Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Çağın Dervişi bir bilge adam: Sezai KARAKOÇ

Çağın Dervişi bir bilge adam: Sezai KARAKOÇ

Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nden edebiyat dalında olanı Sezai Karakoç’a verildi. Daha önce de Kültür Bakanlığı “Kültür ve Sanat Büyük Ödülü” kendilerine verilmiş, törenine katılmamış, para ödülünü de kabul etmemişti. Bilmiyorum bunlar, senelerce gösterilen vefasızlıkları bir nebze olsun hafifletir mi?

70’li lise yıllarımızda bulabildiğimizi okuyorduk. “Diriliş” geçmişti elimize. Yazı stilinden, şeklinden muhtevasına kadar ne kadar etkilenmiştik. Sınıfça bizi toplamıştı 2 veya 4 sayfalık gazete.

80’li yıllarda öğretmenlik dönemimizde İstanbul dışındaydık. İstanbul’dan getirttiğimiz “Diriliş”ler, gazete ve dergi özelliğiyle “öğretmen okumaları” olarak hâlâ hafızalarımızda tazeliğini koruyor. Dirilişin gazete veya dergilerinde yayınlanan yazılar kitaplaştığında çocuklar gibi sevinirdik. Dergi ve gazetelerdeki yazıları kesme-biriktirme ve muhafaza etme hayli zor ve sıkıntılı oluyordu.

85’li yıllar İstanbul’da görev yaptığımız yıllardı. Üstadı hem ziyaret ediyor, bu vesileyle sohbet etme ortamı doğuyor, hem de her türlü müşkülümüzü (fikri-ilmi-edebi-aktüel) halletme imkanına sahip oluyorduk. Bilhassa iki odalı “Diriliş Dergisi”ndeki cumartesi akşam sohbetleri annesini emen çocuk misali bizi doyuruyor, düşünce ufkumuzu açıyordu. Gece eve, zihnen yorgun dönüyor, dinlediklerimizi anlatıyor, yazıyor adeta gündemin önüne geçiyorduk. 88’de “Diriliş Dergisi” tekrar çıkınca çok sevinip rahatlamıştık. Artık bir dergimiz vardı. Daha sonra Üstad Sezai KARAKOǒun parti merkezinde güne damgasını vuran konuşmaları, her türlü soruya verdikleri muknî ve seviyeli cevapları, samimi-mütevazi-şahsiyeti bizden bir “sahici aydın”la hemhal olmanın ayrıcalığını yaşıyorduk. En zor meseleleri çok rahat, kendinden emin bir şekilde izah ediyor, tam bir rehber ve kılavuzluk yapıyor, karanlıklara projektör tutup gidilecek yolu aydınlatıyordu.

En umutsuz anlarda vahiyden beslenen fikri yapısı, Rasulullah ve onun dostlarının yolunu, izini süren hali, “dünyada bir yolcu gibi ol!” buyruğuna uyan yaşayışı her hal ve şartta doğruyu söyleyen, yanlışa tepki gösteren mizacı, sıkıntı içinde dahi tenezzülsüz hayatı hepimizi etkiliyordu. “Eğer insanlık için biçilmiş ömür bitmediyse, ufuklar ne kadar kararıp, yıpranmış olursa olsun, güneş yine aynı tazelikte doğacak ve insanlığın hakiki inanç, ahlak ve düşünce medeniyeti olan İslam, tekrar fışkıracaktır tüm umut odaklarından” diyordu.

Edebiyatın her dalında kalem oynatmış, şiir kitapları, hikayeleri, piyesleri, çevirileri, 30 civarında düşünce kitabı, deneme türünde yazdığı Edebiyat yazıları (Namık Kemal’den Yahya Kemal’e, Necip Fazıl’a varıncaya kadar) inceleme kitapları, (Yunus Emre, Mehmet Akif, Mevlana) günlük yazıları (Farklar, Sütun, Sur, Gün Saati), hatıralarını yazdığı yazılar, son dönemde bütün şiirlerini topladığı Gün Doğmadan kitabı, denemeler, Diriliş Dergilerinde 13 yazı olarak yazılan “siyasî bir portre Turgut ÖZAL” yazısı, (dönemi, dönemin olaylarını, olaylardaki şahısların kişiliklerini, şartların getirdiği liderleri anlatıyordu. ) Gönül isterdi ki malum ve meşhur siyasileri de yazma imkanı olsaydı. Onları “portreler” olarak kitaplaştırabilseydi. Hatıralara devam edebilseydi. Hatıralar da bir kitapta toplanabilseydi. Röportajları, konferansları, miting konuşmaları vs. Elinde günlük gazete ve televizyon gibi bir imkanı olmadığı için büyük şehirlere dağıtılmak üzere gönderdiği mektuplar hala orjinalitesini koruyor. Boşluk bırakmadı deyişim günlük gazetelerde ve dergilerde yazılar yazarak, eserler vererek, dergi, gazete çıkararak, ziyarete gelenlerle sohbet ederek aydınlatma, uyandırma, diriltme, şuurlandırma görevini yerine getirmesindendi. Bir yeni nesil, şuurlu bir kadro oluşsun diye çağın bütün meselelerini kapsayan düşünce açılımı için çırpındı durdu. Edebiyat ve düşünce yoluyla yıllar yılı eserler verdi. Bu gayret ve çalışmalarından “Diriliş Edebiyat ve Düşünce Okulu” doğdu. 40 yıllık düşünce ve sanat çalışmasından sonra siyasi faaliyet sahasındaki boşluğu “örnek siyaset”le doldurdu. Halk ve aydının bütünleşmesi gerektiğini aydınsız hareket olamayacağına, halktan kopuk aydının da faydalı olamayacağına dikkat çekti. En umutsuz zamanlarda bile, büyük bir değişimin, ruh değişiminin, iç âlem devriminin arefesinde görüyordu toplumumuzu.

Kavramların hakikatini, içini dolduran adamdır, her kavramın yeniden dirilişini yazan adamdır. Dâvâmızın günümüzdeki düşünce ve edebiyat akımını kuran adamdır Sezai KARAKOÇ. Millet, ülke, rejim, toplum, medeniyet. Mesel⠓Millet” kavramı, bu kavramların en önemlilerinden biri. Batılı anlayış çerçevesinde belli bir dil veya ırkın topluluğu anlamında kullanılıyor. Oysa, buna eskinden millet denmez kavim denirdi. Şimdi ise, millet denince kavim anlaşılıyor.

Müslümanların medeniyetlerini, milletlerini yeniden oluşturmaları, kendileri için hayat-memat meselesi olduğunu, Batı’nın ırk esasına dayanan milliyetçiliğinin çökmeye mahkum olacağını, İslam ülkeleri içinde, bunun zehirden farksız bir ideoloji olacağını bütün ömrü boyunca anlattı, yazdı. Çağımızın, yeniden “kardeşlik” kavramına dönmek zorunda olduğunu söylüyor, lafzına değil, özüne ve ruhuna bakmamız tavsiyesinde bulunuyordu. Yine devlet-rejim farklılığını ayırıp izah eder, “Rusya rejimi feda etti, Devleti kurtardı. Biz, Devleti feda ediyoruz rejim uğruna” diyordu. “Ülkeye sahip çıkmak, milletimize ve insanımıza sahip çıkmak birinci görevimiz olmalıdır. Bu sahip çıkışı, dıştan yönetilen ve yönlendirilenlere kaptırmamalıyız” ikazını yapıyordu. “Tanzimat’tan bu yana, bu ülkenin gerçek aydınları, toplumu yönetme hak ve görevinden, hizmetinden ya tamamen dışlanmışlar ya da kendileri bu hizmete talip olmamışlardır. Hep tek taraflı bir düşünce hakim oldu devlet ve toplum düzeninde. Katılım yetersizliği, kansızlık hastalığı gibi bir etki yaptı yönetim kadrosunda. Kaht-ı rical dendi hep. Ama bunun sebebi araştırılmadı.” Kültürün asli unsurunu dile getirerek; “Kültürün unsurlarına baktığımız zaman, geçmiş kültürlerin, isterseniz milattan önceki medeniyetlerin kültür temeline bakınız, isterseniz orta çağın kültür temeline bakınız, isterseniz yirminci yüzyılın kültür temeline bakınız, zemininde din gerçeği yatmaktadır. Ancak dini sadece ibadetten ibaret anlamayınız. İbadetin, inancın etrafında örülmüş edebiyat, sanat ve bilim eser ve faaliyetlerini bu inanç noktasının merkez olarak alındığı bir çemberde toplarsanız, o zaman kültürün esaslarını da bulmuş olursunuz.” Diyor. Batı ile yarışmayı, ona üstünlük sağlamayı “Eğer biz şimdi tekrar düşünüp medeniyetiminiz temelini teşkil eden hakikat, inanç, ahlak, fedakarlık, feragat, adalet, fazilet, ilim, sanat, edebiyat alanında, kalıcı eserler vermede Batı'yla yarışır ve onu geçersek, üstünlük bizim olacaktır.” Sözleriyle ifade ediyor. Osmanlı döneminin eserlerinin kalıcılığını da “Dikkat ediniz, Osmanlılar döneminde yapılan bir eser beş yüz sene kalıyor. Neden? Çünkü: içinde hile yok. Taşında ve toprağında hile yok. İşte onun için kalıyor. İçinde, taşında, toprağında aşk var, heyecan var. Taşında ve toprağında ahlak var, fedakarlık var. Feragat var. Onun için, onların yaptığı her eser, beş yüz yıl dayanıyor, bin yıl dayanacak şekilde oluyor.” Sözleri ders verir nikelikte.

Ölçümüze, değerlerimize uymayan, alıştırılan yanlışları düzeltmeye çalışıyor, doğrusunu ikame gayreti taşıyordu. Mesela Milletvekili yemin metnini beğenmeyip “teklif metni” bile kaleme almıştı. “Pasaportlu ümmet”in olamayacağını, mevcut ülke sınırlarının sun’î sınırlar olduğunu, Şam’la Bağdat’ın İstanbul’la Kahire’nin Musul’la Bursa’nın, Konya’nın farklı olmadığını, vizelerin kalkması gerektiğini 40 yıl öncesinden söylüyordu.

Dış ülkelerin temsilcilerinin Ankara’ya gittikten sonra tarihi-kültürel ve turistik gezileri için İstanbul’a gelmek zorunda kaldıklarını, Ankara’nın o günün şartlarında başkent olduğunu, asıl başkentin İstanbul olması gerektiğini gayet açık-net bir şekilde ortaya koyuyor, Ankara’nın bir ilim ve üniversite şehri, İstanbul’un başkent olması gerektiğini belirtiyordu. Küçük devletlerin ayakta kalamayacağını, “Hakiki devlet, en az, bugün, on milyon kilometre kare yüzölçümü olan, iki yüz elli milyon nüfuslu ve mutlaka nükleer güce sahip ve bilginleri en teorik pozitif bilimlerde ileri seviyede ve sanatçıları, edebiyatçıları, bilim adamları da kendi alanlarında dünyada en yüksek seviyede olanlarla yarışabilecek bir toplum, bir millet, bir devlet, ancak devlet olabilir. Bu özelliği taşımayanlar eninde sonunda parçalanırlar. Tarihte bile bu böyledir. Bir Roma Devleti'ni, bir Bizans Devleti'ni, Abbasi Devleti'ni daha sonra Osmanlı Devleti'ni görüyoruz, uzun ömürlü olmuşlardır. Öbürleri, küçük bir çok devlet, kısa ömürlü olmuştur.” Teşhisini 65’lerdeki yazılarında dile getiriyor, mutlaka İslam ülkelerinin bir araya gelmesini söylüyordu. (her sahada işbirliği yaparak ) Milliyetçi-muhafazakar çevrenin Dâvâ’nın bir tarafından tuttuğunu, (kiminin din, kiminin vatan, kiminin sanat, edebiyat, musiki, aydın, cemaat, vakıf vs.) halbuki bunların hepsini içine alan bir medeniyet görüşüne ihtiyaç olduğunu, medeniyet görüşünün içinde bütün bunların hepsine yer olduğunu ifade ediyordu. İslam ülkeleri başkanlarına, Hıristiyanlara, Ateistlere, herkese çağrıda bulunuyor-rehberlik ediyor, yol gösteriyordu. Parti kuruyor, bir parti nasıl kurulur, tüzüğü nasıl olur, amblemi nasıldır, bir siyasi hareket ve partiye fikir nasıl yerleşir, aydınsız parti olur mu? Bütün bu soruların cevabı veriliyordu. Hangi mesele-hangi problem, hangi çözümsüzlük, belirsizlik olarak ne varsa hepsinin üstad Sezai KARAKOǒda dolayısıyla “Diriliş Hareketi”nde cevabı vardı. Dertlerin, meselelerin, çareleri; içinde bulunduğumuz hali unutmadan – ütopik olmadan, uygulanabilirliği olan tekliflerdi. Ülkemizde tanık olunan gelişmeler kadar dünyanın dört bir tarafında yaşanan olaylarla ilgili koyduğu teşhisler, öngörü ve beklentileriyle gerçekler hep örtüşmüştür. Nitekim 1967’lerde yazdığı yazılarda, Japonya, italya, Afrika, Hindistan Dünya coğrafyasında İslamın yayılışı bakımından hızla yayılacak şartlarda görmekte “bir kibritin çakılmasını bekleyen ülkeler” olarak değerlendirmektedir. 1995 yılındaki bir konuşmasında (keramet gösterir gibi) “Kahire, Şam, Bağdat uyumaktadır. Felaketleri yakındır. Biz baykuş değiliz, Allah’ın verdiği akıl ve uğrunda ömrümüzü çürüttüğümüz bilim, gerçeği söylüyorsa, bu uykuda devam ederlerse, onlar için çok acıklı bir âkibet vardır ve bu âkibet uzak değil yakındır.” Diyerek ikaz vazifesini yerine getiriyordu âdeta... Bugün tartışılan meselelere 40 yıl öncesinden yol göstermiştir. Meselâ Anayasa! “Anayasa, öyle özelliği olan bir kurallar bütünüdür ki, kendi uygulama mekanizmasını da kendisi kurmuştur. Gerçek bir anayasa, milletin ruhundan doğmuş olduğundan, o, en büyük uygulama dayanağına sahip demektir. Kendi kendini uygulatmayan, uygulatamayan anayasalar, kağıt üzerine yazılı, fakat milletin ruhundan doğmamış veya millet ruhuna kendini kazımayı, hak etmeyi bilememiş anayasalardır, kopya anayasalardır, taklit mahsulü anayasalardır. Eğer bir anayasa uygulanmıyor veya uygulanamıyorsa, sadece, suç, uygulamada değil, o anayasadadır. O anayasada temelde bir eksiklik vardır. O anayasa ruh dayanağından mahrum demektir.” Anayasa için kafa yoranlar bu ikazı dikkate almalılar. Bir başka müzmin yaramız olan “Devlet ve devlet adamı” deyince ne anlaşılmalı? Üstad Sezai KARAKOÇ, bu iki hususu şöyle açıklıyor: “Devlet derken, onu yöneten kişiler değil, prensipler ve idealler anlaşılmalıdır. Hakikat, iyi ve güzel ve onların kurumları anlaşılmalıdır. Hiçbir şahıs, hiçbir parti ve hiçbir kurum veya kuruluş, devletin üstünde olamaz. Devlet de zulüm makinesi haline getirilemez. Devlet otoritesi ile kişi özgürlüğü, birbirini yıkıcı, yok edici iki düşman değil, birbirini besleyici, geliştirici iki dosttur. Bu dostluğun gerçekleştirilmesi için, sun’i insan değil, “şahsiyet”ler yetiştirme politikası izlenmelidir. Bunun için de, toplumun her köşe başında, Doğru’nun, İyi’nin ve Güzel’in kürsüleri, kurumları yükseltilmelidir. Devlet adamı, amacı unutmayan adamdır. Bu amaç, millet ruhunda ve devletin alınyazısında gizlidir. Devlet adamı, bu ruhu keşfeden ve bu alınyazısını okuyan kişidir. Devleti bir “badire”den korumak, şüphesiz onun görevidir. Ama, görevi, bundan ibaret değildir. Devlet adamının asıl görevi, badirelerden kurtulan devletin gelecek zaman açılımını da sağlamaktır. Birinci planda millet amacını görmek, ikinci planda da şartlar çerçevesinde bu Amaç’ın gerçekleşmesine çalışmak: İşte devlet adamının asıl özelliği. Bunun için tarihi ve çağı iyi bilmek gereklidir. Ama bu da yetmez. Millet ruhuyla kaynaşmak, devletin alınyazısını kendi alınyazısıyla özdeşleştirmek zorundadır gerçek devlet adamı.”

“Diriliş hareketi” boşluk bırakmayan bir harekettir. Aydınıyla, edebiyatçısı, şairi, yazarı, sanatkarıyla, ilim-fikir adamlarıyla, akademisyeniyle, siyasetiyle, aksiyonuyla…

M.Akif, Eşref Edip’lerin Sebilürreşad’ı nasıl Müslümanların sığınağı bir fikir akımının dergisi idiyse, Necip FAZIL’ın Büyük Doğu hareketi ve dergisi nasıl Müslümanları aşağılık kompleksinden kurtarmış bir aksiyon ise Üstad Sezai KARAKOǒun “Diriliş Hareketi” ve “Diriliş Dergisi” de Müslümanın her döneme vereceği bir cevabının, bir tezinin olduğu, merkeze “Medeniyetimiz”in konduğu bir fikir hareketidir. Üstadın varlığı, devlet-millet-memleket için bir şanstır, değerdir, “Çağ ve Derviş” yazısındaki gibi çağın dervişidir o. Bir bilge ADAM’dır. Kıymeti bilinememiştir, çeşitli mülahazalarla istifade edilememiştir. Bilhassa siyasilerimiz zora düştükleri her konuda bu “müracaat kaynağı”nı unutmamalılar.

İster “Devletin önünde ceketini iliklediği düşünür” densin, ister “Biz hepimiz Sezai KARAKOǒun paltosundan çıktık” densin, değeri bilinmemiş, mesajı lâyıkıyla idrak edilmemiş, misyonu anlaşılamamıştır. “Hakikat Medeniyeti”ni çağa taşıyan, “bizi yaşatan görevdir, misyondur. Görevsiz insanda hayır yoktur.” Diyen Üstada minnetve şükran duygularımızla Cenab-ı Hak’tan, sıhhat-âfiyet içerisinde bir hayat bahşetmesini niyaz ediyoruz. Kırılan umutları canlandırıp yeşertme, umutsuzluk bulutlarını bir rüzgâr gibi silip süpürme, Altın Çağ meşalesini yüzyılın ufkunda yeniden ışıtıp yükseltme azmindeki adam seni seviyoruz.

Şiir Defterimden

Sarıklı Ulu Hocalar

Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana öğretmediniz
Kardeşim İbrahim bana mermer putları
Nasıl devireceğimi öğretmişti
Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini
nasıl sileceğimi öğretmediniz

Bir kentten daha geçtim
Buğdayları yakıyorlardı
Yedikleri pirinçti
Birbirlerine açılan borular gibi üfürüyorlardı
Sonra birbirlerinden borular gibi çıkıyorlardı
Pirinçler gibi çoğalıyorlardı
Atlarını yalnız atlarını cana yakın buldum
Öpüp çıkıp gittim yelelerini

Sezai KARAKOÇ



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi