Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Savcıya lüzum yok, biz bu çirkeflikleri zaten biliyorduk

Savcıya lüzum yok, biz bu çirkeflikleri zaten biliyorduk

Hayır, telefon tapelerine hiç itibar etmiyorum. “Yasal dinleme” kılıfıyla, iki kişi arasındaki özel görüşmelere sızıp, “elde edilenleri” hiçbir ayıklamaya tabi tutmadan iddianameye koyan “yargı tutumunu” anlamakta da güçlük çekiyorum.

Telefon tapeleriyle birlikte, üç yazar arasındaki “ortaklık” ya da işbirliği açığa çıktı.

Bu işbirliği zaten medya çevrelerinde biliniyordu da, iddianameyle birlikte “aleniyet” kazanmış oldu.

Hayır, “konuşulanları” olduğu gibi aktaracak değilim.

Hem ayıp, hem çirkin...

Biri Hürriyet’te, diğeri Akşam’da yazan iki yazar, elan Oda TV soruşturmasından dolayı “içeride” bulunan “nesep düşkünü” bir yazarla bayağı samimi temas halindeymişler.

Bu temas, zamanla, ortak hedeflere vurma, “düşman” ilan edilenleri itibarsızlaştırma yönünde organize bir faaliyete dönüşmüş.

Üçlü arasında geçen “konuşmalarda” çirkin, gerçekten çok çirkin ifadeler var.

Biri “İsmail’in anasını bilmem ne yapacağım...” diyor.

Diğeri, “Falanca gazeteci eşcinsellerin kullandığı parfümü kullanıyor diyelim, zor durumda kalsın” diye bir öneri getiriyor.

Nesep düşkünü olanı ise (lider konumundaki zat), “İsmail’e vuralım ama gazete patronlarını da yanımıza çekelim, stratejik davranalım yani...” diye akıl veriyor.

Bu diyaloglardan da anlıyoruz ki, Hürriyet ve Akşam gazetesi yazarları, köşelerini, sadece operasyonel yazılar için kullanmışlar.

Kara çalma... Belden aşağı vurma... Üretilmiş tevatürlerle kişileri kamuoyu önünde küçük düşürme... Haysiyetlerle oynama...

Her türlü “çirkefliği” yapmışlar.

Hayır, bunu sadece telefon tapelerinden öğrenmiyoruz. Zaten bilinen bir işbirliği içindeydiler ve bunu Twitter gibi açık kanallarda kendileri de itiraf ediyorlardı (paylaşıyorlardı). İddianame, yukarıda da söylediğim gibi, bu işbirliğini açığa çıkardı.

Üçlüden biri (Akşam gazetesinin “Amerika”da eğeleşen yazarı), önceki gün veda kıvamında bir yazı yazarak, kalbini kırdıklarından “samimiyetle” özür diledi. Ve kazandı...

Hürriyet yazarı ise susuyor.

Daha doğrusu, hiçbir şey olmamış gibi yapmaya devam ediyor.

Denilebilir ki, “Telefondaki özel konuşmaların içeriği mi daha çirkin, yoksa bu konuşmaları kamuoyuna faş edenlerin tutumu mu daha çirkin?”

Bence ikincisi...

Mahut yazarlar, başkalarının mağduriyeti üzerine bir “yazarlık tutumu” benimsemişlerdi, hesapsızca vuruyorlardı, her türlü ahlaksızlığı yapıyorlardı ama kendileri de telefon tapelerinin mağduru oldular.

Şimdi isyan ediyorlar: “Tamamen özel... Tamamen mahrem... İki kişi arasında geçen özel konuşmalar... Ayıp... Günah... Haksızlık...”

Haklısınız da kardeşler, siz bu ayıbı yıllarca işlediniz.

Hâlâ işliyorsunuz.

Hep “tamamen özel, tamamen mahrem” şeyler yazdınız.

İki kişi arasında kalması gereken özel konuşmaları faş ettiniz.

Size emanet edilmiş bilgileri sağda solda gezdirdiniz.

Dedikodu ürettiniz.

Belden aşağı vurdunuz.

Kendi adınızla işlediğiniz cürümler yetmiyormuş gibi, bir de özel dedikodu sütunları açtırıp müstear isimle daldınız...

Hep vurdunuz.

Hep incittiniz.

Hep tehdit ettiniz.

Hiç utanmadınız. Hiç Allah’tan korkmadınız.

Telefon tapelerini medyaya servis etmek haksızlıksa, sizin meslekteki varoluşunuz da Türk halkına haksızlık. Hatta saygısızlık...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi