Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Libya’da sevgi seli ve Misrata’ya giden ilk Başbakan

Libya’da sevgi seli ve Misrata’ya giden ilk Başbakan

Gittik... Gördük... Geldik... 12 Eylül akşamı başlayıp, 17 Eylül sabahı saat 04.00’te biten “5 günlük gezi”de Mısır, Tunus ve Libya gibi 3 ülkeyi, Kahire, Tunus, Trablus, Misrata ve Bingazi gibi 5 şehri görme imkânı bulduk.

Hemen her zaman söylediğim gibi;

Cenab-ı Allah, Başbakan Tayyip Erdoğan’a güç versin, kuvvet versin... Çünkü bu geziler, insan vücudunun dayanamayacağı derecede hızlı ve yorucu geziler.

BİR GÜNDE 4 MİTİNG

Düşünebiliyor musunuz;

Türkiye’deki “seçim dönemleri”nde bile, “günde 2-3 miting” yapan Başbakan, Libya’da “tam 4 miting” yaptı...

Trablus’ta, Şehitler Meydanı’ndaki Barbaros Hayrettin Paşa’nın komutanlarından Murat Ağa’nın yaptırdığı Murat Ağa Camii’nde Cuma Namazı kıldıktan sonra, aynı meydanda toplanan 10 bin civarında Libyalı’ya hitap etti.

Ardından, yine Trablus’un Tacura Semti’ne geçti, orada da “müthiş bir sevgi seli” ve “müthiş coşkulu” halka hitap etti.

Sloganlar, pankartlar ve Libya’nın yeni ay yıldızlı bayrakları ile Türk bayrakları altında toplanan binlerce kişi, Erdoğan’ın konuşmasını, sık sık “Allahüekber” nidalarıyla bastırdı... Zaten, günün her vakti, her taraftan “tekbir” sesleri yükseliyor...

Bu arada; Başbakan Erdoğan’ın yaptığı konuşmayı, Başbakanlık Müşaviri Taha Genç Arapça’ya tercüme etti ki; hem hitabetiyle, hem vurgularıyla, hem de Erdoğan’ın konuşmasının ruhunu aksettirmesiyle büyük takdir topladı Taha Genç... Adı gibi, kendisi de genç olan bu delikanlı, gelecek vaat ediyor.

Tacura semti, “Evlâd-ı Türk” olarak da bilinen bir semt... Türkçe bilmiyorlar ama “Biz Türküz” diyorlar... Meselâ adları Fatma veya Ahmet olup da, soyadları “Türk” olan insanlar, hâlâ hayatta.

Türkleri o kadar çok seviyorlar ki; heyetten kimi görseler, hemen ellerine sarılıp, öpüyorlar. Hem de; 7’den 70’e, hepsi...

Tacura semtinin bir başka özelliği de şu: Trablus’ta isyan fitilinin ilk ateşlendiği yer, burası...

Gerek “Kaddafi’nin bombardımanı”ndan, gerek “NATO bombardımanı”ndan, az da olsa etkilenmiş.

Erdoğan, kürsüden sesleniyor onlara;

“Libya’nın üzerinde yanlış hesap yapanlar, kapıdan dönerler...

Libya, Libyalılarındır!..

Bir olun, beraber olun...

Asla tefrikaya düşmeyin...

Yoksa, birileri fırsat kolluyor!”

SARKOZY ROL ÇALDI

“Fırsat kolluyor” deyince, Fransa Devlet Başkanı Sarkozy ve İngiltere Başbakanı David Cameron’un ziyaretleri geliyor aklımıza...

Erdoğan’ın; Mısır ve Tunus’tan sonra Libya’ya da geleceğini öğrenen Sarkozy ve Cameron’un, bir gün önceden, “apar-topar” Libya’ya geldiklerini biliyorsunuz.

Resmen ve alenen;

“Kıskandılar” Erdoğan’ı!..

Tabiî, sadece “kıskanmak” ve “rol çalmak” değil, “Libya’da rant paylaşmak” için gelmişler.

Malûm;

Libya’yı bombaladılar, yaktılar ve yıktılar... Şimdi de, “Biz onaralım” diyorlar!..

Yani, kendi yıktıklarını,

Yine kendileri onaracaklar!..

Peki, kimin parasıyla?..

Elbette “Libya’nın parası”yla!..

Bombardımana “320 milyon Euro” civarında para harcamışlar... Şimdi, “300 milyar Euroluk bir pay kapma”nın derdindeler.

Kısacası, “insanlık” yapmak için değil, “petrolden pay kapmak” için gelmişler.

Aldılar mı, alabilecekler mi?..

Şimdilik onu bilmiyoruz.

Yalnız; “Libya halkından ilgi görmedikleri” kesin... Bütün çabalarına ve “megafonla adam toplama” gayretlerine rağmen, gittikleri küçük bir meydanda, ancak 100-150 kişi toplayabilmişler.

Oysa Erdoğan; 4 mitingde, “toplam 100 bin kişi”ye hitap etti ki, bu da “Türkiye ve Erdoğan’a gösterilen sevgi”nin canlı kanıtı.

Bir ara, bir Libyalı’ya şaka yollu sorduk: “Sarkozy nerede kıldı Cuma Namazı’nı?”

Adam, ciddiye almış olmalı ki;

“O Müslüman değil ki!..

O, gitse gitse kiliseye gider” dedi.

MİSRATA’YA GİDEN İLK BAŞBAKAN

Tacura mitinginden sonra, tekrar uçağa binip, Misrata’ya gittik...

Ne yalan söyleyeyim;

Ben, böyle bir manzarayı;

1999’daki Gölcük Depremi’nden 3 gün sonra gittiğim İzmit’te bile görmemiştim.

Misrata, tam bir harabe şehir.

Bir tek sağlam bina yok!..

Bütün binalar “füze”lerle, “top”larla ve “mermi”lerle vurulmuş, duvarlar ve binalar çökmüş... Yol kenarları “yıkık bina”lar ve tam bir “enkaz”la, hatta “çelik yığını”na dönmüş otomobiller, kamyonetler ve tanklarla doluydu.

Başbakan Tayyip Erdoğan, dönüş yolundaki sohbetimizde diyordu ki;

“Misrata’daki yıkımı gördünüz. Orduları Misrata’ya saldırırken, Kaddafi de, oğlu Seyfülislam da bana telefonda yalan söylediler. ‘Misrata’ya bombardıman ve saldırı yapıldığı haberleri; El Cezire’nin düzmece haberleri, hepsi yalan’ dediler.

O yanmış tanklar, zırhlı araçlar kimin? O yakılmış, yıkılmış evler, binalar kimin eseri? Biz bu Misrata’dan 450 yaralıyı gemilerimizle Türkiye’ye getirip tedavi ettirdik. Kaddafi’ye; yaralıları alacak gemiye 12 adet F-16’nın eşlik edeceğini, bir şey yapmaya kalkarlarsa savaş uçaklarının anında müdahalede bulunacağını söyledim... Gemi F-16’larla gidip döndü.”

Misrata, “1800 şehit” vermiş...

Açıkça söylemek gerekirse;

Adına “Yasemin Devrimi” denilen “halk devrimi”nin; bir “Sera Devrimi” değil, “gerçek bir devrim” olduğunu, Misrata şehri gösteriyor.

Kaddafi’ye karşı gerçekten savaşmışlar... Cadde cadde, sokak sokak, ev ev savaşmışlar ve zafere ulaşmışlar!..

Trablus ve Bingazi’de o kadar hasar yok... Ama Misrata; her haliyle “savaştan çıkmış” bir şehir!..

Düşünebiliyor musunuz;

“Hastane”ler bile bombalanmış!..

“Misrata’ya ilk giden Başbakan” Erdoğan oldu... Ve bizler de, herhalde “Misrata’ya ilk giden ve yıkımı belgeleyen ilk gazeteciler” olduk.

Aslında; fazla söze hacet yok... Sayfadaki fotoğraflar, “yıkımın dehşeti”ni fazlasıyla anlatıyor.

Erdoğan, burada yaptığı konuşmada, bu “yıkım”a vurgu yapıp, dedi ki;

“Halkına karşı güç kullanan iktidarlar asla ayakta kalamaz!”

Kalamadılar işte... Gittiler...

Diğerleri de gidecek.

BİNGAZİ VE ÖMER MUHTAR

“Harabe şehir Misrata”dan ayrılıp, Bingazi’ye vardığımızda, hava tamamen kararmış, artık gece olmuştu.

Havaalanından Ömer Muhtar Anıtı’nın bulunduğu meydana vardığımızda, meydan tıklım tıklım doluydu.

“Bu ne ki?” dedi, Libyalılar; “5-6 saattir Erdoğan’ı bekledik... Bazı insanlar, gelmeyeceğini düşünüp, evlerine gittiler... 5-6 saat önce, burası, iğne atsan yere düşmeyecek derecede kalabalıktı.”

Öyle bir “sevgi” ki; yakıcı güneşin altında 5-6 saat Erdoğan’ı beklemişler.

Ne tevafuktur ki; dün, aynı zamanda Libya kahramanı Ömer Muhtar’ın şehadetinin 80. yıldönümü imiş...

Sadece 3 günlük yargılamanın sonunda 16 Eylül 1931’de asılarak idam edilen o Ömer Muhtar ki;

Ona, mahkeme önünde Libya’yı işgal edenlere karşı neden durmadan savaştığı sorulduğunda şu cevabı vermişti:

“Dinim ve vatanım için.”

Yine o aziz insan; İtalyan işgal komutanının “Senin hayatını bağışlarsak hayatının geri kalan yıllarını huzur ve barış içinde geçireceğine söz verebilir misin?” sorusuna şöyle cevap vermişti:

“Vallahi siz benim memleketimden çekip gidinceye kadar seninle ve senin güruhunla savaşmaktan bir an bile vazgeçmeyeceğim. Bu uğurda ölümse akıbet; hoş geldi, sefa geldi!.. İnsanın kalbindekini bilen Cenab-ı Hakk’a yemin ederim ki şu anda ellerim bağlı olmasaydı bu yaşlı ve bitkin halimle bile çıplak ellerimle seninle boğuşmaktan bir an bile tereddüt etmezdim.”

Erdoğan, miting meydanında bunları hatırlattığında, alkışlar ve “Allahüekber” nidaları ortalığı inletti.

Başbakan; Ömer Muhtar’ın oğlu Muhammed Ömer El Muhtar’la görüştükten sonra, meydanda toplanan coşkulu kalabalığa şöyle seslendi:

¥ “Sizler halkın gücü ve iradesi önünde hiçbir yönetimin duramayacağını bütün dünyaya gösterdiniz... Ömer Muhtar’ın tarih yazan siz kahraman torunlarını da bütün yüreğimle selamlıyorum.”

¥ “Uluslararası rekabetin bir parçası, çıkar mücadelesinin bir gereği olarak değil, aynı bedenin bir parçası olarak Türkiye daima kardeş Libya halkının yanında olacaktır.”

¥ “Uluslararası siyaseti sadece kendi çıkarları üzerinden yürütenler bizim Libya ile olan bu yürekten bağlılığımızı, sizlerle olan bu karşılıklı sevdamızı hiçbir zaman anlayamazlar.”

¥ “Libya, sadece ve sadece Libyalılarındır... Artık diktatörlerin tayin ettiği gelecek değil, Libyalıların tayin ettiği geleceğe hazırlanıyoruz.”

HAYLİ YORUCU BİR GEZİYDİ

Bu konuşmadan sonra, dönüşe geçtik... Uçağa bindiğimizde, Türkiye saatiyle, saat 02.00 filan olmuştu.

Yorgunluktan bitap düşmüştük... Kelimenin tam mânâsıyla haşat olmuştuk. Adeta, ayakta uyuyorduk.

Artık Tayyip Bey de yorulmuştur, nasıl olsa bir sohbet olmaz, İstanbul’a kadar uyuruz diye düşünüyorduk ki, uçağın ön tarafından haber geldi.

“Sayın Başbakan sizi bekliyor.”

Gittik... Gecenin o saatinde; hem kendi izlenimlerini anlattı, hem bizim izlenimlerimizi dinledi. Bizler, uyumamak için göz kapaklarımızı zor açık tutarken, Başbakan’ın maşallahı var, hâlâ dinç, hâlâ enerjikti... Belli ki; bu işi “severek” yapıyordu.

Onu ayakta tutan da;

Herhalde, bu “sevgi” idi...

İstanbul’a indiğimizde, saat 03.30 olmuştu...

Biz yataklarımıza koşarken, o yarın çıkacağı “ABD seyahati”ne hazırlanıyordu.

Bugün Libya’yı anlattım... İnşallah yarın da Mısır ve Tunus izlenimlerimi anlatırım.

Gecenin 02.00’sinde sohbet

Bingazi’den İstanbul’a dönerken, Başbakan Tayyip Erdoğan’la, gecenin saat 02.00’sinde “gezinin kritiği”ni yaptık. Kısa ama “anlamlı mesajlar” verdi.

Meselâ, dedi ki;

¥ “Türkiye’ye karşı büyük ilgi var. Bu da omuzlarımıza büyük sorumluluk yüklüyor. Biz Türkiye’de iktidarıyla, muhalefetiyle konumumuzu, gücümüzü tam kavrayabilsek, inanın dünyada çok daha farklı bir yerde oluruz.”

* “Türkiye’nin bölge halklarına el uzatacak potansiyeli, gücü var. Her şey para değil... Mesela 200 yataklı hastaneyi Türkiye’de, diyelim ki 30’a kuruyorsan, Somali’de 15-20’ye çıkarırsın... 200 yataklı bir hastane Türkiye’de çok şey ifade etmeyebilir ama Mogadişu’yu ayağa kaldırır. Sağlık hizmetleriyle, doktorlarıyla, yaratacağı hareketlilikle.”

* “Libya ayağa kalksın, Afrika’da, Libya ile birlikte çok iş yaparız... Bakın, Batı bankalarında Libya’nın 160-170 milyar doları var. Bir türlü serbest bırakmıyorlar... Bu parayı dünya finans sistemi içinde çevirip duruyorlar... Ne oluyor o zaman?.. Neredeyse 1 trilyon dolarlık bir hareketlilik oluyor... Tabii Batı finans sistemi bundan büyük nemalar sağlıyor. Peki, nemasından hiç Libya’ya veriyor mu?..

Bu soruyu sorduğumda herkes susuyor.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi