Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Tesbih Çekenlerden misiniz?

Tesbih Çekenlerden misiniz?

Akrabadan “kırık ayak adamı” özentili birkaç gencin elindeki tesbihi şak şak ettirerek ve parmaklarıyla parende attırarak çekmelerine huylanıp, usulünce tesbih âdabını anlattımsa da içime sinmedi. Onlardan ayrılırken, kendi kendime “ey yoz adamlar tesbih öyle çekilmez, yazayım da görün!” dedim ve o günün gecesinde bir demlik çay eşliğinde işbu vecidli tesbih yazısına başladım.

“Tesbih bir kere tutulunca kolay kolay bırakılmayan bir sevdadır” diyenlerin hangisine dahilsiniz? “Bir sevdadır tesbih” diyenlerin meşrebleri çeşitlidir. Ham ervahtan olanlar, ehl-i irfandan olanlar var. Tesbihi magandalık sembolüne dönüştürenler var. Adam gibi, mümin gibi tesbih çekenlerden olmak için elbette “abdestli olarak tesbih çekmenin sevabı ve ihlâsı yüksektir.”

Oltu, kehribar, gümüş, lületaşı fildişi, abanoz, sedef, akik, firuze gibi maddî kıymeti olan tesbihlerden koleksiyon yapanlar, acaba tesbihin İslâmî geçmişi ve dua halkasından olduğuna dair mâna zenginliğiyle de hemhâl oluyorlar mıdır? Yüzlerce çeşit tesbihi olanlar, yaptıkları tesbih koleksiyonunu evlerinde ve bürolarında sergileyenler, ulvî istikamette tesbih tâlimi yapsalar, süs gibi biriktirdikleri tesbihlere bakışları değişecek midir? Bir tesbih mütehassısı ve sevdalısı olan şair dost Hasan Ejderha’ya sorsam acaba ne der?

Bir kitaptan okumuştum; yol boyunda elindeki tesbihi ile tesbihat yapan bir derviş, kucağında elma olan bir kızcağıza rastlamış. “Nereye götürüyorsun bunları” demiş. “Tarlada çalışan nişanlıma götürüyorum” demiş. Derviş, “kaç tane” demiş. Kızcağız, “insan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” deyince, derviş usulca kırmış elindeki tesbihi.

Ehl-i irfanın dediği gibi, tesbih çekmek “öyle hesaba falan gelmez, kâr-zarar hesabıyla tesbih çekilmez.” Öyle ki, tesbih çekmek ciddî bir ameliyedir.

“TESBİH ÇEKEN AYRI, TESBİH SALLAYAN AYRIDIR”

“Parmaklardan gönüllere tesbih açan tesbih gönüllülerine”, tesbih muhibbi olanlara, efelik ve fiyaka olsun diye tesbih çekenlere şu mısraları takdim ederim: “Tesbih, sabır terbiyecisi hayatın tane tane öğreticisi / Künhüne vakıfsan emanet et nefsi zay etmezsen bir tanesini.”

Ehl-i irfana göre tesbih, “çekmesini bilenlerin kalbine mânevî bir ilaçtır.” Âriflerin dediği gibi, “Tesbihin taşlarını bir şıkırdatma vasıtası değil, dua taneleri” yapanlardan olmak gerek. Elinde süslü tesbih tutanlara derim ki: Allah’ın doksan dokuz esmâsını tesbih edenlerden misiniz? Âciz nazarımda en kıymetli tesbih şüphesiz namazdan sonra çekilen tesbihtir.

Siz hangi tür tesbih çekenlerdensiniz? “Taklidî tesbih” çekenlerden misiniz? Yoksa “Tahkikî tesbih” çekenlerden mi? “Taklidî tesbih” çekmek, insanın vecibelere uyarak, Allah’ın çeşitli lafzını tekrar etmek ve şuuruna ermek için yapılan tesbihattır.

“Tahkikî tesbih” çekmek, insanın söylediğinin şuuruna ve mânasına ermiş olarak yaptığı tesbihattır. Tesbihat sırasında Allah’ı birçok mânasıyla, ilham ve keşf yoluyla anlamaya çalışan ehl-i irfanın yaptığı tesbihattır.

CEDDİMİZ, “İKİ BİN, ÜÇ BİN DÜĞÜM ATILMIŞ TESBİHLERİNİ ÇEKİP BİTİRMEDEN UYUMAZLARDI”

“Esmâ’yı tesbih etmek, yiğitliğin, müminliğin harcıdır” diyor ehl-i dilden bir zat. Alışkanlık olarak elinde tesbih taşıyanlar, malayânî olarak tesbihle vakit geçirenler tez elden tesbihat tâlimine girmelidirler. Müslüman ceddimiz, “geceleri iki bin, üç bin düğüm atılmış tesbihlerini çekip bitirmeden uyumazlardı.” Bu fakirin anacığı eğer hastalığı artmazsa ömrü tesbihatla geçen bir tesbih ehlidir ki, çok zaman tesbihine attığı düğümü tamamlamadan yattığı vâki değildir.

Tesbihin tanelerinin ipe dizilip elde dolaştırılmasına bidat diyen zâhir âlimlerinin, Hasan-ı Basrî Hz.lerine “siz bu yüksek şânınıza ve yüce makamınıza rağmen yine de elinizde tesbih mi bulunduruyorsunuz?” demesi üzerine, “biz bu yolun başında iken bunu kullandık ve onun sebebiyle yükseldik. Şimdi işin sonuna gelince onu bırakmaya tahammülümüz yoktur.”

Tesbihin faziletleri çoktur. İmam Rabbânî Hz.leri, “Namazda kusurlar, çekilen tesbih ile örtülür.” Hz. Peygamberimiz, yaşlı bir kadının, tesbihleri çekirdeklerle saydığını görmüş, fakat yasaklamamıştır. Efendimiz (s.a.v)’in bu tavrı, ibadete ait tesbihleri taşla, çekirdekle ve ipe dizilmiş maddî tesbihlerle çekmenin câiz olduğunu gösteriyor.

Namazlarda tesbih çekenlere Efendimiz (s.a.v.)’in müjdesi var: “Kim namazın ardından otuz üç kere Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahüekber derse affolunmuştur.”

“KEHRİBAR TESBİHLE DÜŞMANA KARŞI DURUYORUM”

“Tahkikî Tesbih” yâranlarından gönül dostum İsmail Göktürk tesbih çekenlerle ilgilendiğimi bildiği içindir ki, yazar Mustafa Nezihi’nin “Kehribar Tesbihle Düşmana Karşı Duruyorum” yazısını, gurbetten dönen bir dostun gelişini müjdeler gibi dosthaneme postalamıştı. Yazının daha başlığını okur okumaz, “bu yazıyı yazan, fakirin hâl yoldaşıdır muhakkak” dedim. Kelimelerinden anladım bunu. Gönüllere şifa niyetiyle takdim ediyorum:

“Bir tesbihiniz olsun sizinde. Allah’a yaklaştıran, modernizmden uzaklaştıran bir tesbih. Tesbih iyidir demiştim, bir sarı kehribar tesbih elime geçtiğinde. Beni zikre zorluyor, Sübhanallah diyorum; eksiklikten münezzeh Allah’ı anıyorum. Elhamdülillah diyerek O’na şükrediyorum. Elim bu tesbihe her gittiğinde, bana bu tesbihi hediye eden zat sebebiyle Nakşî silsilenin ulularını hatırlıyorum. Özelikle Cumhuriyet döneminde ve sonrasında Müslümanlara reva görülen eziyetler boynumu büküyor. Bilincimi tutuyor bu tesbih. Beni artistlik yapmaktan alıkoyuyor. Diyelim ki otobüste ayaktayım. Kitap okumak çok zor. Elim cebime dalıyor, o sarı kehribarı kavrayıp çıkarıyorum. Dilim dönmeye başlıyor. Lâ ilâhe illallah... Ortamdan kopuyorum. Sıkıntı ve zorluğun etkisi azalıyor. İnsanlar flulaşıyor. Dışarısı güzelleşiyor. Bir mübârek zatın elinden elime bir kehribar tesbih düşmüşse, bu tesbih inanılmaz bir zikr ü tesbihat bereketi getirmişse: o tesbih iyidir. Bu tesbih için Allah’a şükredilir. Fahri Baba bir tesbih uzatıyor. Zeytin çekirdeği 99’luk. Her birinin çizgileri birbirinden farklı bu doksandokuz tanenin sırlarını anlatıyor bana. Esmâ’ül- Hüsnâ diyor, 99 diyor. Bu tesbihi çektikçe her bir esmânın tecelligâhı oluyor mürid. Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmış oluyor. Kemâl mertebelere uruc ettikçe zeytin çekirdeğinin izleri kayboluyor. Yani o tesbihi çektikçe esmâ ile bütünleşiyorum. Parmaklarım her taneye değdikçe bir halkanın, bir dairenin verimli dönüşüne katılmış olacaksın. Lâ ilâhe illallah dedikçe yaşadığınızın farkına varacaksınız. Bu tesbihte inanılmaz lezzetler var. Derin anlamlar var; niyetiniz sahih olursa. Bir tesbihiniz olsun sizin de. Fazla modern olmazsınız böylece. Modernizme küçük bir meydan okuma olabilir o 33 tane. Hele bir de Allah dedirtiyorsa.”

“AKILLI, AKILSIZ BÜTÜN VARLIKLAR ALLAH’I TESBİH EDİYOR”

Okuduğum kitaplardan anladığım kadarıyla, “tesbih” kelimesi “sebh” veya “sebeha” kökünden türemiştir. Sebh, “karada, suda, havada hızlı şekilde ilerlemek, koşmak, yüzmek ve uçmak mânasına geliyor. Güneş ve ayın gökyüzündeki hareketleri ve bunun neticesi olarak gece ve gündüzün birbirini takip etmesi, âyette belirtildiği üzere “yesbehûn” kelimesiyle ifade edilmiştir. Ayrıca, âyette geçen “koşan atlar” ifadesi tesbih kelimesinden türeyen “es-sâbihat” kelimesinin bir başka mânasını taşımaktadır.

Âyetlerde geçen “Allah’ı, eş ve çocuk edinmek gibi noksan sıfatlardan tenzih etmek” mânasına gelen “Sübhan” kelimesi tesbih kökünden türeyen bir kelimedir. Tesbih kelimesi, “Allah’a ibadette hızlı davranmak” mânasına geldiği gibi, sözlü ve fiilî ibadetleri ihtiva eden bir kavram olarak da ifade ediliyor. “Hamd” kelimesi de tesbih kökünden gelen kelimelerle birlikte kullanıldığında “Allah’ı tazim ederek ve yücelterek övmek” anlamına geliyor.

Kâinattaki bütün akıllı, akılsız varlıkların kendilerine mahsus bir dille Allah’ı tesbih ettiği, âyetlerle sabittir. İsrâ Sûresi 44. âyetinde “yedi göğün, yerin ve her şeyin Onu överek tesbih ettiği; fakat insanların bunu anlamadığı” buyrulmaktadır. Bu âyetin bir tefsiri şöyle: “Göklerde ve yerde bulunanların, kanatlarını çırparak uçan kuşların Allah’ı tesbih ettiklerini görmedin mi? Her biri kendi duasını ve tesbihini bilmiştir. Allah, onların ne yaptıklarını bilmektedir.”

Nûr Sûresi 41. âyetinde “bu varlıklardan her birinin kendine mahsus bir dua ve tesbih tarzının olduğunu...” okuduğumda tesbihata alâkam arttı ve tesbih âdabını eksik bildiğime üzüldüm. Neml Sûresi 16. Âyetiyle ilgili bir tefsirde “Hz. Süleyman’la konuşan hüdhüd, bülbül, tavus gibi kuşların ötüşlerinin ‘tesbih etmek” mânasına geldiğini öğrenince, tam mânasıyla tesbih çekmeyi bilmediğimi fark ettim.

Tesbihle ilgili âyetlerin tefsirinin hülâsası olan şu ifadeler, tesbihi bütün mânasıyla öğrenmeme yetmişti: “Her Şey, kendisini meydana getiren Allah isminin mânasının ortaya çıkışına vesile oluşu yönüyle her ân, daimi olarak O ilahî mâna çevresinde dönüp durmaktadır ki, işte bu durum o varlıkların sürekli tesbihidir. Yani ‘Her Şey’ kendisini meydana getiren ‘İsmi’ tesbih ederek kulluğunu ifa eder.”

“Kurbağaların öldürülmemesini, çünkü onların vıyaklamasının tesbih olduğunu” tembih eden Efendimiz (s.a.v), bir mezarlıktan geçerken iki mezarın üzerine, bir yaş hurma dalı alıp ikiye bölmüş ve bu mezarların üzerine dikerek şöyle buyurmuş: “Umulur ki, bu iki dal kurumadıkları sürece onların azabını hafifletir.”

Âlimler, bu hadisi, “Bu iki dalın yaş oldukları sürece tesbih edeceği, böylece mezardakilerin azabını hafifleteceği, dallar kuruduğu zaman ise, tesbihlerin kesileceği...” şeklinde şerh ediyorlar.

Ebu Zer Gıfârî Hz.leri, “Hz. Peygamberin eline aldığı çakıl taşlarının, arı vızıldamasına benzer bir şekilde tesbih ettiklerini” rivayet ettiği malumdur.

“SU, AKTIĞI MÜDDETÇE TESBİH EDER”

Okuduklarımın içinde kalbimi tesbihata yönlendiren kuvvetli bir nasihatte şuydu: “Hiç biriniz, hayvanını, öküzünü ayıplamasın. Çünkü her şey Allah’ı hamd ile tesbih etmektedir. Toprak ıslakken tesbih eder, kuruyunca tesbihi bırakır. Yaprak ağaçta iken tesbih eder, kuruyup yere düşünce tesbihi bırakır. Su, aktığı müddetçe tesbih eder. Elbise yeni iken tesbih eder, eskiyince tesbihi bırakır. Vahşî hayvanlar ve kuşlar bağırdıkları zaman tesbih ederler, susunca tesbihi bırakırlar. Suyun şırıltısı, kapının gıcırtısı tesbihtir.”

Âyet ve hadislerden hareketle âlimlerin şu yorumuna ağyar kalanlar ne kadar hamdır: “Varlıkların hepsi farklı dillerde Allah’ı tesbih etmektedir; fakat onların tesbihini kalp kulakları açık olanlardan başkası duyamaz ve anlayamaz.”

Demek ki, âlemdeki birçok varlığın tesbih ettiğini ancak keşf erbabı anlıyor. Ehl-i Sünnet âlimleri “cansız varlıklar için tesbihin mümkün olduğunu”, mutasavvıflar ise, “sıradan insanlarla keşf ehli arasında; zâhir ehliyle keşf erbabı arasında, varlıkların tesbihini anlama konusunda farklar olduğunu” belirtiyorlar.

İbn-i Arabî Hz.leri, “Hz. Peygamberin elinde taşların tesbih ettiğini bildiren hadisle ilgili ‘taşların günümüzde de tesbihe devam ettiğini, fakat bunun bütün insanlar tarafından duyulmadığını, ancak kulakları (kerâmet vasıtasıyla) zâhiri aşma kabiliyetine sahip olanların bu tesbihi duyabildiğini” naklediyor.

Hâsılı, elimizde tuttuğumuz tesbihi sıradan bir eşya gibi görmemek ve Kur’ânî anlamını elden bırakmamak lâzım.



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi