Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Fransa’ya “katliam”larını hatırlatma zamanı geldi!

Fransa’ya “katliam”larını hatırlatma zamanı geldi!

Bilirsiniz; bir insanın “alışkanlık”larını terk etmesi, bazen “inancını” terk etmesinden daha zordur... Aynı şekilde, bir insana “yeni bilgiler” yüklemek kolaydır ama “ezberlerini bozmak” çok zordur...

Çünkü “ezber”ler bir “klişe” haline gelmiş, bir “tabu”ya dönüşmüştür!..

Bugün, işte böyle bir manzara ile karşı karşıyayız... Şu “Fransa’daki oylama” da gösterdi ki; ortada “doğru” zannedilen çok “yanlış” vardır!..

Ama, “ezber”ler öyle olduğu için, bunları değiştirmek hayli zordur.

İnsanlar, gözlerinin önüne “kibrit çöpü”nü getirmişler, “orman”ı göremiyorlar!..

Tıpkı, “yalan”lara odaklanıp, hatta şartlanıp, “doğru”ları görememek gibi!..

O KADAR ERMENİ YOKTU Kİ!

Gelin, bunu “örnek”lerle açıklayalım.

Nedir iddia?..

“1915-1917 arasında 1.5 milyon Ermeni öldürüldü... 1 milyon Ermeni de tehcir edildi!”

Oysa, “kayıtlar” ortada...

1914’te yapılan “nüfus sayımı”nda, Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni nüfusunun yüzde 4.4 civarında olduğu, bunun da 1 milyon 297 bine tekabül ettiği görülmüştür!..

Başta Amerikalı tarihçi Prof.Dr. Justin McCarty olmak üzere; bazı tarihçiler, bu rakamın 1 milyon 698 bin olduğunu ifade etmişlerdir!..

Farz edelim ki, doğrudur...

Peki, neyin kavgası veriliyor bugün?..

“1.5 milyon öldürüldü, 1 milyon Ermeni de tehcir edildi” deniliyor!..

Nüfus, zaten 1.5 milyon!..

“Olmayan” bir nüfus nasıl “soykırım”a uğrar, nasıl “tehcir”e tabi tutulur!..

Madem “soykırım” varsa, “toplu mezarlar” nerede? Kazılan topraklardan, niye “Türklerin cesetleri” çıkıyor?..

Özetleyecek olursak;

“Tehcir” edilen ve başka ülkelere “göç” eden Ermeni sayısı “1 milyon civarında”dır!.. Kafkasya’ya giden Ermeni sayısı da 450-500 bin olduğuna ve bugünkü “Ermenistan”ın nüvesini teşkil ettiğine göre, “kesilen, biçilen, doğranan” Ermeni sayısının “1.5 milyon” olduğu iddiası tamamen “kuyruklu bir yalan”dır!..

Haa, hiç mi “ölüm” yok?..

Elbette var!..

Ama “ölenler” ve “öldürenler” bu işi yaparken; “Bunların kökünü kazıyalım” diye yapmadı...

Ermeniler, “Rus ve Fransız kışkırtması” ile “isyan” ettiler, çünkü onlara “Osmanlı topraklarında bir Ermeni devleti” vaad edilmişti!..

Bunun için savaştılar!..

Ve tabii; Erzurum ve Van başta olmak üzere birçok vilayette “Türkleri” katlettiler, birçok vilayetteki Türkleri de “sürgün” ettiler.

Böyle bir “isyan” varken, Türkler de boş durmadı tabiî... Onlar da “vatanı böldürmemek” için, birçok Ermeniyi öldürdü, birçoğunu da sürgün etti.

Evet, ortada bir “cinayet” var!..

Ama, “karşılıklı!”

Dahası, bunların sayısı, iddia edildiği gibi, “milyonlar”la da ifade edilemez.

Dolayısıyla; “1.5 milyon Ermeni öldürüldü, 1 milyon Ermeni de tehcir edildi” şeklindeki “ezber”in iler-tutar yanı yoktur!..

Çünkü bu, “nüfus kayıtları”na hakarettir!..

ONLAR, MİLLET-İ SADIKA İDİ!

Hiç kimse, herhalde “ezberim bozulmasın” diye, şu soruyu hiç sormuyor.

Farz edelim ki;

Bir “Ermeni soykırımı” yaşandı!..

Peki;

Anadolu’daki Daşnak ve Hınçak gibi “silahlı Ermeniler”e uygulanan bu “soykırım”(!) acaba niye “İstanbul’daki veya İzmir’deki Ermeniler”e uygulanmadı?!?

Anadolu’daki “isyancı gruplar” çeşitli “sürgün” ve “cinayet”lere maruz kalırken; İstanbul veya İzmir’deki “Ermeni”lerden bir teki bile niye sürgün edilmedi?..

Bırakın sürgün edilmeyi; onlar “Osmanlı devlet kademeleri”ndeki görevlerini veya sahnelerdeki “sanat”larını icra etmeyi sürdürdüler!..

Hepsi bir yana;

Bu millet, kendi bünyesindeki Ermeniler için yüzyıllar boyu “Millet-i Sadıka” derken, onları “sadık bir millet” olarak bağrına basarken, 1915’e gelindiğinde onları niye dışlasın, niye “sürgün”e göndersin?

Sadece bu soruları sormak bile, “olayın aslı”nı kavramaya yeterlidir!..

Olayın aslı şudur:

Ortada bir “soykırım” yoktur!.. Sadece ve sadece “siyasî hesaplaşma” vardır!..

“Osmanlı’yı tarih sahnesinden silen”ler, onun “küllerinden yeniden doğma” ihtimalini de ortadan kaldırmak için, “Türkiye Cumhuriyeti”ni hedef almışlardır!..

Kullandıkları “maşa”lar da; Amerika ve Fransa’daki “Ermenî diasporası”dır, Güneydoğu’da “PKK”dır, Kıbrıs’ta “Rum”lardır!.. Yarınlarda, daha başka “çıban”ların patlatılması, ortaya yeni “maşa”ların, yeni “piyon”ların sürülmesi işten bile değildir!..

KATİLDEN DEVLET BAŞKANI!

“Madalyonun bir yüzü”nü böylece ortaya koyduktan sonra, gelelim “öteki yüzü”ne!..

Malûm, Fransa, 1830 yılında Cezayir’i işgal etti ve bu işgal 1962 yılına kadar “tam 132 yıl” devam etti.

Fransa, 1830’da Cezayir’e girdiğinde ülkenin nüfusu “8 milyon”du... “132 yıl sonra” yani 1962 yılında Cezayir’i terk ettiklerinde ise, nüfus “6 milyon”a düşmüştü!..

Sormak gerekmez mi;

“132 yıl” boyunca, hiç mi “doğum” olmadı ülkede, nüfus hiç mi artmadı?..

Bırakın “nüfus artışı”nı, ülkenin nüfusu “2 milyon azalmış!”

Bu bir “soykırım” değilse, nedir soykırım, nedir katliam?..

Fransa’nın, bu katliamdan dolayı “özür” dilediğini hiç duydunuz mu?..

Tam aksine;

“Katliamın mimarları”nı ödüllendirdiler!.. Gerisini boşverin, De Gaulle adlı “soykırımcı”yı Fransa Devlet Başkanı yaptılar ki, gerisini söylemeye gerek yok!..

ÖLÜMÜN KARŞILIĞI SOYKIRIM!

Şu işe bakın ki;

1940 yılına gelindiğinde Almanya da, “Fransa’yı işgal” etti ve bu işgal “4 yıl” devam etti.

Peki, Fransa; “Alman işgali”nden kurtulmak için ne yaptı?.. “İşgal altında tuttuğu Cezayir”e dedi ki;

“Gelin, bizimle birlikte çarpışın, son verelim Alman işgaline!”

Cezayir halkı; “Bir şartla” dedi;

“Sizinle birlikte Almanya’ya karşı savaşırız ama, bir şartımız var... Alman ordularının Fransa’yı işgaline son verdiğimiz zaman, siz de Cezayir’deki işgale son verin!.. Bizim topraklarımızdan gidin!.. Biz, bağımsızlık istiyoruz!”

“Tamam” dedi Fransa...

Yıllarca “Paris Metrosu”nun inşaatında bir “köle” gibi çalıştırılan Cezayirli gençler, bu defa da “Fransız üniforması” giyip, “Alman askeri”ne karşı savaştı ve “işgal”e son verdi!..

Peki, “karşılığı” ne oldu?..

“Katliama devam!”

Evet, “Cezayirli askerler”le birlik olup “Alman işgali”ne son veren Fransa, verdiği “bağımsızlık” sözünü tutmadığı gibi, “katliam”larını da bütün dehşetiyle sürdürdü...

Birçoklarını öldürüp “toplu mezar”lara gömdü, birçoklarını da “fırınlarda yaktı!”

Sadece 1945 yılının Mayıs ayında, hem de 2-3 gün içinde “45 binden fazla Cezayirli” öldürdüler!..

132 yıllık toplam bilanço;

“1 milyon 700 bin ölü!”

AFRİKA’NIN “KANLI ELMAS”LARI!

Peki, “soykırım inkârına ceza” öngören yasa çıkaran Fransa, “Cezayir soykırımı”nı inkâr edebilir mi?..

Bırakın “soykırım” uyguladığını kabul etmeyi, Afrika topraklarını “sömürmeye” hâlâ devam ediyor!..

Duymuşsunuzdur... Afrika sahillerinde “lüks oteller” vardır... Bilmem hangi sahildeki bu oteller “turist akını”na uğrar!..

Siz sanıyor musunuz ki;

Bu “otel”lerden veya “maden”lerden elde edilen para Afrika’ya gider?.. Hayır!.. Hem “otel”lerin, hem “maden”lerin paraları doğrudan Paris’e gider!..

Afrikalılar, buralarda sadece “köle” olarak çalışırlar ki, aldıkları günlük ücret, “1 doların altında”dır!..

Yani, “bedeni soykırım” sona ermiştir ama “ekonomik soykırım” devam etmektedir!..

“Tank”lar, “top”lar ve “mermi”lerle yapılan “askeri işgal”lerin yerini “ekonomik işgal” almıştır!..

“Sömürü düzeni” hâlâ devam etmektedir!..

Var mı, bu gerçekleri “inkâr” edecek biri?.. Var mı, “Paris sosyetesi”nin “kanlı elmas”lar taktığını yalanlayacak biri?..

Adamlar, bir “ahtapot” gibi, Afrika’nın her yanına kol atmış, hâlâ sömürüyor!..

RUANDA’DA 800 BİN ÖLÜ!

Genelde “Afrika”, özelde “Cezayir” böyle de, “Ruanda” farksız mı sanki?..

Söyleyin Allah aşkına;

1994 yılında, “Afrika kabileleri”ni birbirine “kırdıran” ve orada bir “soykırım” yaşanmasına yol açan kimdi?..

“Fransa” değil miydi o ülke?..

Hele hatırlayın o günleri...

1994’te; hem de “100 gün” içinde “Tutsi ve Huti kabileleri”nden, toplam “800 bin” insan ölmüştü.

Hem de, “satır”larla, “balta”larla, “bıçak”lar ve “taş”larla!.. Çünkü, Ruanda Hükümeti’nin “silah” alacak parası yoktu!.. Bu yüzden de, Çin’e; “yüzbinlerce satır ve balta siparişi” verdiler!.. Fransa’dan ise; hem “silâh” hem de “eğitim” aldılar!.. Öyle bir “katliam” yaşandı ki;

“Tutsi kabilesi”nden “parası” olanlar; katillerine “kurşun parası” vererek, “acısız ölüm”ü satın aldılar!.. Parası olmayanlar ise; “acılar içinde kıvranarak” öldüler!.. “Öldürmekten yorulan” Hutu’lar, Tutsi’lerin kaçmasını önlemek maksadıyla, onların “baldır”larını veya “ayak bilekleri”nin damarlarını kesiyor, dinlendikten sonra “katliam”larına devam ediyordu.

“Ceset saklanabilecek” her yer cesetlerle dolmuştu...

Cesetlere saldıran “köpek”lere öfkelenen Hutu’lar, o dönemde, neredeyse ülkedeki tüm köpekleri öldürerek yok etmişti!..

İTİRAF VAR, ÖZÜR YOK!

Peki, “100 günde 800 bin insanın ölümüne” yol açan “soykırım”ın mimarı kimdir?..

Elbette Fransa’dır!..

Buyrun, 12 Ocak 1998 tarihli Le Figaro gazetesine bir bakalım... Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın, gazeteye yaptığı açıklama şöyledir:

“Ruanda gibi ülkelerde bir soykırım yaşanması, o kadar da önemli bir şey değildir!”

1992 yılında Ruanda Cumhurbaşkanlığı Muhafızları’nı eğitmek için bölgede bulunan emekli Ulusal Jandarma Müdahale Grubu Komutan Yardımcısı Thierry Prungnaud da; devlet radyosu France-Culture’e verdiği mülakatta şu itirafta bulunmuştu:

“1992 yılında Fransız askerlerinin Ruandalı sivil milislere atış eğitimi verdiğini gördüm.”

Emekli komutan, mülakatı yapan gazetecinin, “Fransa’nın Ruandalı milisleri eğittiği iddiasını reddettiğini” hatırlatması üzerine ise, şu çarpıcı ifadeyi kullanmıştır:

“Fransa bunu her zaman inkar etti, başka şeyler gibi!.. Ama önemli değil, ben doğruluyorum.”

Görüyorsunuz değil mi;

Cezayir’de “1 milyon 700 bin insanı katleden”, Ruanda’da ise “800 bin insanı birbirine kırdıran” Fransa, bu “katliam”lar için, umursamaz bir tavırla diyor ki;

“O kadar da önemli değil!”

ERDOĞAN’I DA HAPSEDİN!

Ulan, hiç olmazsa bir “özür” dile, “Yanlış yaptık” de!.. Ama, o da yok!..

İşte böyle bir Fransa, şimdi kalkmış, Türkiye’yi “Ermenileri katletmekle” suçluyor!.. Üstelik, “soykırımı inkâr” edeni de “hapsetmek” ve “para cezası”na mahkûm etmekle tehdit ediyor!..

Peki, Fransa’yı kim mahkûm edecek?..

Cezayir ve Ruanda’da, “toplam 2 milyon 500 bin insanı katleden” Fransa’dan kim hesap soracak?..

Merak ediyorum;

Fransa, “Biz, anlamı barış demek olan İslâm dininin mensuplarıyız... Bizim inancımızda ve tarihimizde soykırım yoktur!.. Siz, kendi kirli ve kanlı tarihinize bakın!.. Soykırımı babalarınıza, bizim şefkatimizi ise dedelerinize sorun!” diyen ve dolayısıyla “soykırım” iddialarını “inkâr” eden Başbakan Tayyip Erdoğan’ı da hapseder mi?!?..

Belki yeltenirler ama “maça”ları sıkmaz!.. Çünkü Türkiye “eski Türkiye” değil!.. Tayyip Erdoğan da, “eski başbakan”lardan değil!..

Ama, “Avrupa’nın soytarısı” haline gelen Sarkozy bunun farkında değil!..

Elbette öğrenecek!.. Biz öğreteceğiz!..



Bizi dedene sor Sarkozy!

Başbakan Tayyip Erdoğan; dün İstanbul’da, “Müslüman Toplumlarda Değişim ve Kadının Rolü” konulu konfenasta konuştu...

Konuşma esnasında Fransa Devlet Başkanı Sarkozy’ye de bir “hatırlatma”da bulundu... “Soykırımı babana, bizim hoşgörü ve şefkatimizi dedene sor” dedikten sonra, şu “tarihi hatırlatma”yı yaptı: “1492 yılından itibaren, yani 15’inci yüzyılın sonlarından itibaren binlerce Musevi aile, İspanya’daki engizisyondan kaçarken onlara Osmanlı Devleti, yani bizim dedelerimiz kucak açtı...Binlerce Musevi, Osmanlı topraklarına, Osmanlı’nın hoşgörüsüne sığındı... Yüzyıllar boyunca da Osmanlı Devleti’nin tebaası olarak sorunsuz şekilde hayat sürdü.

İspanya’dan kaçıp Osmanlı’ya sığınan Museviler, bugün Yunanistan’da bulunan Selanik şehrine ve çevresine yerleştirildiler.

Benedikt Malla, işte Osmanlı’nın sahip çıktığı, kucak açtığı bu Musevilerden biridir... Selanik, Osmanlı idaresinden ayrıldıktan sonra 1904 yılında Fransa’ya göç etmek zorunda kalmıştır.

Benedikt Malla, bugün Fransa’nın Cumhurbaşkanı olan Sayın Sarkozy’nin de ‘dedesi’dir.

Sayın Sarkozy, Türkiye’nin tarihinde soykırım bulamaz. Eğer Türkiye tarihine bakarsa, eğer kendi ailesine, kendi aile şeceresine şöyle bir derinliğine bakarsa, orada Türkiye’nin, Türklerin yardımından, hoşgörüsünden, şefkatinden başka hiçbir şey görmez ve göremez.”

Sormak gerekmez mi Sarkozy denilen adama; “Deden” olmasaydı, “baban” olur muydu?.. Baban olmasa, “sen” olur muydun?..

“Başına kakmak” gibi olmasın ama, “varlığını” bile bize borçlusun!..

Biz olmasak, sen dünyaya bile gelemezdin!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi