Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

4 saatlik kriz... Usta’ya selâm, yola devam

4 saatlik kriz... Usta’ya selâm, yola devam

Önce bir fıkra... Malûm, merhum Nasreddin Hoca, bir gün eşeğinden düşmüş... Civardaki çocukların kendisine güldüğünü görünce demiş ki;
“Zaten inecektim!”
Org. Işık Koşaner’le birlikte “istifa” eden, ya da “emeklilik”lerini isteyen Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit’in tavırları da, “fıkra”daki olaydan farksız...
Neymiş; “gördükleri lüzum üzerine” emekliliklerini istemişler!..
Yersen!..
Be adamlar;
Sizler, 1 Ağustos’taki Yüksek Askerî Şûra’da zaten “emekli” olmayacak mıydınız?..
Ha 3 gün önce,
Ha 3 gün sonra!..
Ne yani;
“3 gün önce” emekliliğinizi istemekle “yiğitlik” yaptığınızı mı sanıyorsunuz?..
Aklınızca, “hükümete kafa tuttuğunuzu” mu sanıyorsunuz?..
“İstifa” ettiniz de ne oldu?..
Gök kubbe başımıza mı yıkıldı?..
Memleket komutansız mı kaldı?..
Haaa, eğer 29 Temmuz’da değil de, “Silvan’da 13 askerin şehit olduğu” olaydan hemen sonra, “Sorumluluk bizde” deyip istifa etmiş olsaydınız, işte o zaman millet sizi alkışlardı!..
Ama şimdi; sırf “Ergenekon ve Balyoz sanıklarının terfi ettirilmesi talepleri reddedildi” diye istifa etmiş olmanız, millet tarafından hiç de hoş karşılanmamış, tam aksine “sorumsuzluk” ve “millî iradeye saygısızlık” olarak değerlendirilmiştir!..
Bu yaptığınız, askerliğe sığmaz!..
Sözün özü;
“3 gün sonra zaten emekli olacağınız” herkes tarafından bilindiği halde, merhum Nasreddin Hoca’nın; “Zaten inecektim” demesi gibi, “zaten gideceğiniz” herkesçe malûm iken, “3 gün önce” bırakıp gitmeniz, “itibar”ınızı arttırmamış, tam aksine düşürmüştür!..
Sadece, bunu bilin istedim.
O BAŞBAKAN’LAR YOK ARTIK!
Sadece Erdal Ceylanoğlu ve Eşref Uğur Yiğit değil, Işık Koşaner’in de; “terörle mücadelede yeni bir dönem”e girildiği şu “kritik günler”de görevini bırakıp gitmesi, hiç de “vatanseverlik” değildir!..
Düşünebiliyor musunuz;
“Terörün belini kırma” konusunda “yeni yöntemler”in gündeme geldiği, “asker-polis işbirliği”nin güçlendirileceği bir dönemde, Genelkurmay Başkanlığı makamındaki bir zat; sırf “Dediklerim kabul edilmedi” diyerek, basıyor istifayı!..
Nedir dedikleri?..
“Terörle mücadelede o yöntem değil de, bu yöntem uygulansın” demek mi?..
Elbette hayır!..
Org. Koşaner’in istediği; sadece ve sadece, “tutuklu generallerin terfi ettirilmesi” için diretmek!.. Yani, “askerî vesayet”in devamını istemek!..
İyi ama;
Sayın Koşaner, “köprünün altından çok sular aktığını” ve artık “devrin değiştiğini” nasıl göremez?..
“Eski devir” olsa, dediğini yaptırır, Başbakan’ları parmağında oynatırdı!..
Ama artık, Mesut Yılmaz gibi bir Başbakan yok!.. Tansu Çiller ve Bülent Ecevit gibi, “askerle el ele” verip, millete karşı “topyekûn savaş” ilân eden “Başbakanlar” da yok!..
Hele hele;
Asker “höt” dediğinde “fötr”ünü alıp giden Süleyman Demirel de yok!..
Bilmem, hatırlar mısınız;
“Hükümeti kurma görevi” verildikten hemen sonra Aydın Doğan’ı ziyaret eden ve “pijama” ile karşılanan Mesut Yılmaz, Başbakan olduktan sonra, Gürcistan gezisine çıkmıştı.
Yılmaz’ın Gürcistan gezisine katılan Mehmet Ali Birand’ın; “Çok özel bir durum... Yazarsak ayıp olur” dediği bir olay yaşanmıştı Gürcistan dönüşünde...
Ancak, haberin kaynağı ve alınış biçimi 18 Mart 1998 tarihli gazetelerde yer almıştı... Yılmaz, resmen ve “konuşarak” bir şey açıklamamış ancak “sessiz sinema” oynayarak meramını anlatmıştı.
Olay, kısaca şuydu:
Gazeteci arkadaşlarımız ara rejim tartışmaları konusunda Yılmaz’ı sıkıştırınca, o da, “Bir şey söylemem, ama işaret ederim, siz anlayın” demiş. Bunun üzerine “sessiz film” oynanmaya başlanmış. Yılmaz omuzlarını tutmuş, generalleri tarif etmiş, sonra omzuna dört parmak koyup bunların orgeneral olduğunu hissettirmiş.
Derken parmağı ile “bir” işareti yapmış, bunun da Çevik Bir olduğu anlaşılmış, sonra güle güle işareti yapmış, emeklilik konusunun sorun olduğunu anlatmış.
Sizin anlayacağınız;
“Askerî vesayetten tırsan” Mesut Yılmaz, bunu “dili” ile söylemek yerine “eli” ile işaret ederek anlatmaya çalışıyor.
Bu, ne biçim “Başbakanlık”tır?..
Dedim ya;
“Asker korkusu”nun yürekleri titrettiği o günler, çook gerilerde kaldı.
O günlerde, “general”lerin isimlerini bile anmaktan korkup, “işaret dili”ni kullanan Mesut Yılmaz’lar yok artık!..
Evet, o günlerde;
“Siviller, askerlere tabi”ydi...
Bugün ise, “askerlerin sivillere tabi olduğu” yeni bir süreç yaşıyor Türkiye!..
Dün, “yönetilen” hakimdi ülkeye...
Bugün ise, “yöneten”lerin iradesi egemen... Olması gereken de bu!..
Ne yani;
“Askerî işleri tedvir”le görevli bir “bürokrat” olan Genelkurmay Başkanı’nın dediği olacak da; “Ordunun Başkomutanı” olan Cumhurbaşkanı’nın veya “Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanları’nı atama yetkisi”ne sahip Başbakan’ın dediği olmayacak mı?..
Bu mu demokrasi?..
Bugün olan;
Herkesin “yasal görev sınırları”na çekilmesinden ibaret!.. Bundan sonra, “asker” askerliğini, “hükümet” hükümetliğini yapacak!..
Yani, herkes “kendi işi”ne bakacak!..
KOŞANER, KENDİNE YAZIK ETTİ!
Sen kalkar;
“Binlerce şehit” verilen bir ülkede “teröre karşı topyekûn savaş” değil de “irtica ile mücadele” maskesi altında “millete karşı topyekun savaş” başlatıp, “darbe plânları” yapmakla meşgul olursan, bir gün, bir “Molla Kasım” çıkar, sorar hesabını!..
“Şu anda 173’ü muvazzaf, 77’si emekli olmak üzere 250 general-amiral, subay, astsubay ve uzman jandarma çavuş, hürriyetlerinden yoksun olarak tutuklu bulunmakta” imiş...
Neymiş;
“Haklarında henüz hiçbir kesin yargı kararı olmamasına rağmen tutuklu bulunan 14 general-amiral ile 58 albay, hürriyetlerinin tahdit edilmesinin yanı sıra mevcut yasalarımız gereğince bu yıl yapılacak Yüksek Askeri Şura’da değerlendirmeye girme hakkını kaybetmiş ve peşinen cezalandırılmış”mış!..
Sayın Koşaner, böyle diyor!..
İyi, hoş da sormazlar mı adama;
Halen tutuklu bulunan bu generaller, “askerî bir suç” işlediler de onun için mi tutuklandılar?..
Ya da; birine; “Gözünün üzerinde kaşın var” dedikleri için mi içeri atıldılar?..
Cümle alem biliyor ki;
“Darbe plânı yapmak” suçlamasıyla tutuklandılar. “Darbe” yapıp, Hükümet’i devirecekler, Meclis’i devre dışı bırakacaklar, yönetime el koyacaklardı!..
Bunun için de;
“Kendi jetimizi düşürmeyi, Fatih ve Beyazıt camilerini bombalamayı, binlerce insanı stadyumlara doldurmayı, onlarca gazeteciyi tutuklamayı” bile plânlamışlardı!..
Peki, “askerliğin gereği” mi bu?..
“Darbe yapmak” ne zamandan beri “meşru ve masum bir görev” oldu ki, bugün onların “terfi” etmeleri isteniyor?.. Bir Genelkurmay Başkanı’nın “darbecileri korumak ve kollamak” gibi bir görevi mi var?..
Bence, sayın Işık Koşaner, giderayak yaptığı bu açıklama ile askerlik geçmişini lekelemiştir!..
Keşke, bu açıklamayı yapmak yerine, “Görülen lüzum üzerine” demekle yetinseydi!..
Yazık oldu, yazık!..
ERDOĞAN, USTALIĞINI GÖSTERDİ
Gelelim, “Hükümet Cephesi”ne...
Açık ve net söyleyelim;
Başbakan Tayyip Erdoğan ve kurmayları, krizi çok iyi yönetmiş ve “kriz beklentileri”ni boşa çıkarmıştır!..
Aynı zamanda “iyi bir ekonomist” olan Başbakan, bu krizi de fırsata dönüştürmeyi başarmıştır.
Düşünebiliyor musunuz;
Cuma günü saat 18.30 civarında “komutanların istifaları” ile başlayan kriz, saat 22.30 civarında, Org. Necdet Özel’in Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkan Vekilliği’ne atandığının açıklanması ile sona erdi.
Yani, “sadece 4 saat” içinde her şey normal mecrasına döndü.
Hemen herkesin ve özellikle televizyon ekranlarında ahkâm kesen “kriz tüccarları”nın; “YAŞ toplantısı ne olacak?.. Zamanında yapılabilecek mi?.. Toplantıya kimler katılacak?” diye sorduğu saatlerde, “krize son nokta” konuldu!..
“24 saatliğine Kara Kuvvetleri Komutanlığı”na atanan Necdet Özel, muhtemelen bugün “Genelkurmay Başkanlığı”na atanacak ve yarın da YAŞ’taki yerini alacaktır!..
YAŞ’ın toplanabilmesi için Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’nın bulunması yeterlidir... Yani, “Kuvvet komutanları”nın bulunması şart değildir...
Onlar, daha sonra da atanır!..
Görebildiğim kadarıyla; herkesin diken üzerinde olduğu saatlerde Erdoğan, “son derece rahat”tı!..
O kadar rahattı ki; İstanbul programını “erteleme” ve “iptal” yoluna bile gitmeyip, saat 23.55’te İstanbul’a hareket etti.
Erdoğan’ın bu rahat tavrı, kamuoyunu da rahatlattı... Bir “kriz” çıkacağından korkan kamuoyu, her şeyin normal mecrasında yürümesinden ve bir kriz ortamından “tereyağından kıl çeker gibi” çıkılmasından son derece mutlu oldu...
Erdoğan’ın yaptığı;
Gerçekten de “ustalık”tır...
“Kaos”a dönüşmesi muhtemel bir krizi, “ustaca bir manevra” ile savuşturmuş, Necdet Özel’le ilgili tercihi de, milletin yüreğine su serpmiştir.
Bu arada, Org. Necdet Özel’in, bu süreçteki “sorumlu davranış”ını da takdir ve tebrik etmek gerekir...
Çünkü, böyle “kritik bir süreç”te çekip gitmek yerine, “asker”e yaraşır bir tavırla, üzerine “sorumluluk” almıştır.
Uzun lâfın kısası;
Günlerce konuşulması muhtemel bir kriz, başarıyla savuşturulmuş ve Türkiye’ye, “sivil iradenin gücü” gösterilmiştir!..
Bu “Usta”ya selâm durulur!..

Bila’nın karın ağrısı!

Hani; “Eller gider Mersin’e, bizimkiler gider tersine” diye bir sözümüz vardır ya, “kartelciler”in yaptığı da bu...
Millet kimi “alkışlıyor” ise, kartelciler “yuh” çekiyor...
Millet kimi “seviyor” ise, kartelciler onu “dövüyor.”
Milletten o kadar “kopuk”lar ki; her defasında “şamar” yemelerine rağmen, bir türlü akıllanmıyorlar.
İşte Fikret Bila... Vatandaşların; “Türkiye’nin 28., milletin 1. Genelkurmay Başkanı” diyerek sevgiyle kucakladığı Org. Necdet Özel için, Milliyet’ten Fikret Bila demiş ki; “Bakalım Necdet Özel, orduevlerine rahat girebilecek mi?”
Girer mi, girmez mi, elbette göreceğiz de; benim merakım şu: Bu işte, Fikret Bila’ya giren-çıkan nedir ki, bu meseleyi dert edinmiş?..
Belli ki; Hilmi Özkök’e yaptıkları baskıyı Necdet Özel’e de yapacaklar... Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay, “Genç subaylar rahatsız” başlıklı bir manşet habere imza atmış ve bir anlamda “darbe çağrısı” yapmış da; dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, Balbay’ı “lânetle” andığını açıklamıştı ya; belli ki, onun “darbesever”liğini Fikret Bila üstlenmiş!.. Şimdiden “fit” sokmaya çalıştığına göre, belli ki “sivil irade”den rahatsız!..
Şahsen ben; Necdet Özel’in değil de, asıl Fikret Bila’nın o mekânlara girip-giremeyeceğini merak ediyorum...
Galiba, “karın ağrısı”nın asıl sebebi bu!..
Yoksa, orduevleri de “Özel”leştirilir, olur biter!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi