M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Korkuyorum...

Korkuyorum...

SALI günü Kasımpaşa’ya gitmiştim, eve dönerken taksi şoförüyle biraz konuştuk. öfke içindeydi, çok çalıştığı halde geçimine yetecek kadar para kazanamıyormuş. Memleketin halini hiç beğenmiyordu, birtakım büyüklere ana avrat küfürler savurdu. Onların o takside olmalarını isterdim.

Türkiye nereye gidiyor?

Malum edebiyat sürdürülüyor: Geleceğimiz çok parlaktır, ufuklar çok pembedir, falan filan...

Görünen köy kılavuz istemez, geleceğimiz parlak değildir, ufuklarımız pembe değildir.

Ara rejim diyorlar, konuşturmazlarsa, yazdırmazlarsa mecburen susacağız. Acaba “Kes sesini! Otur oturduğun yerde...” demekle yetinirler mi? Yoksa zulmederler mi?

Gençliğimde sıkıntı çektim, bu yaştan sonra zulümlere, eziyetlere, hapislere nasıl dayanacağım?

Dönmelerde genellikle merhamet yoktur.

30’lu yıllarda İstiklâl Mahkemeleri çok muhterem bir Şeyh Efendi’yle oğlunun idamına karar vermiş, idam günü ve saati gelmiş, Şeyh Efendi’den son isteği sorulmuş: “Evladımın, ciğerparemin asıldığını görmek istemiyorum. Ne olur, önce beni asın” demiş. “Hayır!” demişler, önce senin gözlerinin önünde oğlunu asacağız. Muhterem zat, öyleyse gözlerimi kaparım demiş... Oğlunu asarlarken bir alçak, adamcağızın kapalı göz kapaklarını açık tutmaya uğraşıyormuş.

Zavallı Adnan Menderes’i sarhoş bir cellâda astırdılar. Boynunda yağlı ilmik, ipte on dakika kadar çırpındı, sallandı. Sonra canını teslim etti. Cesedi indirdiler, yere serildi, oradakilerden biri ayağıyla vurarak “Bu p....i bir defa değil, bin defa asmalı” diyordu.

Ahmet Emin Yalman vurulduktan sonra, “Malatya cinayeti sanıklarına” çok eziyet ve işkence ettiler. Merhametsiz sopa darbelerinin altında kıvranan zavallılar “Allah!” diye bağırdıkça, cellât ruhlu işkenceciler “Hadi, Allah’ın gelsin kurtarsın seni!” diye haykırıyormuş.

Yakın tarihimiz büyük merhametsizliklerle doludur.

Kötü ideoloji, kötü idare, kötü eğitim, kötü medya, kötü ortam halkın bir kısmını da merhametsiz yaptı. Anasını öldürüp, başını kesip, top gibi caddeye atan oğullar... Yine anasını öldürüp, cesedini paramparça doğrayan kızlar... öz kızına tecavüz edip hamile bırakan babalar... Aşığıyla bir olup kocasını öldüren karılar... Daha neler neler...

Merhametsizlik diz boyu değil, gırtlağa kadar değil; boyumuzu aşmış.

Ayak sesleri duyulan felaketlere karşı korunmak isteyenler Allah’ın rahmetine sığınsınlar. Allah’ın rahmetine layık olmak için merhametli olmak gerekir. Aklınız varsa, acıyınız, acıyınız, acıyınız. İnsanlara, hayvanlara, bitkilere, dünyaya, çevreye, dağlara, denizlere, ormanlara, kuşlara, balıklara, karıncalara, kelebeklere acıyınız. Bu acımalar size Rahmet-i Rahman olarak dönecektir.

Myanmar denilen ülkeye bakınız, orada ne korkunç, ne merhametsiz, ne gaddar, ne kanlı bir diktatörlük var. Merhamet semtlerinden geçmemiş. Birkaç ay önce büyük bir afet oldu, dünyadan gelen yardımları bile kabul edip halka dağıtmadılar.

Bu ülkede on milyon işsiz var, büyük sayıda sürünen var, had safhada geçim sıkıntısı çeken var. Büyüklerimiz bunlara gerçekten acıyor mu? Acısalar lüks, israf, gurur, kibir, gösteriş sergilemezlerdi.

Ucuz ekmek satan kulübelerin önü ana baba günü. 70 yaşında nineden, 7 yaşındaki yavrucağa kadar ucuz ekmek diye kışın soğuğunda, yazın sıcağında bekleşiyorlar. Beride birtakım türediler, ne oldum delileri, en lüks lokantalarda Firavunlar gibi, Neronlar gibi, Kaligulalar gibi tıkınıyorlar. Bu hân-ı yağma onların, patlayıncaya, çatlayıncaya, tıksırıncaya, geberinceye kadar yiyin!

Yandaki komşunuzun işleri bozuldu, iflas etti. çoluk çocuğuyla perişan vaziyete düştü. Evlerinde tencere kaynamıyor. Pazara markete gidip alışveriş yapamıyorlar, çok kötü durumdalar. Sizin geçiminiz iyi, canınızın istediğini alıp yiyorsunuz. Komşunuz sürünürken, sizin refah içinde saçıp savurmanız doğru olur mu? Allah’ın verdiği nimetleri ve nafakayı paylaşmalısınız.

Biz ne yapıyoruz? Halkın bir kısmı aç, sıkıntılı, sefil perişan; biz vur patlasın, çal oynasın, har vurup harman savuruyoruz.

Otomobilimize biniyoruz, çoluk çocuk... 10 kilometre uzaktaki lüks bir restorana gidiyoruz, garsonlar koşuşuyor, sizi bir masaya oturtuyor. önce ordövrler yani soğuk yemekler, zeytinyağlı dolmalar, çiğköfteler, ezmeler... Sonra nefis bir çorba, onun ardından ana yemek. Bitmedi, pilavlar, börekler... Su içer misiniz hiç. Gelsin ayranlar, meyve suları, özel şerbetler. Ardından nefis tatlılar, meyveler... çaylar, kahveler...

Böyle yemekler, 2008 Türkiye’sinde Müslümanların yiyeceği yemekler değildir.

Bunlar câhillerin, gafillerin, fâcirlerin, fâsıkların yemekleridir.

Halkın çoğu bir tarafı zâlim, öbür tarafı mazlum (zulme uğramış) olarak görüyor. Yanlış!.. İki taraf da zâlimdir. Allah bir kısım zâlimleri, başka bir grup zâlimle cezalandırıp terbiye ediyor.

Hem Müslüman geçiniyor, hem de Nemrud gibi, Firavun gibi, Neron gibi bir hayat sürüyor; helâl haram demiyor devşiriyor. Efsanevi kara ve kirli para birikimleri var.

Türkiye’nin başına gelen bunca felâket belki de bu korkunç, haram, kirli, kara, pis para birikimindendir.

Şu münâfığa bakın: Hazret-i ömer’in adaleti, tevâzuu, halka acıması konusunda edebiyat yapıyor. Peki, nasıl yaşıyor? Söylediklerinin tam tersi... Bu herif, sadece münâfık değil, azılı, katmerli bir münâfıktır.

Bir Müslümanın süper lüks “Altın Dana” restoranda ne işi var? Ona, Tahtakale Küçükpazar’da 2 liraya kuru fasulye pilav satan dükkâna gidip orada yemek yemesini söylemiyoruz. Lakin biraz daha ölçülü olması gerekmez mi?

Velhasıl, ülkedeki bu merhametsizlik, bu fısk, bu fücur, bunca Nemrudluk, bu lüks, bu israf, bu azgınlık beni çok korkutuyor.

Sodom ve Gomore bu toplum kadar azgın mıydı acaba?

Kara zâlimler, Sarı ve Pembe zâlimler, Yeşilimtırak zâlimler, Ak zâlimler... Netice itibarıyla hepsi zâlim...

Aklı olan Allah’ın rahmetinin gölgesine sığınsın. Nasıl? Azgınlığı bırakarak, merhametli olarak, paylaşarak, mütevâzı ve alçakgönüllü bir hayat sürerek...

Hiç unutmayalım: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”


Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi