Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Danıştay cinayeti... Kayıtları sildiren, tetiği çektirendir!

Danıştay cinayeti... Kayıtları sildiren, tetiği çektirendir!

Önceki gece, Kanal 24 televizyonunda Ahmet Kekeç ile Nagehan Alçı’nın birlikte sunduğu “Nerede Kalmıştık” adlı programın “tekrar”ını seyrediyorum... Gündemdeki olayları yorumluyorlar.

Söz, “OYAK’a baskın” olayına geliyor... OYAK’a baskın demek, “Danıştay cinayeti” demek... Ehh, “Danıştay cinayeti”nden söz edilir de “Vakit gazetesi”ne değinmeden geçilir mi?..

Bu cinayeti plânlayanlar, bu işin “irticaî bir eylem” olmasını öngörmüşlerdi... Av. Alparslan Arslan; tetiği çekerken “Allahuekber” diye bağıracak, ona Salih Kunter adlı yaşlı bir adam “dini eğitim”(!) verecek ve elbette Vakit gazetesi de Danıştay üyelerini “hedef” göstermiş(!) olacaktı!..

Plân buydu... Yani, bir taşla birkaç kuş birden vuracaklar, “Tehlikenin farkında mısınız?” diyenleri haklı çıkaracaklar ve “irticaî tehlike”(!)yi ortadan kaldırmak için de “darbe” yapacaklardı.

HER ŞEY PLANLANMIŞTI!

Bu “darbe teşebbüsü”nde herkese bir “rol” verilmişti ve herkes rolünü oynayacaktı!..

Meselâ, dönemin Danıştay Başkanvekili Tansel Çölaşan, saldırıya uğrayan üyelerin aksi yöndeki beyanlarına rağmen, Alparslan Arslan’ın; “Tekbir” getirdiğini, “Allah’ın elçisiyiz, askeriyiz!!!.. Türban kararının cezasını çekeceksiniz!!!” diye bağırarak tetik çektiğini söyleyecek, Mustafa Yücel Özbilgin’in cenaze töreninde ise, törene katılan “bakan”lara saldırılacak, meselâ Cemil Çiçek, canını zor kurtaracaktı!.. Tabiî, “yargı mensupları” da İstanbul’da “yürüyüş” yapacak; “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganı atacaklardı!..

Hasılı kelâm;

Herşey plânlanmıştı!..

Madem, 2004’teki “Ayışığı” kod adlı “darbe girişimi” akamete uğramıştı, o halde “Sarıkız”ı, daha da olmadı “Yakamoz”u devreye sokabilirlerdi.

“Zemin hazır”dı!..

Öyle ya;

İşte, “Vakit hedef göstermiş”(!)ti!..

Tetiği çeken de, Salih Kunter adlı bir “din adamı”(!) tarafından eğitilen Alparslan Arslan adlı bir “dinci”(!)ydi!..

Geriye ne kalmıştı?..

“Medya bombardımanı!”

O da ayarlanmıştı!..

“Kanlı eylem”den “sadece 15 dakika sonra” bütün televizyon kanalları, “Vakit’in manşeti”ni döndüre döndüre vermeye başlamışlar, ertesi günkü gazeteler de; “Hedef manşetten, kurşun avukattan” başlıkları atarak, “darbeye zemin hazırlamaya” başlamışlardı!..

Zaten, Cumhuriyet gazetesi de, “siyah zemin üzerine yeşil harfler”le “Tehlikenin farkında mısınız?” diyerek, “tehlike”(!)ye dikkat çekmiyor muydu?..

O halde, “sıra askerde”ydi!..

Daha neyi bekliyorlardı ki;

Bir “darbe” yapıp, “irticaî kalkışma”ya artık “dur” demeliydiler!..

VAKİT’İN 3 AY ÖNCEKİ KUPÜRÜ!

Yalnız, “beklemedikleri” bir şey oldu.

Alparslan Arslan’ın “yakalanmaması” gerekiyordu... Bu, “faili meçhul bir cinayet” olacaktı!

Ne var ki;

Ortaya, “işgüzar(!) bir polis” çıktı ve Alparslan Arslan’ı kıskıvrak yakalayıverdi!..

Polisin uyanıklığı sonucu “plânda aksama” olmuştu ama, nasıl olsa “B Plânı” hazırdı... Alparslan Arslan ve arkadaşlarının Ankara’ya geldiği otomobilde, “13 Şubat 2006 tarihli Vakit”in, lütfen dikkat “3 ay, 3 gün önceki Vakit”in, “İşte o üyeler” başlıklı haberinin kupürü vardı!..

Ama, ne hikmetse;

“Vakit’in abonesi” olduğu iddia edilen Alparslan Arslan’ın otomobilinde, “gazetenin orijinali” değil de, bilgisayardan çıkarılmış “fotokopisi” vardı!..

Demek ki;

Bu oyunu tezgâhlayıp, Vakit’in üzerine çullanmak isteyenler, “93 gün önceki Vakit”in kupürünü tetikçinin eline tutuşturmayı ihmal etmemişlerdi!..

AYFER HANIM’I NİYE VURDU?

Yalnız, hiç düşünmedikleri, hiç hesap edemedikleri bir “hata” daha yapmışlardı.

Öyle ya;

Alparslan Arslan, madem ki “hedef gözeterek” ateş etmişti, madem ki “Vakit’in yayınladığı fotoğraflar”dan, “kimi hedef alacağını biliyor”du, o halde Hakim Ayfer Özdemir’e niye kurşun sıkmıştı?..

Çünkü, Vakit’in yayınladığı fotoğraflarda; Hakim Ayfer Özdemir’in fotoğrafının altına, alınan karara “muhalefet şerhi” koyduğu yazılmıştı!..

Alparslan Arslan; madem ki Vakit’teki fotoğraflara bakıp, “Türban aleyhinde karar verenleri cezalandırıyor”du, o halde Ayfer Özdemir’e niye kurşun sıkıyordu?.. Ayfer Hanım, “Türban yasaklansın” dememişti ki!.. Tam aksine; karara “muhalefet” etmişti!.. Dolayısıyla, ona silah doğrultmaması gerekirdi!..

Ama Alparslan Arslan, onu da ağır şekilde yaraladı... Bu da demek oluyordu ki; “hedef gözetmeden” ateş açtı... Ki, daha sonra Ayfer Hanım da bunu doğrulamış ve “Katil, kin ve nefretle kaşlarını çatmıştı!.. Hiçbir şey söylemeden ateş açmaya bsaşladı” demiştir!..

Bu durumda, dönemin Danıştay Başkanvekili Tansel Çölaşan’ın iddiaları da tamamen “fos” çıkıyordu.

Tansel Çölaşan; Alparslan Arslan’ın; “Tekbir” getirdiğini, “Allah’ın elçisiyiz!.. Türban kararının cezasını çekeceksiniz!” diye bağırarak ateş ettiğini iddia ediyordu ama “saldırı”yı başından sonuna kadar bizzat yaşayan Ayfer Özdemir, “Hayır” diyordu; “Katil, hiçbir şey söylemeden ateş açmaya başladı!”

O zaman, sormak gerekmez mi;

Tansel Çölaşan, “orada olmadığı” halde, bu sözleri nereden duydu?!?..

Yoksa, o sözler;

Kendisine “ezberletildi” mi?!?..

Ona da, bu sözleri söylemesi “görev”i mi verilmişti?!?..

NAGEHAN ALÇI’NIN DERDİ NE?

Her neyse... Biz gelelim Nagehan Alçı’nın sözlerine... Nagehan Hanım, bütün bu “süreci” bilmez mi ki; hâl⠓Vakit’in hedef gösterdiğini”, bunun da “gazetecilik” olmadığını iddia ediyor?..

Ahmet Kekeç, ısrarla; “Ne yani Vakit’i asalım mı?” diyor, Nagehan Hanım ise; hâl⠓hedef gösterme”de ısrar ediyor.

Hemen söyleyelim;

Gazeteciliğin nasıl yapılacağını Nagehan Alçı’dan öğrenecek değiliz!..

Onun gibileri cebimizden çıkarırız!..

Yalnız, anlayamadığımız bir nokta var... Nagehan Hanım’ın “Vakit’le derdi” ne?..

“Paşasının Başbakanı” diyerek Tayyip Erdoğan’ı aşağılayan, Leyla Zana’nın “Bize özerklik yetmez” sözlerini manşete çeken ve son olarak da “Devletin Kürt halkını bombaladığını” iddia eden Taraf gazetesini yere-göğe sığdıramayan ve “Taraf’ın gazeteciliği”ne övgü yağdıran Nagehan Alçı’nın, bir “kuyruk acısı” mı var ki, Vakit’e çamur atmaya yelteniyor?..

Aslında, bir “kuyruk acısı” var!..

Daha düne kadar “sıradan bir daire”de otururken, bugün “rezidans” konforunda bir evde oturduklarını yazdığımız için mi diş biliyor bize?..

Yoksa;

“Eşine, emniyet tarafından tahsis edilen koruma”yı, kendisinin “şoför” olarak kullandığını, hatta evde, bir “aşçıbaşı” gibi yemekler yaptırdığını “deşifre” ettiğimiz için mi öfke duyuyor bize?..

Bize bu kadar “kin ve öfke” duymasının bir “özel sebebi” olmalı!..

Bu “öfke”sini, “Başbakan Erdoğan’a yakınlığı” ile bilinen “Kanal 24 ekranları”ndan dile getirdiğine göre; “hıncının dozajı” büyük olsa gerek!..

ALTINDA İHANET ÇETESİ VAR!

Öyle ya, Nagehan Hanım, bilmez mi ki; Emniyet Genel Müdürü Gökhan Aydıner, olaydan sonra yaptığı açıklamada; “Danıştay’a saldırı olayı, bir kişinin fevrî tavrı değil, örgüt işidir” derken, Başbakan Tayyip Erdoğan da; “Bu olay, kanlı bir komplodur!.. Bu saldırı, açık bir provokasyondur!.. Kanlı komplonun altından ihanet çetesi çıkmıştır!” demiştir...

Söyleyin Allah aşkına;

“Başbakan” bile bunları söylerken, Nagehan Hanım, hem de “Başbakan’a yakınlığı ile bilinen bir kanal”da; Taraf’ı kutsarken, niye Vakit’e çamur atmaya çalışmaktadır?..

Ne yani, Vakit o haberdi vermeseydi, “Danıştay cinayeti” işlenmeyecek miydi?..

“Saçı kısa, dili uzun” Nagehan Hanım şunu bilmeli ki; Vakit o haberi yapmasaydı da, o “cinayet” işlenecekti...

Zira, ülkeyi “darbe ortamı”na hazırlamak isteyenler, “en ince detayları” bile hesaplamışlar; “Bir taşla, birkaç kuş vurmayı” bile plânlamışlardı!..

Ama, şunu bilmiyorlardı;

“Allah’ın da bir plânı” vardı!..

Bu planı hesap edemedikleri için ellerine-yüzlerine bulaştırdılar!..

GÖRÜNTÜLERİ SİLEN 2 KİŞİ!

Uzun lâfın kısası;

Nagehan Alçı, bütün bunları “bilmiyor” ise, küstahça konuşmamalıdır!..

Yook “biliyor” ise, o zaman “daha başka şeyler” düşünürüm!..

Nagehan Hanım’a, bu “küçük hatırlatma”yı yaptığımıza göre, gelelim “OYAK’a baskın” olayına...

“Adlî tıp uzmanları” der ki;

“Hiçbir cinayet kusursuz değildir!.. Bütün katiller, geride mutlaka bir iz bırakırlar!”

Elbette, Danıştay cinayeti de “kusursuz” değildi!.. Bütün “ince plânlama”lara rağmen, geride “bir sürü delil” bıraktılar!..

İşte “5 yıl 231 gün sonra” OYAK’a düzenlenen baskında ele geçirilen son delil!..

Malûm, Savcı Muammer Akkaş’ın yürüttüğü soruşturma kapsamında “9 kişi” gözaltına alındı... “Gözaltına alınan 9 kişiden ikisi” kimlerdir, biliyor musunuz?..

O 2 kişi; “Danıştay’ın güvenlik kameraları”nı “arızalı” olduğu gerekçesiyle söküp götüren, sonra da, “saldırıdan bir gün önceki ve saldırı günündeki görüntüleri silen kişiler”dir!..

Yani, kameralarda “arıza” falan yoktur, kameralar “silinmek” ve hatta “yeni görüntüler eklemek” için götürülmüştür!..

Ne var ki, yine çuvallamışlardır.

Çünkü, “TÜBİTAK’ın raporu”nda da belirtildiği gibi; 22 Mayıs 2006 tarihli “5 dakika 7 saniyelik görüntü”de, bir büro içinde, “2 kişi” çalışmaktadır!..

O büro, “OYAK Savunma ve Güvenlik Şirketi”nin bürosudur!.. 2 kişi de, “görüntüleri silmeye” çalışan kişilerdir!..

İşte, gözaltındaki o iki kişi, bu kişilerdir!..

AZMETTİRENLER KİMLER?

Onların konuşması halinde, “Danıştay cinayeti”nin kimler tarafından “organize” edildiği de ortaya çıkacaktır!..

Tamam; Alparslan Arslan bir “tetikçi”dir ama onu “azmettiren” kimlerdir?..

Bugünkü manşetimizde de okuyacağınız gibi; Alparslan Arslan’ın babası; “Oğlum yalnız değildi!.. Yanında birileri vardı” dediğine göre, o “birileri” de açığa çıkarılmalıdır!..

Haa, bu arada; “apar topar karar” verip, işin “siyasî” boyutunu “örtbas” eden dönemin hakimi Orhan Karadeniz’in ifadesine de başvurulmalıdır!..

Bakalım, o, olayın neresinde?..

Belki de “masum”dur!..

Ama, mutlaka ifadesi alınmalıdır!..

Özetleyecek olursak;

“Danıştay Cinayeti Dâvâsı” bitmiş değildir... Henüz yeni başlamaktadır!..

Biz “çiğ” yemedik ki, “karnımız” ağrısın!.. Bakalım, gerçekler ortaya çıkınca Nagehan Alçı’nın “vicdanı ağrıyacak” mı?..

Bekleyip, göreceğiz!..

Haa, son bir söz:

Onlar, “28 Şubat süreci”nde kumda oynarken, bu gazete, ülkenin üzerinden geçmeye çalışan “silindir”e, hem de “tek başına direnen bir gazete”ydi!..

Bugün, kimse bize; “Demokrasi havariliği” yapıp da, “özgürlük” mavalları filan okumasın!..

Biz, o günlerde, kimin “hangi tarafta” olduğunu çok çok iyi biliriz!..

Sahi; “Nerede Kalmıştık?”

“Rezidans”ta mı?!?..

Daha fazla konuşturmayın beni!..

===========

Adama böyle “gaz” verirler!

Bu işler, hep böyle yürür... Meselâ, “tirajı büyük gazeteler”in yöneticileri, etraflarında kendilerine “rakip” olabilecek “gazeteci”lere derler ki; “Çok iyisin!.. Aslında, bizde çalışacak birisin!.. Bir operasyon yaptığımızda, seni de aramıza alırız!”

Ama, o operasyon bir türlü gerçekleşmez!.. Garibim gazeteci de; “ağzına çalınan bir parmak bal”la umut içinde beklerken, kaybolup gider!..

Aynı durum, “siyasetçiler” için de geçerlidir!.. “Darbe” yapmayı kafalarına koymuş “cuntacı”lar, esamesi bile okunmayan siyasilere derler ki; “Sen bizim Başbakan adayımızsın!.. Hele kenarda bekle, ama hazırlıklarını da yap!”

Garibim siyasetçi, bu “umut”la bekler ve hatta “kadro” bile oluşturur!.. Ama ömrü “beklemek”le geçer!..

Tıpkı Yusuf Erikel ve Cem Uzan’ın beklediği gibi!..

“Asker”lere de “aynı numara” çekilir!..

Onlara da, “rütbe” vaat edilir, “darbe plânı” hazırlatılır!.. Ama Org. Hasan Iğsız ve Albay Dursun Çiçek örneklerinde görüldüğü gibi, bazıları “yem” olarak kullanıldıklarını farkedince “konuşmaya” başlar ve işin ucu “Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ”a kadar uzanır!..

Öyle ya; “Ben yanmışsam, sen de yan!”

Şimdi sırada Alparslan Arslan var... Ona “neler vadedildiğini” bilmiyorum... Ama, belli ki; birileri ona da “gaz” vermiş!.. Bence, o da “konuşmaya” başlamalı ve “azmettirici”leri açıklamalıdır!..

Aksi halde, cezaevinden çıkmaya ömrü yetmez!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi