M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Biz O Biçim Müslümanlarız!

Biz O Biçim Müslümanlarız!

Biz ne biçim Müslümanız?.. Müslümanız ama o biçim Müslümanız.

Bugün hangi ayın kaçıncı günüdür diye sorsalar Müslümanca cevap veremeyiz.

(Bu yazıyı kaleme aldığım tarih 8 Şabandır.)

Hangi yıldayız?

2011 mi? Evet 2011'dir, yemin etsek başımız ağrımaz ama bu tarih Efrencî tarihtir, bizim yılımız hicrî 1432'dir.

Doğrusu biz çok acayip Müslümanlarız.

Yahudiler ve Hıristiyanlar sıçan deliğine girseler biz de peşlerinden gireriz.

Şu üstümüze bakın: Avrupaî kostüm (costume), ceket (jaquette), pantolon (pantalon), kışın palto (paletot), pardesü (pardessus), trençkot (trenchcoat), yazın T-short, adı üstünde Frenk gömleği, kravat (cravate), iskarpin (escarpine)...

İç çamaşırlarımıza kadar Frenkleşmişiz. Atlet, külot...

Ev eşyalarımız: Büfe/Buffet... Vitrin/Vitrine... Gardrop/Garde Robe... Kanape/Canape...

Ya kafamızın içi?.. Sanki çıfıt çarşısı!..

Camilerimizi bile kalorifer, klima, vantilatör, hoparlör, mikrofon, fluoresan ile doldurduk.

Cami avlu ve bahçelerinde WC for Women... WC for Men...

Çoğumuzun kalbinde dolar euro...

Kur'an ve Sünnet mi?.. Bol bol edebiyatını yaparız.

Peygamber "Kim bir kavme benzerse ondan olur" buyurmuş. Kim bu benzeyenler? Aynaya bakalım...

Bizi sokakta görseler, Müslüman olduğumuzu neremizden anlayacaklar?

Gayr-i Müslimlerden ne farkımız var?

Ucuz işporta edebiyatına gelince mangalda kül bırakmayız. Fatih'in torunlarıymışız!..

Pöh!.. Fatih nerede, biz nerede...

Biz gerçekten Fatih'in torunları olsaydık, Ayasofya müze yapılabilir miydi?

Biz o biçim Müslümanlarız.

Müslümanlığın alamet-i fârikaları vardır. Bizde onlar yok.

Müslüman kılığıyla, kıyafetiyle, serpuşuyla Müslümanlığını belli eder.

Hindistan başbakanı Sih dinine mensuptur. Başında sarık, sırtında istanbulin vardır.

Bizim boynumuzda ipekten yularlar. Sarı, pembe, kırmızı, mor, eflatun, yeşil, mavi yularlar.

Bizim gözlerimizde Avrupa lensleri vardır. Dünyaya onlarla bakarız.

Kulaklarımızda Avrupa tıkaçları vardır.

Vicdanlarımız kırmızı Avrupa mumlarıyla mühürlenmiştir.

Ezanları baş kulaklarımız duyar gibi olur ama kalp kulaklarımız duymaz.

Gözlerimiz gerçeklere bakar ama onları görmez.

Kur'ana iman ettik deriz, Kur'andaki emir, yasak ve öğütleri hayatımıza uygulamayız.

Peygambere iman ettik deriz, Sünnetine uymayız.

Âhirete inandık deriz, onun için hazırlanmayız, azık toplamayız.

Kur'an gıybeti yasak eder, biz ölmüş kardeşlerimizin etini yeriz de yeriz.

İslam bize zekatı dosdoğru vermemizi ve sarf etmemizi emr ediyor. Biz ya hiç zekat vermeyiz, yahut zekatlarımızın çoğunu zekat uğrularına kaptırırız.

Evet biz de Müslümanız ama o biçim Müslümanız.

Müslümansak niçin adam akıllı Müslüman olmuyoruz.

Müslüman olduğumuzun anlaşılması için boynumuza "Hâzâ Müslüman" levhası asmak zorundaysak ben ne anladım o Müslümanlıktan.

Zarf da, mazruf da Müslüman olmalı. Alnımızda ve vechimizde secde nurları parlamalı.

Firaset sahipleri bizi gözlerimizden tanımalı.

Gözler yalan söylemez!

Evet dilimiz/qalimiz susmalı, kılığımız kıyafetimiz, serpuşumuz, davranışlarımız, görgümüz, ahlakımız, faziletimiz, ilmimiz, irfanımız, kültürümüz, mürüvvetimiz, insanlığımız, hilmimiz, şecaatimiz, sehamız, merhametimiz, civanmertliğimiz, fütüvvetimiz, halimiz, etvarımız, harekâtımız konuşmalı. Yazımızı gören, bu Müslüman yazısı demeli.

Müslümanca yiyip içmeliyiz... Müslümanca yatıp kalkmalıyız...

Güneş bizim üzerimize biz yataktayken doğmamalı. Müslüman doğuş yarışında güneşi yenen kişidir.

Birliğinden tebdilhava raporu alan, yol parası olmadığı için oto stop yapan ve bir trafik kazasında ölen, ailesi çok fakir olduğu için cenazesini köyüne getiremeyen; fakir, biçare, beş parasız, hasta, miskin askerin yol kenarındaki cesedinin fotoğrafını gördünüz mü?.. O fotoğrafın fonunda bizim halimiz sırıtıyor.

Köyüne gidecek o fakir ve hasta askere 100 liralık bir zekatımız nasip olmamıştı.

Biz işte böyle Müslümanlarız.

Benim baronum senin baronundan büyüktür. Benim baronum senin baronunu döver...

Ya öyle mi!.. Başınıza baronunuz kadar taş düşsün!..

* (İkinci yazı)
Ham Topraktan Yapılmış Sanat ve Mimarlık Âbidesi Câmi

Afrika'da Mali isminde bir ülke vardır. Orada Djenne şehrinde topraktan yapılmış çok büyük bir cami bulunur ve bu bina UNESCO tarafından tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır.

Djenne camii fırında veya güneşte pişirilmiş kerpiçten mi yapılmıştır? Hayır, o büyük bina doğrudan doğruya ahşap iskelet üzerine sıvanmış çamurdan inşa edilmiştir.

İnternetten Google'ın görsellerini açınız "Djenne Mosque" diye yazınız, karşınıza hayli fotoğraf çıkacaktır. Lütfen tedkik buyurunuz. Bu resimler içinde, caminin her sene imece usulüyle yapılan tamirini de göreceksiniz. Müslüman halk merdivenlere çıkmış, ellerinde çamur dolu kovalar ve dış duvarları sıvıyorlar.

Bu satırları yazmaktan maksadım, muhterem okuyucularıma, ham topraktan yapılan bir caminin bile kıymetli bir sanat ve mimarlık eseri olabileceğini bildirmek ve göstermektir.

Ortaya sanatlı ve değerli bir bina koyabilmek için sadece para, çimento, demir, fayans, kubbe kurşunu, mermer yeterli değildir. Paranın yanında şehir kültür ve medeniyeti, yeterli sanat birikimi bulunması da gereklidir.

Müslümanlar ülkenin bir şehrinde diyelim 10 milyon liraya mal olacak orta büyüklükte bir cami yaptırmak istiyorlar. Bu cami sanat katsayısı bakımından şu kategorilerden birine girebilir.

Birinci kategori: Çok sanatlı, çok değerli, estetik bakımdan çok yüksek bir bina. Hesabı yapılırsa bu binada "altın formül" çıkacaktır.

İkinci kategori: 16'ncı asır Osmanlı camilerinin kötü bir kopyası.

Üçüncü kategori: Çok zevksiz, çok başarısız, orantısız çirkin bir bina.

Her üç kategoride de harcanan para miktarı aynıdır.

Madem ki, 10 milyon liraya güzel bir cami yapma imkanı var da bunu niçin yapamıyoruz?

İşte kültür, medeniyet, sanat, estetik eksikliğimiz burada karşımıza dikiliyor.

Mimarlığın piri Vitruvius şöyle diyor: Bir binada şu üç unsur olmalı. Sağlam olmalı, hangi iş için yapılmışsa ona uygun olmalı. Üçüncüsü güzel olmalı...

Sağlam ve kullanışlı, fakat güzel değil, o bina iyi bir bina değildir.

Harika tarihî çinileri elektrikli matkapla delip, dübelli vida çakıp, o vidalara (kültürlü ve sanatlı insanların helâlarına bile asmayacağı) iğrenç, berbat, rezil, ucuz pilli Çin saatleri takan zihniyet elbette güzel bina yapamaz.

Siz ucuza çıksın, mimara para vermeyelim diyerek sanat ve mimarlık kültürü olmayan bir kalfaya kocaman, kubbeli bir cami yaptırırsanız para boşa gitmiş olur, ortaya bir mimarlık ucubesi çıkar.

İstanbul Üsküdar'da deniz sahilinde küçük Şemsi Paşa Camii ve külliyesi vardır. Mimar Sinan yapısıdır. Sanattan anlayanların, onun karşısında hayranlıktan dilleri tutulur.

Bugünkü Müslümanlar Fatihlerin, Kanunilerin, Sinanların, Barbarosların, Şeyhülislam Ebussuud efendilerin, Fuzulilerin torunları olsaydılar yeni yapılan 40 bin cami de güzel, sanatlı, estetik olacaktı.

Cahillerin mimarlıkta orantı ile ilgili kültürleri yoktur. Minarenin ille de çok uzun ve bol şerefeli olmasını isterler. Yakışıklı bir insanın burnu haddinden fazla uzun olsa ne olur? O adam çirkin olur.

Müslümanlar son altmış yıl içinde yüz bine yakın cami, okul, yurt, pansiyon, kurs binası yaptırdılar. Bunların içinde bence sanatlı ancak 40 cami vardır. Diğer binaların kısm-ı azamı (büyük kısmı) estetiksiz ve sanatsızdır.

Bunun sebebi Müslümanların sanat, medeniyet, kültür, mimarlık, dekorasyon gibi sahalarda geri kalmış olmasıdır.

Cami veya okul binası yaptırtmak isteyen müteşebbis heyetler bilenlere, uzmanlara sorsalardı yine güzel binalar yapılabilecekti. Maalesef sormadılar.

Hadîs-i şerifte "İstişare etmeyen pişman olur" buyruluyor.

Yeni bir caminin, dinî bir hizmet binasının güzel ve sanatlı olduğu nasıl anlaşılır?

Bir bilirkişi-uzman heyeti oluşturursunuz ve onlardan rapor istersiniz. Fevkalade güzel... Oldukça güzel... Sıradan... Berbat... Korkunç derecede başarısız... gibi notlar verebilirler.

Bir ara Taksim'e cami yapılmak istenmiş ve bu maksatla bir dernek kurulmuş, bir mimara da proje ısmarlanmıştı. Mimarın başının etini yemişlerdi. Minaresi çok uzun olacak, en alt katta otopark bulunacak, orta kat otomobil yedek parçası satan bir çarşı, onun üstü de cami olacak... Sanki Taksim meydanına değil, sanayi sitesine cami yapıyorlar... İyi ki, yapılmadı...

Müslümanlar fakir de bu yüzden güzel camiler ve binalar yapamıyor bahanesi geçersizdir.

Bizim paramız var ama kültür, sanat, medeniyet konusunda iyice fukaralaşmışız.

Bilenlere de sormuyoruz. (Ben bilen değilim...)

Lütfen tekrar Djenne toprak camiine bakınız ve bendenizi anlamaya çalışınız.

(Bu yazım dolayısıyla bu fakire hakaret edecek biri çıkarsa hakkım ona helâl olsun. Mâzurdur.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi