Cemal Nar

Cemal Nar

Vesayetçi Siyaset 7

Vesayetçi Siyaset 7

Vesayetçi siyaset, seçilmişlerin yaptığı siyasetin, devlet organlarında çalışan seçilmemişlerin denetimi altında yapılmasıdır. Vesayetçi sistem de, seçilmişlerin seçilmemiş devlet organlarının denetimi altında bulunduğu sistemdir.

Bu ülkede sistem ve siyasetin ne kadar vesayetçi olduğu artık gün gibi ortadadır. Buna rağmen bu yapıya demokratik denmesi yalan ve dolandan ibarettir. Mızrak çuvala sığmıyor artık. Bunun ayıbını ilgili herkes kabullenerek elinden geldiğince bu komediye bir son vermelidir. Fakat görülen odur ki herkes rolüne az çok alışmış ve ayıbı kanıksayarak içine sindirir hale gelmiştir.

Ancak gerçek şudur ki bu gidişat sürdürülebilir bir vaziyet değildir.

Bir kardeşimiz soruyor: “Siyasete girmemek bir erdemmi? siyasete girmeyişinizi; allandıra-pullandıra sebeplendiriyorsunuz. madalyamı bekliyorsunuz? zaten bu hallere düşmemizin sebebi birazda sizin gibi düşünenler değilmi? şu mecliste 300 tane c. nar olsaydı durum daha farklı olmazmıydı?madem siyasetle olmaz neden kıyam etmiyorsunuz?”

Okuyucularıma “madalya beklentisi” vermişsem ayıp etmişim. Bu beni utandırır. Amacım o değildi ama bu sözden bir ders aldım.

Anlatmak istediğim şu; “bu sistem 300 fakir gibi düşünenleri siyasette taşıyamaz.”

Sistem bunu önceden hesap etmiş ve gerekli tedbirlerini baştan almıştır. Bir kere buna baştan izin vermezler.

Bu tür insanlar velev ki Meclise girseler bile ancak bir dönem vekillik yapabilirler. İkinci dönemlerinden önce siyasi hayatları çoğunlukla biter. Sebebini sistem ve siyaset üzerinde azıcık düşünenler rahatlıkla bulabilirler.

Nasıl mı?

İsterseniz bir iki hatırlatma yapalım.

Ya Şevki Yılmaz gibi davası uğruna gittiği sürgünden dönünce gidip partiye “emrinizdeyim” dese bile “sen git hasta anana hizmet et” der, kibarca uzaklaştırırlar. Ananız ölse de bir daha çağırmazlar. (Bu bilgiler onunla yapılmış bir söyleşiden alınmıştır.) Çünkü geçmişte söylenen sözler hala karanlık odalarda mahfuzdur ve zamanı gelince kaos için kullanılacaktır. Bundan korkmalarını anlayışla karşılamak gerekmez mi?!

Ya Hasan Mezarcı gibi doğruları söyleyince bütün kapılar yüze kapanır, her yerden dışlanılır, dostlar düşman olur, cezai ehliyeti olmasın diye koca müftülerin adı “mehdi” diye “deliye” çıkar. Bütün parti teşkilatlarına “konuşturmayın, davet etmeyin, gelirse partiye almayın, yüz vermeyin” diye haber gider.

Ya parti başkanlığına aday olunca bütün teşkilatlara haber verilerek dışlanan, konuşturulmayan, çareyi kopmakta bulan Abdullah Gül gibi olurlar.

Ya Melik Fırat gibi birinci sırada milletvekili adaylığı sözüyle naz ve niyaz içinde davet edilir, ama seçimde hiç de seçilemeyecek bir yere itilirler. Allah bilir hangi güçler devreye girmiş, karanlık odalardan hangi dosyalar inmiş, partiler nelerle tehdit edilmiştir ki verilen sözler unutulmuştur. Yaşanan gerçekler ile vesayetçi siyaset işte budur, istesen de istemesen de. Arkadaşım da kalkmış saf saf “şöyle 300 tane olsa fena mı olur?” diyor. Evet, fena olmaz, ama olması da mümkün olmaz. Gerçek bu!

Ya Kadir Mısıroğlu gibi davet edilse de ağırlığına dayanılmaz ve sessizce yokluğa mahkum edilir…

Örnekleri o kadar çoktur ki, saymakla bitmez!

Evet, ormanlar kralı aslanlar gibi bilgi ve hikmet yüklü ilkeleri ile kimseye yağcılık ve dalkavukluk yapamadan hür yaşayan bu bilge kişiler (kendimi bunlardan hariç tutarım, keşke olsaydım ama ben böyle birisi maalesef değilim) edindikleri ilkeleri ile bu işi ancak bir kere ya yapabilir, ya yapamazlar.

Ondan sonra onları “her doğru her yerde söylenmez” güzel sözünü de delil getirerek ya “tu kaka” kovalarlar, ya da sessizce yokluğa gömerler. Bu ülkede siyaset böyledir.

Bu yüzden bunu en iyi bilenlerden Demirel, siyaseti rodeo’ya, yani vahşi ata binmeye benzetmiştir. Sadece onun yiyip bitirdiği değerleri şöyle bir aklınıza getiriniz, hak verirsiniz.

Kimse alınmasın, bu sözlerim siyaset yapanları suçlama, onların kalitesini taşlama falan değildir, bu onların bizden daha iyi bildiği siyasetin var olan acı gerçeklerdir. Bu işi yapanlar da fincancı katırlarını ürkütmeden bilerek böyle yapıyorlar. Bu işler, hizmet için çekilen çilelere sabırla katlanma kahramanlığı mıdır, yoksa şan, şöhret, makam ve iktidar hırsı hastalığından mıdır? Bunu ben ne sorayım, ne de karar vereyim, zira herkes kendini bilir, cevabını vicdanına versin, yeerlidir.

Her ikisi birden de olabilir. Ya da her ikisinin insanları da olabilir. İsterseniz biz bir hüküm vermeyelim de değerlendirmesini insanlara bırakalım, olmaz mı?

Yeri gelmişken bir önceki yazımızda ifade ettiğimiz konuyla ilgili bir tespiti tekrar düşünelim: Siyasi partiler de büyük bir kurumdur ve içlerinde her cihetten birlik olmayabilir. Hele Türkiye gibi derin güçlerin etkin olduğu ülkelerde Allah bilir kimlerin aday kontenjanları ve veto hakları vardır. Siyasetten uzak olduğumuz halde okuduklarımız, duyduklarımız nice gerçekler vardır. İşte Ergenekon Davası sebebiyle 28 Şubat sonrasının ayağa düşen gizli görüşmeleri, telefonlar, tehditler, vetolar, müdahaleler, hatta cinayetler ortada.

Bunlara bir de yakın tarihte politika yapmışların hatıratlarını ekleyiniz, neler görürsünüz neler?

Evet, siyaset her zaman “dışı kalaylı” ama “içi vayvaylı” bir kurumdur.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi