıyor.

Müslümanların sevdiği ulema, fukaha, meşâyih, seçkin kişiler, ziyalı (aydın) dindarlar bilhassa sabah namazlarında camilere gelmeli ki, seven halk da gelsin.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) "Münafıklar sabah ve yatsı namazlarındaki hayr ve bereketi bilmiş olsalardı, sürünerek bile olsa (camiye ve cemaate) gelirlerdi" buyurmuşlardır.

Zamanımızda yürümeye ve sürünmeye hâcet yok. Müslümanların çoğunun otomobili var, binsinler camiye gitsinler. Otomobillerini, camiye gitmekten daha hayırlı bir işte kullanacak değiller ya.

Zengin Müslümanlar sabah namazına giderken yetişkin oğullarını da yanlarına alsınlar.

Hacı namaza kalkıyor. Ayaklarının ucuna basarak abdest alıp namaz kılıyor. Neymiş, oğlu Metin uyanmasınmış, bir hafta sonra imtihanı varmış. Ne günlere kaldık ya Rabbi! Bu ne biçim Hacı...

Ben kendimi temize çıkartıp aklayan bir kimse değilim, biz diyorum...

Biz Müslümanlar bugünkü halimizle iflah olmayız.

Memlekette dehşetli maddî kalkınma ve zenginlik varmış... Bu, islamî bir ölçü ve kıstas değildir. Bir İslam toplumunun hali namaza ve cemaate devamından anlaşılır. Bir de parayla, malla, dünya zenginlikleriyle olan muamelâtından... Sabah namazlarında yüzde 99'u leşler gibi uyuyan Müslüman bir toplum iflah olmaz, necat bulmaz.

Bilhassa sabah namazlarını ve cemaati terk eden Müslüman bir toplumun zenginliği, maddî kalkınması, yüksek binaları (ve zinaları) keramet değil, istidractır, sonu iyi olmaz.

Ne günlere kaldık!.. Bunları yazmak bana kaldı...

* (İkinci yazı)
Özlü ve İbretli Sözler

• En büyük düşmanımız içimizdedir: Nefs-i emmâre.

• Doyduktan sonra yemek, doyasıya yiyememekten kötüdür.

• Camiden tarihi bir çini çalınmış, hiç üzülmemiş; hoparlör çalınmış, üzüntü ve kahırdan hastalanıp yatağa düşmüş. Vah vah!

• Hayli zengin. Otomobili iki yüz bin dolarlık. Evi küçük bir saray. Bu adam beş vakit namaz kılan, sözde bir dindar. Zengin sözde dindar... Çünkü salonunda bir Hilye levhası bile yok.

• Almanya'da, İsviçre'de, Avusturya'da, Hollanda ve Belçika'da beş yüz senelik ahşap evler pırıl pırıl restore edilmiş, boyanmış, içlerine her türlü konfor konmuş, insanlar oturuyor. Bizde şu yirmi küsur milyonluk mega İstanbul'da ahşap bir Türk evinde oturan tek orta halli veya zengin Müslüman yok. Ne garip tecelli...

• Mââile pikniğe gitmişler. Mangal götürmüşler. Yakması bir saat. Izgara yaparken çabuk pişsin diye ateşi üflemişler. Yüzleri mosmor olmuş, ortalık dumanla ve yanık et kokusuyla dolmuş. Yemişler, içmişler. Giderken bir yığın pislik ve çöp bırakmışlar. Mangalın ateşli külünü de bir kenara dökmüşler. Ertesi gün "pikniğe gittik, bir eğlendik, bir eğlendik ki sormayın demişler."

• Adamcağızın bir oğlu, bir kızı var. Erol ve Mübeccel. Çocuklar büyüyünce öğretmen olmak istiyorlar, hacı bey ve hacı anne razı olmuyor. Kesinlikle öğretmenlik olmaz, öğretmenlikte para yok. Para mühendislikte ve doktorlukta... İlle de mühendis, yahut doktor olacaksınız diye diretiyorlar. Acı bey ve Acı hanım!

• Bizim üç okumuş ve sözde kültürlü kafadar dört günlük bir seyahat için yabancı bir ülkeye gitmişler. Uçaktan iner inmez "Buranın en iyi kebapçısı ve lokantası nerededir" demişler. O yabancı ülkede dört gün boyunca açık büfe kahvaltı, mükellef ve zengin öğle yemeği, ikindi çayı ve pastası, zengin akşam yemeği, yatmadan önce meyve, dondurma... Çarşı pazarı da gezmişler. Lakin bir yere gitmemişler: Müzeye... Canım, ta oralara eski taş parçalarına mı bakmaya gitsinler...

• Adam yolda giderken bir karınca gördü. Üzerine bastı, hayvancağızı ezip öldürdü, geçti gitti. Bakalım Mahkeme-i Kübra'da bile bile, müteammiden öldürdüğü karıncanın hesabını nasıl verecek? Karıncanın Sahibine ne diyecek? Sizce tutarlı bir savunması var mıdır?

• Evde bir poşette kurumuş ekmekler vardı. Üsküdar'a geçerken üşenmedi, onları yanına aldı. Vapuru takip eden martılara verdi. Adamın sağ tarafındaki kâtip onun defterine iyi şeyler yazdı.

• Hoparlörü sonuna kadar açarak avaz avaz, yüz yirmi desibel bağıran bed sesli müezzine: "-Siz bu ezanı kaça okuyorsunuz?" Müezzin bu soruya bozuldu: "-Bu ne biçim lâf! Ben Allah için okuyorum!.." Soran: "-Öyleyse, ne olur Allah için okumayın" dedi.

• Kendini aydın sanan birinin evine gitmiştim. Hayret! Kütüphânesi yoktu. Peki nasıl aydın olmuş?

• Her sabah lüks ve pahalı otomobiline kuruluyor, işe gidiyor. Akşam yine otomobille tek başına eve dönüyor. Yol uzun, trafik sıkışık, bir çile ki sormayın. Metrobüs daha çabuk gidiyor, çok da rahat bir vasıta. Metrobüse binmeyi kendine yakıştıramıyor. Rahat edecek, çabuk gidecek ama nefsi kabul etmiyor. Toplu taşıma vasıtasına binerse incileri, zümrütleri yere dökülecek. Bizim efendi kahrından ölecek...

• Son birkaç ay içinde gördüm, koskoca ağaçları, budayalım derken gövdelerinin üst tarafından telgraf direği gibi kesmişler. Bir iki dal bırakmamışlar. Ağaçlar baharda yeşermemiş, kurumuş. Bunu yapanlar ağaç katilidir. Ehliyetsiz ve liyakatsiz insanlardır. Yaptıkları günahtır, ayıptır, millet malına hıyânettir. O ağaçta benim de hakkım vardı. Helâl etmiyorum.

• Kendi kız kardeşine laf atsalar, sarkıntılık etseler öfkeden ateş kesilir, yeri göğü birbirine katar, nâmustan, şereften bahseder. Ama başkalarının kızları ve kız kardeşleri mevzuubahs olunca iş değişir. Onlar bir içim sudur, fıstıktır. Bu beyler de akıllarınca çok namuslu, şerefli, ehl-i ırz insanlardır. Hadi siz de!..

• Adam cep telefonu hastası. Cebinde iki telefon var. Zır zır, vır vır çalıyorlar. Ne olmuşsa iki saat hiç aranmamış, ziller hiç çalmamış. Adam fena olmuş. Önce tansiyonu düşmüş, sonra âniden yükselmiş. Kolestrol molestrol allak bullak. Hastaneye götürmüşler, serum bağlamışlar... Şu telefon bağımlılığı, içki ve uyuşturucu bağımlılığı gibidir. Malum, alkolikler içemeyince delirium tremens denilen hezeyanlar sergiler. Vücutları, elleri, ayakları titremeye başlar, gözleri döner, ağızları köpürür. Ne olduğu anlaşılamayan böğürtüler ve homurtular. En sonunda yıkılır, yerde debelenmeye başlar. Böyle bir adama yarım bardak rakı verin, hemen gözü açılır, kendine gelir. Oh, dünya varmış! Cep telefonu ne kadar faydalı bir âlet...

• Olmuş bir vak'a: Edremit taraflarında tek katlı bir yazlık. Bir çift kırlangıç gagalarıyla çamur taşıyarak bir yuva yapmışlar. Dişisi yumurtlamış, yavrular çıkmış. Anne baba onları beslemek için çırpınıyor. Ev sahibi hanım kuş pisliğinden çok rahatsız olmuş. Yuvayı yıkmış, daha tüyleri çıkmamış yavruların ölümüne sebep olmuş. Bu hadise Haziran'da olmuş. Bir dahaki yaza kuş yıkan hanımın ailesi yazlığa gelememiş. Âilecek târumar olmuşlar...

• Hata ve yanlış: Başkalarında olan şey...

• Sayın bay kibirli şöyle diyor: Benim hiçbir günahım yoktur. Bütün günahlar ve ayıplar başkalarına aittir.

• Bay bencil'in fiil çekimi: Ben gidiyorum. Sen gidiyorum. O gidiyorum. Biz gidiyorum. Siz gidiyorum. Onlar gidiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi