Cemal Nar

Cemal Nar

Aydın Menderes Ve İmtihan

Aydın Menderes Ve İmtihan

Doğuyor ve ölüyoruz. Mutlak gerçek bu. Ve hepimiz bu doğuş ve ölüş arasında imtihandayız. Bu imtihanın zamanı, zemini, süresi, şekli, keyfiyeti, soruları… bizim elimizde değil.

İmtihanı hem adil, hem zevkli kılan da bu.

Adildir, çünkü doğum ve ölüm herkesedir. Soruların cevabı önceden öğretilmiştir. Şartlar çok değişik olsa da, sonucu değerlendiren Allah Teala aslında cevap anahtarını önceden vermiştir. Yani herkes imtihan sorularının doğru cevabını önceden bilme imkanına sahiptir. Kim dersine ne kadar çalışmış, ne kadar ciddi hazırlanmış ve güzel bir sınav geçirmişse, o kimse, aşağı yukarıda alacağı puanı bilir.

Zevklidir, çünkü bütün sorular birbirine benzese de hiç kimseye aynı soru sorulmaz. Herkesin başkasına çok farklı gibi gelen özel ve orijinal bir imtihanı vardır. İnsan sonucu yine de merak eder durur.

Öğretmenlik yıllarımda yazılı kağıtlarını okuyup puanladıktan sonra öğrencilere tekrar dağıtır, onların da okumalarını isterdim kendi cevaplarını. Bu arada bekledikleri puanı da yazmalarını isterdim benim verdiğimin yanına kurşun kalemle. Benim verdiğim not bile onların verdiği not arasında bir denge varsa kendimi başarılı sayar, sevindirdim. Arada çok büyük fark varsa yazılı kağıdını yeniden okurdum. Ben yanılmış isem hatamı görür, öğrencim yanılmış ise ona izah ederdim. Bazen puanları toplarken eksik verdiğimi görür veya gösterilirsem, notu düzeltirdim.

Şunu demek istiyorum; imtihanda başarılı olup olmadığımızı az çok, biz de biliriz yaşadıklarımızla. Çünkü başkalarına başka başka şeyler söylesek de biz kendi kalbimizi, niyetimizi, maksadımızı, eylemlerimizi, eylemlerimizin ölçü ve kalitesini biliriz. Asla kandıramadığımız iki makam vardır; kendimiz ve Rabbimiz. Aslında bu da imtihanın önemli bir parçasıdır.

Yüce Rabbimizin çok zengin bir soru bankası vardır hayat imtihanında. Bu açıdan rahmetli Aydın Menderes'i düşünüyorum şimdi. Zorlu bir imtihandı onunkisi de. Acaba bu konuda kendisini nasıl hisseder, neler düşünürdü, bilemiyorum. Yazan ve konuşan bir insandı. Belki bunu bir yerde söylemiş veya yazmıştır, ama ben bilemiyorum.

Mesela rahmetli, idam edilmiş bir başbakanın evladı olmaktansa, dağ başında çobanlık yapan bir insanın oğlu olmayı arzu etmiş midir?

Babasının idam sehpasına giden ağır adımlarının görüntülerini kim bilir kaç defa izlemiştir. Yağlı urganın boynuna yerleştirildiği an babasının o mahzun ve duygulu bakışlarını kim bilir ne kadar düşünmüş ve analiz etmiştir. Aman Allah’ım, nasıl bir duygudur acaba o an yaşanan?

Mesela babasının son sözleri olan "kimseye kırgın değilim" derken içinde kabaran duygularını anlamaya çalışırken kendi kalbinde kopan fırtınaları kim bilir nasıl dindirebilmiştir?

Resmini daima başında taşıdığı babasının milletin sevgilisi olmasına rağmen bir darbeyle düşürüldüğünde, sıradan bir insanı bile kahrından öldürecek alçakça yapılan aşağılık hakaretler, fiili tecavüzler, eziyet, işkence ve hakaretler karşısında intihara teşebbüsünü, kim bilir beyninde ne depremlerle içine sindirmeye çalışmıştır.

Kendisi unutmak istese bile, darbenin her yıldönümünde, idamların her yıldönümünde unutmayan medyayı izlerken kim bilir tekrar tekrar ne acılar yaşamıştır. Kim bilir, kendisinin ve akrabalarının başına gelen bu büyük felaket ve musibet karşısında kaç ton gözyaşı dökmüştür!?

Çok zor, çok. Allah kimseye yaşatmasın bir daha bu acıyı!

Merhum Aydın Menderes bir mümindi. İnşallah kader sırrını anlamıştır. İnşallah imanı teselli etmiştir onu. Ben şahsen öyle olduğuna inanıyorum. Çünkü bütün konuşmalarında bu acıyı hazmetmiş, içine sindirmiş, musibetin ecrini bekler, mütevekkil bir tavır gördüm onda. Devleti ele geçiren cuntayı affetmedi, ama devlet ile savaşmadı. Darbe yapan askerleri hiç sevmedi belki, ama ordu ile savaşmadı. Hakimlik kürsüsünde postal yalayan çapsızlara bakarak yargı ile de kavgalı olmadı. İdamlara sessiz kalan halkı anlayışla karşıladı, memlekete küsmedi. Hatta darbenin ikinci ayağı siyasete bile küsmedi. Kolay değildir bu, koca bir yürek ister, engin bir gönül ister.

Aydın Menderes kültürlü bir insandı. Yakinen tanımam. Fakat televizyonlarda konuşmalarını dinlerdim. Açık oturumlarda hem konuşmasını dinledim, hem de tavrını izledim. Bende uyandırdığı intiba şu; okuyan, düşünen ve yazan bir aydın. Ülke sorunlarını biliyor. Yakın tarihi biliyor. Siyaseti biliyor. Sistemi biliyor. İslam'ı da az çok biliyor. Müslümanların sorunlarını biliyor yani. Bu bilgi ile uyumlu bir şekilde at başı giden bir karakter sahibidir. Olgun, vakur, ahlaklı bir insan. Tartışmadan konuşan, üslup sahibi, ciddi, mütevazı, geniş görüşlü, muhatabında saygı uyandıran bir insan.

İtiraf edeyim ki bunlar benim ondan beklemediğim güzelliklerdi. Neden beklememiştim? Ülkenin maarif sistemi malum. Bu bilgiler yoktur oralarda. Bu bilgiler ancak özel eğitimle alınır. Bir de sanırım devletin üst düzeylerinde dolaşmış bir insandan İslami tavırlar beklememek bizim nesilde alışılmış klasik bir anlayışıdır. Ne yapalım, biz hep böyle gördük. Bu gördüklerimizde nadiren yanılırdık.

Bu yüzden merhum Aydın Menderes'i severdim. Beklediğimin üstünde bir kişilikle karşılaşmam, hayretimi muhabbete çevirmişti. Sadece iki tavrına çok şaşırmış ve doğru bulmamıştım. Birincisini yaptığı evlilik idi. Nihayetinde özel bir işti, üstünden hiç durmadım. Ama kaderi ilahi, görünen o ki, bu eş ona zor anlarında hep sadık kaldı, daima yanında oldu ve mutluluk verdi. İkinci şaşırdığım işi de Refah Partisinden ayrılmasıydı. Gelirken, "pazara kadar değil, mezara kadar" demişti. Keşke vefa gösterip sözünde sadık kalsaydı...

Çünkü kendisini aralarında siyaset yapmaya davet eden rahmetli Necmettin Erbakan ona çok değer vermiş, hatta Refah Partisinin Genel Başkan Yardımcısı yapmıştı. Türkiye'nin o zamanki en büyük partisinin Genel Başkan Yardımcısı olarak çok itibarlı bir hayat sürerken aniden yaşanan acı bir trafik kazası rahmetli Aydın Menderes'i felç etmişti. Fakat o gördüğüm kadarıyla hiçbir zaman ye'se düşmedi, kadere sitem etmedi, hayata küsmedi. Bilakis elinden geldiğince fikirleriyle yine de kamuoyunu bilgilendirmeye çalıştı.

Keşke hep böyle kalsaydı. Ülkenin en kargaşa ve karmaşa dolu son yıllarında akıbetinin faydasızlığı belli olan siyasi zikzaklar çizmeseydi. Keşke diyorum ama onu içinde iddialar taşıyan çok siyasetçinin kurtulamadığı bu heves karşısında mazur görüyorum. O günlerde yaşanan yoğun “mahalle baskısını” da işin içine katarsak, tasvip etmesem de anlayışla karşılıyorum.

Güle güle git sevgili Aydın Menderes. Hakkında bildiğimiz kadarıyla hüsn-ü şehadet ederiz. Baban senden daha çok sevilmişti ama sen babandan daha bir bilge kişiydin. İnşallah ruhlarınız kavuşmuştur, inşallah sarmaş dolaş olmuşsunuzdur. Sevgilerimiz, dualarımız ve fatihalarımız sizinlerdir.

Allah rahmetiyle muamele buyursun, sizlere de, bizlere de.








Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi