Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

CHP’li Aygün ve Dersim... Bir röportajın perde arkası!

CHP’li Aygün ve Dersim... Bir röportajın perde arkası!

Bir adam, Hz. Ömer’in (r.a.) yanında bir hususta “şâhitlik”te bulunmuştu...

Ömer ibnü’l-Hattâb Hazretleri ona, “Ben seni tanımıyorum, seni tanıyan birini getir” dedi.

Orada bulunanlardan birisi; “Ben onu tanıyorum” deyince Hz. Ömer, “Nasıl bilirsin?” diye sordu...

O da, “Emin ve âdil bir adam olarak tanıyorum” cevabını verdi.

Hz. Ömer (r.a.) tekrar sordu:

“Gecesini gündüzünü bildiğin, yakın bir komşun mudur?”

Adam, “Hayır” diye cevap verdi..

Hz. Ömer (r.a.) sormaya devam etti:

“İnsanın takvâsını ortaya koyan, muâmelesidir. Bu adam, alışveriş yaptığın bir kimse midir?”

Adam tekrar, “Hayır” dedi.

Hz. Ömer (r.a.) bu defa; “Bununla, insanın ahlâkının güzel veya çirkin olduğunu anlamaya imkân veren bir yolculuk yaptın mı?” diye sordu.

Adam bu soruya da;

“Hayır” cevabını verince, Hz. Ömer (r.a.); “Sen onu tanımıyorsun” dedi ve sonra da adama dönerek, “Git, seni tanıyan birini getir” buyurdu.

Demek ki; bir insanı iyi tanıyabilmek, doğruluk ve dürüstlüğünden emin olabilmek için; onunla, ya yakın komşuluk yapacaksın veya alışverişte bulunacaksın yahut da beraber yolculuk edeceksin...

Aksi takdirde, bu ölçülerden hiçbirisi ile tartmadığın bir kişi hakkında, müsbet veya menfî yönde şahâdette bulunmayacaksın.

Zira bu demektir ki;

Sen onu tanımıyorsun!..

Tanımadığın bir adam da; seni anında satar ya da yarı yolda bırakır!

Tıpkı, Zaman’dan Habib Güler’in;

CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün tarafından satıldığı, yarı yolda bırakıldığı gibi!

Nasıl mı?..

Önce, “olayın öncesi”ne gidelim ve sözü Habib Güler’e bırakalım:

O RÖPORTAJ NASIL OLDU?

“CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ile bu yıl seçim öncesinde Kemal Kılıçdaroğlu’yla miting için gittiğim Tunceli’de tanıştım. Orada bir süre sohbet etme imkânı bulduk... Milletvekili seçildikten sonra da kendisini birkaç kez odasında ziyaret ettim, belirli düzeyde bir dostluğumuz oluştu. Kendisinin Dersim olayları konusunda uzman olduğunu, daha önceki sohbetlerimizden ve kitaplarından biliyordum... 2 Kasım günü kendisini aradım, bayramda kullanılmak üzere bir röportaj yapmak istediğimi söyledim. Aygün, beni kıramadı ve 2 Kasım Çarşamba günü TBMM’deki odasında buluştuk. İddia ettiği gibi görüşme 30 Ekim’de olmadı. O sohbette bana hediye ettiği kitaplardaki imzasında da 2 Kasım yazıyor.

Odasına gittiğimde Genel Kurul’da yoklamaya katılması gerektiğini söyledi ve beraber milletvekili kulisine gittik.

Yoklamaya girip çıktı, ardından kuliste oturup konuştuk.

Kendisine, Dersim konusunda uzman olduğunu hatırlatarak, Dersim olayları, Kürt sorunu ve Ergenekon sürecine ilişkin görüşlerini soracağımı söyledim.

Vaktinin dar olduğunu söyleyince, yıllardır Dersim olaylarını inceleyen bir uzman olarak 1938’de bölgede neler yaşandığını kısaca anlatmasını istedim.

Ardından bu olayların sorumlularını, daha sonra da “Atatürk haberdar değildi” iddiasının gerçek olup olmadığı sorularını yönelttim. Kürt sorununun gelinen aşamada nasıl çözüleceği ve Ergenekon sürecine nasıl baktığı da diğer sorularımdı.”

RÖPORTAJ, GÜNDEM OLUNCA!

Peki, ya sonrası?..

Habib Güler’in, “Hüseyin Aygün’le yaptığı bu röportaj, “Zaman’ın 14. sayfasında” yayınlandı... “14. sayfa”ya özellikle dikkat çekiyorum...

Çünkü, eğer, ortada bir “kasıt” veya “kötü niyet” olsaydı; böyle “bomba bir röportaj” kesinlikle “14. sayfa”da değil, “1. sayfanın manşeti”nden verilirdi!..

Her neyse...

Malûm;

“Habib Güler’in röportajı” sonrasında, Türkiye gündemi allak-bullak oldu!..

Düne kadar “Dersim” kelimesini ağzına bile almayan “aydın”(!)lar ve “siyasi”ler bir anda “Dersim katliamı”nı tartışmaya başladılar!..

İnsanlar, “Dersim” konusunda hayli “sığ”, hayli “yüzeysel” bilgilere sahiplerken, bu “röportaj”dan sonra, “Dersim’de bir facia yaşandığını” öğrenmeye başladılar!..

Ne var ki;

CHP içindeki “ulusalcı” kanat, anında devreye girdi ve Kemal Kılıçdaroğlu’ndan; “Hüseyin Aygün’e haddinin bildirilmesini” istedi!..

Ok yaydan, macun tüpten çıkmıştı bir kere... “Dersim tartışmaları” devam ederken, Başbakan Tayyip Erdoğan girdi devreye... Dersim’de yaşananlar için “Facia” dedi, “4 adet belge” açıkladı... Ardından da; “devlet adına özür” diledi.

Başbakan’ın “özür” dilemesi, bir “Dersimli” olan, “Dersim’de 39 yakınını kaybeden” CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu hayli zor durumda bırakmıştı...

Çünkü kamuoyu;

“Dersim’de katliam yapan CHP”nin genel başkanı olarak, “Kılıçdaroğlu’nun da özür dilemesini” istiyordu...

Kılıçdaroğlu ise, “özür dilemeye” yanaşmıyordu!..

Tam aksine, partideki “ulusalcı kanadın baskısı”na boyun eğip, “Hüseyin Aygün’ün CHP’den ihracını” isteyenlere sessiz kalıyordu!..

Sizin anlayacağınız;

Hüseyin Aygün’ün açıklamaları, kamuoyunun dikkatini “Dersim katliamı”na yönlendirirken, CHP’de de “2. Dersim İsyanı” yaşanıyordu!..

İşin doğrusu, Hüseyin Aygün de çok zor durumda kalmıştı... “Partim adına özür diliyorum” diyen Diyarbakır İl Başkanı’nı partiden “ihraç” eden CHP yönetimi, her an kendisini de ihraç edebilirdi!..

Ama, “koltuk tatlı”ydı!..

“Milletvekili maaşı” da iyiydi!..

KARAKOLDA DOĞRU SÖYLER!!

Aygün; “Gitmek mi zor, kalmak mı zor?” ikileminde kalmışken; bir gün CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın programına çıktı ve kendisini “dost” zanneden Habib Güler’i, anında sattı!..

Tıpkı; “Karakolda doğru söyleyen, mahkemede şaşan” adamlar gibi, dedi ki;

“Benim söylemediğim bir cümle; röportajın içeriğine de aykırı bir şekilde haberin başlığı oluverdi!”

Hüseyin Aygün’ün ağzından bu sözleri duyan Habib Güler’in başından aşağı, sanki “bir kaynar kazan su” döküldü!..

“Olamaz” dedi;

“Şimdi iftiracı mı oldum ben?”

Şu hâle bakın, Habib Güler’in; “Belirli düzeyde dostluğumuz oluştu” diye düşündüğü bir adam, ekrana çıkınca kendisini satmıştı!..

SORU VE CEVAPLAR

Sonra, Aygün’le yaptığı “14 dakika 13 saniye süren röportaj”ın kasetini yeniden dinlemeye başladı!..

“Acaba?” diyordu, “Aygün öyle söylemedi de, ben mi yanlış anladım?”

“14 dakika 13 saniye” süren görüşmeyi tekrar dinleyince, kendi kendine dedi ki;

“İnsaf edin Hüseyin Bey!.. Sözlerinizin tamamı, gazetede yayınlanandan daha sert!”

Gerçekten de öyleydi...

Gazetede yayınlanan haberde, Hüseyin Aygün diyordu ki;

“Dersim katliamını sorumlusu devlet ve CHP’dir!..

Atatürk de bundan haberdardı!”

Ama, “banttaki sözleri” çok daha net, çok daha sertti...

Soruyordu Habib Güler;

“İddia edildiği gibi bir Dersim isyanı var mı?”

Cevap veriyordu Hüseyin Aygün;

“Hayır!.. Dersim’de var olan şey, daha çok direniştir! (...) Yok, hiçbir zaman böyle bir isyan yok!.. (...)

O operasyonun meşruaştırılması için, orada bir isyan yaratılması gerekiyordu!..

Dersim isyanı, icat edilmiş bir şeydir... Dersim isyanı yoktur!”

Tekrar soruyordu Habib Güler;

“Dersim’de kanlı bir şekilde katliam sergilenmesinin sorumlusu kimdir?”

Cevap veriyordu Aygün:

“O dönem Celal Bayar’ın iş başına getirilmesi, çok hızlı bir başbakan değişikliği oluyor... O yıllarda. Celal Bayar’ın daha sert bir politika izleyeceği tahmin ediliyor... O yüzden İnönü köşeye çekiliyor... Bana göre Türkiye Cumhuriyeti devletidir, önce öyle söyleyeyim. Tabiî ki sonra CHP’dir.”

Yine soruyordu Habib Güler;

“O olaylar yaşanırken, kanlı bir şekilde bastırılırken, insanlar öldürülürken Atatürk’ün hasta yatağında olduğu, haberinin olmadığı tezi var... Atatürk’ün hiç haberi yok muydu bu olaylardan?”

Cevap veriyordu Hüseyin Aygün;

“Bu, daha çok Dersimlilerin ve Alevilerin inandığı bir anlayış...

Çünkü Cumhuriyet önemli bir yenilik Osmanlı’ya göre.

Dersim olayı en geç 1925’de başlamıştır... 1938’de de nihai çözüme ulaşmıştır. Bu dönem boyunca izlenen bütün politikalarda Atatürk devletin başındadır. Fakat Aleviler, bütün bu dönemi Mustafa Kemal’den ayırmak için, onun büyük lider kimliğine de gölge düşmemesi açısından fotoğrafını alıp Hazreti Ali ile yan yana asmışlardır.

O’nun bu katliamdan haberdar olmadığına inanmışlardır. Kendilerini öyle inandırmışlardır.

Neticede bu şekilde de bir yaşama yolunu, mevcut cumhuriyette aramışlardır. Bu da insani açıdan çok anlaşılabilir bir şey... Ama 10 yıllara, hatta 100 yıllara yayılan bir politikadan CHP’nin veya Mustafa Kemal’in haberdar olmaması zaten mümkün değildir.”

(...)

“Dersim’e rağmen Atatürk’e bu saygı sürmüştür. Alevilerin büyük bir bölümü Mustafa Kemal’i bu olaydan ayırıyorlar. Mustafa Kemal’in Selanikli olması nedeniyle Bektaşi kökleri olduğunu düşünüyorlar. Onun kurduğu cumhuriyet, yaptığı reformlar, devrimler bence buna yol açmıştır. Atatürk’ün haberdar olmadığı yönündeki efsane doğru değildir. Bu efsane, Alevilerin ürettiği bir efsanedir.”

CHP’LİLİK BÖYLE BİR ŞEY!

Şimdi, söyleyin Allah aşkına;

Habib Güler, Hüseyin Aygün’le yaptığı röportajın neresine “sokuşturma” yapmış, neresinde “çarpıtma” yapmış, söylenmeyen hangi söz başlığa çıkarılmıştır?..

İşte “söz” de ortada,

Gazetede çıkan “başlık” da!..

Ne yani;

“Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP’dir” diyen sen değil misin?..

Hatta, daha ileri gidip; “Atatürk’ün bundan haberdar olmaması mümkün değildir” diyen ve dahası, “Atatürk’ün haberdar olmadığı yönündeki efsane doğru değildir!.. Bu efsane, Alevilerin ürettiği bir efsanedir” diye ilave eden, yine sen değil misin?..

Şimdi kalkmış;

“Ben böyle demedim” deyip, Habib Güler’i zan altında bırakmaya çalışıyorsun!..

Bereket ki, röportaj “bant”ta!..

Bu vesileyle Habib Güler’e bir çift lâfım var:

Birlikte “yolculuk” yapmadığın, “komşu” olmadığın ve oturup “yemek” yemediğin adamlara, sakın “dost” gözüyle bakma!..

Aksi halde, anında “satış”a gelirsin!..

Bir çift söz de, Aygün’e;

“Gazeteci”lerle yaptığın konuşmada ve “CHP Grubu”nda sorulan sorulara verdiğin cevapta, “O haberin her satırının arkasındayım!” deyip de, “zor” durumda kaldığında “adam satmaya” kalkan bir adamın “söz”üne de güvenilmez, “yüz”üne de bakılmaz!..

Adamlık, “sözünün eri” olmayı gerektirir!..

Sözünün eri bir adam, söylediğinin arkasında durur!..

Şunu da unutma:

Ağızdan çıkmayan söz, “senin esirin”dir!..

Ağızdan çıkan sözün ise, sen esirisin!..

Sözünün arkasında dur!..

Yoksa, Kılıçdaroğlu gibi, sana da “Çarkçıbaşı” demeye başlarlar!..




Bu saldırı kime yarar?

Dün sabahtan beri “televizyon”lardan da duymuş olduğunuz gibi, “kanlı bir olay” yaşandı Sultanahmet’te... Elinde “pompalı tüfek”, belinde “tabanca” olan bir adam, Topkapı Sarayı’na saldırdı...

Bu arada; bir güvenlik görevlisi ile bir askeri yaraladı...

27 el ateş ettikten sonra da öldürüldü!..

Polis, bu “Libyalı saldırgan” için şöyle düşünüyor:

“Eylem çok acemice ama adam profesyonel!”

Peki, bu eylemin arkasında “kimler” var?..

Veya, böyle bir eylem, “kimin işine yarar?”

Olay yerine “Suriye plâkalı bir araç”la giden bu adam; belli ki, “öldürüleceğini” bile bile geldi.

Peki, amacı neydi?..

Onun amacı neydi, bilemem... Ama onu “kullananlar”ın amacı; “Zaten gergin olan Türkiye-Suriye ilişkilerini daha da gerginleştirmek ve Türkiye’yi Suriye’nin üzerine saldırtmak” olsa gerek!..

Peki, kim ister bunu?.. Herhalde “Batı dünyası” ve “İsrail”den başkası değil!.. Dolayısıyla; “amatör görünümlü, profesyonel eylem”in içinde bir “MOSSAD parmağı” olduğu ihtimali, hayli güçlüdür!..

Bu eylemin “zamanlaması” da hayli ilginç... Düşünebiliyor musunuz; Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun; “Suriye’ye yönelik 9 maddelik yaptırım paketi”ni açıklayacağı bir günde, böyle bir saldırı gerçekleşiyor!..

Böyle bir “plânlama”yı, “Batı’nın ve İsrail’in ajanları”ndan başka kim yapabilir?.. Hele de, ortada “eylem gerekçesi” yoksa!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi