Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Kemal Bey neredesin?

Kemal Bey neredesin?

Hayır, dalga geçmiyorum...

Krizden parsa kapmak üzere tatilini yarıda kesip apar topar Ankara’ya dönen, Ankara’ya ayak basar basmaz “krizin çözülmüş olduğunu görüp” şaşkınları oynayan Kılıçdaroğlu’nun manidar suskunluğunu da dilime dolamak istemiyorum.

Bunun bir karşılığı yok.

Eskiden, muhalefete yönelik itirazlar “sen muhalefete muhalefet mi ediyorsun?” diye bastırılırdı.

Ben de çok payımı aldım bundan.

Elbette muhalefete muhalefet etmiyordum.

Muhalefetin kendisini gerçekleştirdiği alana ilişkin itirazlarımı dile getiriyordum.

Öyle de velut bir alandı ki...

İçinde kaç darbe yatıyordu... Kaç andıç, kaç darbe planı, kaç muhtıra...

İsmini “halk”tan alan parti, varoluşunu bu “alan”a borçlu olduğu için, halkın değer tercihlerini değil, “devletin önceliklerini” gözeterek siyaset yapmaya çalışıyordu.

Bize “çağdaşlık hedefi” gösteriyordu, daha doğrusu “yaşam standardı” dayatıyordu.

Nasıl yaşamamız, nasıl oturup kalkmamız, nasıl giyinmemiz, neye ne ölçüde inanmamız gerektiğini öğütlüyordu.

Bu değişti mi?

Hayır.

Sadece çaptan düştüler.

Şunu söylemeye çalışıyorum:

Muhalefeti temsil ettiğini ileri süren parti, batı demokrasilerinde olduğu gibi doğrudan “çevre”den kaynaklanmıyordu, referanslarını “çevre”den almıyordu.

Tam tersine, sistemin merkezinde duruyordu.

Resmi ideolojinin (devletin) açtığı alanda kalarak “muhalefet rolü” oynuyordu.

Dolayısıyla, savunduğu düşünceler, resmi devletin düşünceleriydi.

Esasında, bir tür “iktidar yet
kisi” kullanıyordu.

Hükümeti kurmasına izin verilmiş partileri (DP’den AP’ye, ANAP’tan DYP’ye, DSP’den AK Parti’ye) resmi devlet adına denetliyordu.

Bu da “muhalefetsizlik” sonucunu yol açıyordu.

Muhalefet boşluğunu, yine, “hükümeti kurmasına izin verilmiş” partiler dolduruyordu. Böylece, (elde edebildikleri iktidar gücünü kullanarak) hem resmi devletin olası taarruzlarından korunmaya çalışıyorlardı, hem de muhalefet ihtiyacına cevap veriyorlardı.

Hadi daha açık konuşalım:

Düne kadar görünmez iktidar CHP’ydi.

Fakat bu durum değişti.

Resmi devlet (resmi devlet muhiblerinin tabiriyle) “kalelerini bir bir kaybedince”, CHP de açığa düştü.

Hayır, muhalefete düşmedi.

Sadece açığa düştü.

CHP, varoluşunu borçlu olduğu alandan çıkmaya niyetli olmadığı ve resmi (anakronik) devlet adına “refleksif” kalmaya devam ettiği için, muhalefet boşluğu sürüyor.

Birinci meselemiz “terör”se, ikinci meselemiz de “muhalefetsizliktir” artık...

Mevcut iktidarı (halk adına, halkın değer tercihleri adına, hukuk adına, demokrasi, adına) denetleyecek bir partiye, üstelik “iktidar namzedi” bir partiye ihtiyaç var.

Bu parti CHP mi olacak?

Daha doğrusu, CHP mi olmalıdır.

Benim bu soruya cevabım “hayır” olacaktır...

Başka bir parti (muhtemelen “sağ”dan) çıkacak ve bu boşluğu dolduracak.

Çünkü, Kılıçdaroğlu’nun “çizgi dışı” söylemleriyle bu şansı yakalar gibi olan ve (bu tabiri hiç sevmem ama) bir “muhalefet sinerjisi” yakalayan CHP, yine Kılıçdaroğlu eliyle (anakronik siyaset anlayışına dönerek) kendisine bağlanan umutları berhava etti.
Eskiden, “Niçin devlet iktidarı adına kalkışıyorsun?” diye dayak yiyorlardı, şimdi “Niçin muhalefet olamıyorsun?” diye hırpalanacaklar.

Buna hazırlıklı olsunlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi