Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Eşme’den-Çeşme’ye Çaldağ faciası!

Eşme’den-Çeşme’ye Çaldağ faciası!

Yukarıdaki başlık, “ilkokul”dan beri arkadaşım olan ve kafasını sürekli “memleket meseleleri”ne yoran Yüksek Ziraat Mühendisi Hüseyin Emrem’e ait...

Hüseyin, tam anlamıyla bir “dost”tur... Birbirimize sadece “kapı”larımızı değil, “gönül”lerimizi de açtık... Hüseyin, hiçbir zaman “hesabî” davranmamış, hep “hasbî” ve “samimi” davranmıştır... “Tek hesabı” vardır; Türkiye’nin, “siyaset”i ve “çevresi”yle “yaşanabilir bir ülke” olmasının kavgası...

Salihli’de bulunduğum 15 günlük süre içinde, bol bol muhabbet ettik kendisiyle... “Tarih”e, “sosyoloji”ye ve “siyaset”e duyduğu ilgi kadar, “çevre”ye de, son derece duyarlıdır.

GEDİZ, “HİROŞİMA” OLMASIN!

Biliyorsunuz; “Çaldağ faciası”nı bana ilk duyuran da o olmuştu... Ve ben, Hüseyin Emrem’in verdiği; “Gediz bir katliamın eşiğinde” şeklindeki “S.O.S.”lerinden sonra, 11 Kasım 2010 tarihli Ayna’da, “Çaldağ faciası”nı gündeme getirmiş, sizlerin ve “yetkili”lerin dikkatini çekmeye çalışmıştım.

Efendim, olay şuydu:

Sardes Nikel Madencilik adlı bir İngiliz şirketi, Turgutlu Çaldağ’da “nikel” çıkarmak için “15 yıllık bir izin” almış... İzin alır almaz da, “ana tesisin 200’de biri” büyüklüğünde bir “pilot tesis” kurmuş!..

Sonra “çevreciler”in ve “yöre halkı”nın protestoları başlamış... Tepkiler büyüme eğilimine girmek üzereyken, devreye, dönemin Çevre Bakanı Osman Pepe girmiş ve “İngiliz şirket”in iznini “iptal” etmiş!..

Aradan geçen süre içinde “madencilik yasası”nda yapılan değişiklikleri fırsat bilen Sardes Nikel Madencilik adlı İngiliz şirket, yeniden “kımıldamaya” başlamış!.. Eğer “yeterli para”yı bulabilirlerse, çalışmalara yeniden başlayacaklarmış!..

Peki, parayı bulup da “nikel madeni” çıkarmaya başlarlarsa, ne olacak?..

Cevabı gayet basit:

“Gediz ikinci bir Hiroşima olacak!”

Nasıl mı?..

Tesisin kurulması için, ilk önce “resmî rakam”lara göre 330 bin ağaç, buna “ağaç” sayılmayan “fidan”ları da eklerseniz, “yaklaşık 2 milyon ağaç” kesilecek!..

Sonra, “Çaldağ oyulmaya” başlanacak!..

En önemlisi de;

Çaldağ’dan çıkarılan toprak, “milyonlarca ton sülfürik asit”le yıkanacak!..

İşin, daha da vahimi;

Bütün bu işlemler “açık hava”da yapılacak!.. Yani, “uzman”ların ifadesiyle; “Dünyanın en büyük ve en verimli 7. tarım havzası” olan Gediz Ovası, tam bir “Açık hava kimya işletmesi”ne dönüşecek!..

Bu, ne demek?..

Şu demek: “Dağlarından yağ, ovalarından bal akan” topraklar, “taammüden işlenen bir cinayet”e kurban gidecek!..

Sizin anlayacağınız;

“Gediz Ovası’ndaki yeraltı suları tükenecek!.. Nikel madeni çıkarmak için kullanılacak sülfürik asit bütün bölgenin sularına karışacak ve milyonlarca insan kanserin pençesine düşecek!.. 15 yıl sonra İngiliz şirketin işi bitip gittiğinde; geride, bir otun bile bitmediği Hiroşima kalacak!”

800 BİN ASİT TANKERİ!

O yazdıklarım;

Bir “senaryo” değil, “gerçeğin ta kendisi”ydi... Hem de, acı gerçeğin ta kendisi!..

Eğer Çaldağ’da “Nikel madeni” çıkarılmaya başlanırsa var ya; “olacaklara”, buyrun birlikte bakalım:

“Nikel Madeni”nin çıkarılması için 15 yıl boyunca “15 ilâ 18 milyon ton sülfürik asit kullanılması” gerekiyor!..

Bir büyük “asit tankeri”nin ancak “20 ton asit” alacağını düşünürseniz, “15-18 milyon ton asit” için kaç tanker kullanılacağını varın, siz hesaplayın...

15-18 milyon tonu, bölün 20 tona; eder “800 bin tanker!”

“800 bin tanker”in uzunluğu nedir, bilir misiniz?..

800 bin tankeri, Turgutlu’dan Doğu’ya doğru tampon tampona dizin... Kuyruk Pekin’e kadar uzanır ve hatta Çin Denizi’ne ulaşır!..

Sizin anlayacağınız; işte bu kadar “asit” kullanılacak Çaldağ’da!..

Hem de, “açıkta!”

Bu asitin “açıkta kullanılması” demek, bölgeyi “açıkhava kimya işletmesi”ne çevirmek demek!..

Şu hâle bakın;

Adamlar, “35-40 milyar dolar kazanacakları” bir iş için “5-10 milyar dolarlık bir yatırım” yapıp da, “kapalı mekân” inşa etmeye yanaşmıyorlar...

Şöyle diyenler çıkabilir:

“Memleketin paraya ihtiyacı var... Bırakın da yatırım yapsınlar!”

Tamam, yapmasına yapsınlar da, bize bir faydaları olmayacak ki!.. Çıkaracakları madenin değeri “35-40 milyar dolar” civarında... Buna karşılık; Türkiye’nin bu işten kazanacağı para, taş çatlasa, “165-170 milyon dolar” civarında!..

Kazanacakları 35-40 milyar dolar!..

Bırakacakları 165-170 milyon dolar!..

Değer mi, “Hiroşima”yı yaşamaya?..

Değer mi, “büyük bir tarım havzası”nı, “devasa bir çöl”e dönüştürmeye?..

GEDİZ OVASI BİTER!

Dahası da var...

Diyelim ki; İngiliz şirketi de, Avustralya’da yapıldığı gibi, “basınçlı kaplar” kullandı... Peki, bunun hiç mi riski yok?..

Uzmanlar diyor ki;

“Büyük ihtimalle Güney Amerika’dan ithal edecekleri kükürtleri bir fabrikada yakacaklar!.. Çünkü, şu anda kurdukları tek fabrika, sülfürik asit fabrikası... Dünyanın ikinci büyük sülfürik asit fabrikasını bir tarım havzasına, yani Türkiye’nin en verimli, dünyanın yedinci büyük verimli tarım havzasının orta yerine kurmak, çatınıza yüz ton dinamit depolamak gibi bir şeydir...

En ileri sülfürik asit üretim teknolojilerinde bile, binde üç kaçak vardır.

18 milyon ton sülfürik asitte binde üç, korkunç bir miktar.

Bu demektir ki;

54 bin ton sülfürik asit havaya karışacak... Oysa; Gediz, sülfürik asidin içindeki kükürte tamamen yabancı bir havza. Burası laterit havza, oksitli topraklar. Hiç kükürt yok bu topraklarda. Bu ekosisteme yabancı bir elementi devasa miktarlarda soktuğunuzda, doğal yaşamda öyle bir kırılma olur ki, bir daha geri dönülemez.”

GÖLET DEĞİL, GÖL!

O yazımda, Turgutlu TEMA Temsilcisi ve aynı zamanda TURÇEP’in kurucusu da olan ve ömrünü “çevre”ye adayan Ayla Yönet hanımefendinin görüşlerine de yer vermiştim.

Ayla Yönet diyordu ki;

“Öyle sanıyorum ki; Ankara, burada olacakların farkında değil... Belli ki, kendilerine yanlış bilgilendirme yapılmış... Mesela ÇED raporunda gölet olarak adı geçen şeylerin dördünün büyük baraj olduğunu öğreniyoruz.

Eminim, Ankara’dakiler bunu bilseler, onay vermezlerdi... Birinci derecede, Turgutlu’da yaşayan bizler etkileneceğiz. Macaristan’daki olayı biliyorsunuz; bütün köyü o kızıl çamur kapladı... Bu Turgutlu’nun değil, Türkiye’nin sorunu!.. Herkesin müdahil olması gerek.”

GİTTİM, ÇALDAĞ’I GÖRDÜM

Evet, 11 Kasım 2010 tarihli yazımda bunları dile getirmiş ve “geliyorum diyen facia”ya dikkat çekmiştim.

Hemen söyleyeyim;

Bu yazım, geniş yankı yaptı... “Çevreci kuruluşlar”ın yanı sıra, Çevre Bakanlığı Müsteşarı da aramış ve demişti ki; “Orada; değil yüzbinlerce ağacın kesilmesine, bir tek ağacın kesilmesine bile izin vermeyiz.”

Ben de kendisine;

Turgutlu’ya bizzat gideceğimi, “iddia”ları yerinde araştıracağımı ve gerçeğin ne olduğunu göreceğimi söylemiştim.

İşte, çıktığım “15 günlük tatil” esnasında Yüksek Ziraat Mühendisi arkadaşım Hüseyin Emrem’le birlikte, bir Cuma günü Turgutlu’ya gidip, Ayla Yönet hanımefendi ile buluştuk ve hep birlikte Çaldağ’a gittik...

“Yangın Kulesi” ve “televizyon yansıtıcıları”nın bulunduğu zirveye varıncaya kadar, sık sık durduk ve Sardes Nikel Madencilik adlı “İngiliz şirketi”nin; “dağı nasıl oyduğunu, ağaçları nasıl kestiğini” yerinde gördük!.. Hatta, “kesilmek” için “işaretlenen” ağaçları da gördük...

İşte orada, Hüseyin dedi ki;

“Çaldağ’da yaşanacak bir felâket, Turgutlu ile sınırlı kalmaz... Buradan yağacak bir asit yağmuru, İzmir’in Çeşme ilçesinden, Uşak’ın Eşme ilçesine kadar, 100 kilometre uzunluğundaki bütün ovayı çöle döndürür... Ve tabiî, insanları da öldürür!.. Muhtemel bir katliama derhal son verilmelidir.”

Çaldağ’da gördüklerimi, çiftçilerle yaptığım konuşmayı ve diğer teknik bilgileri de yarın yazarım inşallah.

Sözün özü, “Çaldağ korunmalı”dır!..

İstemesini bileceksin!

Söylemekten söylemeye fark var... Birisi vardır yüzü “sirke saçarak” konuşur, birisi vardır “tatlı dil”le anlatır meramını...

Yüzünün sirkesi ve dilinin öfkesi ile konuşan adama elbete “rest” çekilir...

Ama “tatlı diliyle” konuşan adama can kurban...

29 Temmuz-4 Ağustos arasında yaşanan süreçte gördürklerimiz, tam da bugün 1. sayfamızda ifade ettiğimiz gibi; “Reste rest... Jeste jest” türünden tavırların özetidir.

Önceki Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner ne dedi?.. Tutuklu “14 general ve amiral”in önce “tahliye”lerini, sonra da “terfi”lerini istedi... Bu talep kabul edilmeyince “İstifa ederim” restinde bulundu... Başbakan Tayyip Erdoğan da, “reste rest” çekti ve “Siz bilirsiniz” dedi...

Böylece, Koşaner ve 3 komutan istifa etti.

Koşaner’in yerine atanan Org. Necdet Özel ise; “uyumlu” tavrının neticesini aldı...

Koşaner’in kabul ettiremediği talepleri, kısmen kabul ettirdi... Özel’in “jest”ine jestle karşılık veren Erdoğan, “tutuklu 14 general ve amiral”in, görevlerinde “1 yıl daha” kalmaları talebini kabul etti... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de kararları onayladı.

Demek oluyor ki; “neyi, nasıl isteyeceğini” bileceksin!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi