D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Tanpınar “Cumhuriyet aydını” mı, “Cumhuriyet devri aydını” mı?

Tanpınar “Cumhuriyet aydını” mı, “Cumhuriyet devri aydını” mı?

Dünki yazımızı, Ahmet Hamdi Tanpınar’la ilgili vefatının 50. yılı dolayısıyla Ankara’da düzenlenen toplantıya ayırmıştık.

Bugün niyetimiz başka mevzulara girmekti. Fakat, bir basın kazası ile karşı karşıya kalınca, bir yazımızı daha Tanpınar’a haşretmek zarureti hasıl oldu.

Önce “kaza”dan söz edelim. Dünkü Zaman gazetesinde konuyla ilgili bir haber çıktı. Hayli ayrıntılı olan bu haberde, bizim bu toplantıda sunduğumuz tebliğe atıf vardı:

“Toplantıda birbirini tamamlayan bildirilerin yanında birbirine muhalif görüşler de aktarıldı. ‘Cumhuriyet Aydını Olarak Tanpınar’ başlıklı bildirisinde Mehmet Doğan, onun ‘Cumhuriyet aydını’ olduğunu ileri sürerken, bir karşıt görüş de onun aslında “Cumhuriyet dönemi aydını” olarak telakki edilmesinde birleşti. Tanpınar’a ait görüşlerinde değişik bakış açılarının altı çizilirken tıpkı Tanpınar’ın etrafındaki algı farklılıklarında olduğu gibi her iki tercihte de haklı yönlerin olduğu belirtildi.”

“Basın kazası” dediğim işte bu! Çünkü ben sözü edilenin tersini savunan bir bildiri sunmuştum. Tabii 12 sayfalık bildiriyi buraya taşımak mümkün değil, sadece konuya açıklık getirecek bazı bölümlerini aktarmakla yetineceğim:

Konu başlığımız “‘Cumhuriyet aydını’ olarak Tanpınar.” Dikkat edilirse, “Cumhuriyet aydını” tırnak içindedir. “Cumhuriyet aydını” ile kesinlikle “Cumhuriyet devri aydını” denilmek istenmemiştir. Burada bir kavram tartışması açmak niyetinde değilim. Tanpınar’ın “Cumhuriyet aydını” yönünü tek cümle ile ifade etmek istiyorum: Tek partici, demokrasiye soğuk, Millî Şef İsmet İnönü muhibbi ve 1960 darbesinin alkışçısı...

Üstadı Yahya Kemal (vefatı 1958) ile Tanpınar, neredeyse Cumhuriyet tarihinin kırk yılında birlikte yaşamışlardır. Üstadının ölümünden birkaç yıl sonra Tanpınar da bu dünyaya veda etmiştir (1962). Yahya Kemal eserlerini büyük ölçüde Cumhuriyet döneminde vermiştir. Eserlerin kitap hâlinde yayınlandığını görmeden, vefat etmiştir. Fakat, Yahya Kemal için “Cumhuriyet aydını” nitelemesi yapılabilir mi? O Osmanlı geçmişine rağmen, Cumhuriyet döneminin bir aydını, şairi, yazarı olarak kabul edilmelidir. Ama “Cumhuriyet aydını” olarak tavsifi mümkün değildir.

Tanpınar da, “Mektuplar”ı yayınlanıncaya kadar, onu sadece şiirlerinden, hikâyelerinden, romanlarından, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nden tanıyanlar için bir “Cumhuriyet devri aydını” idi. Okuyucuları Tanpınar’ın mektupları yayınlandıktan sonra onun “Cumhuriyet aydını” yüzünden haberdar olmuştur. Bu arada, 1960 darbesinden sonra yayınlanan yazıları da dikkatleri çekmeye başlamıştır.

Bu Tanpınar, büyük eserlerinden tanıdığımız bir şahsiyet değildir! Âdeta başka, birincisiyle taban tabana zıt bir Tanpınar vardır. Bunların hangisi gerçek Tanpınar olabilir? “İnsan eserindedir”, dersek, esas olarak birinci Tanpınar gerçektir. Mektupları, hatıraları ve sözünü ettiğimiz yazıları ise, bu Tanpınar’ı yalanlamaktadır. Bir şahsiyet meselesi ile, kişilik problemi ile karşı karşıya olduğumuzdan şüphe yoktur. Çünki, birbirini nakzeden, iki farklı yazar tarafından kaleme alınmış hissi uyandıran metinler vardır elimizde.

Elbette bu dikkat çekici durum, Tanpınar üzerinde çalışanların da zihnini meşgul eden önemli konulardan biridir. Tanpınar’ın İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden talebesi olan ve onun hayatı ve eseri üzerine bir çok çalışması bulunan M. Orhan Okay, “Bir hülya adamının romanı Ahmet Hamdi Tanpınar” isimli kitabının sonuna aldığı iki yazıda bu mevzuyu ele almaktadır.

Orhan Okay Hoca, Tanpınar’ın bu yönünü günlük siyasete olan meyline bağlar. Bu eğilimini, Erzurum’daki ilk hocalığı yıllarına kadar götürür. Erzurum’da konuşma fırsatı bulduğu Mustafa Kemal Paşa’ya genç Ahmet Hamdi medreselerin kapatılması konusunda sonradan çelişeceği sözler söyler. Tek parti döneminde milletvekili olmak ister ve bu konuda Erzurum’dan tanıştığı Cevat Dursunoğlu’na, Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’e mektuplar yazar. Meclis’in 7. Döneminde onu TBMM’de Maraş meb’usu olarak görürüz. Bu sıralarda Ankara Halkevi’nin Ülkü dergisinde ve CHP’nin yayın organı Ulus gazetesinde yazılar yayınlar.

Orhan Hoca, onun Ülkü dergisinin Ocak 1945 sayısında yayınlanan “Yılbaşında düşünceleri” yazısında geçen “Büyük Şef’in siyaseti bizi bu âfetten (2. Dünya Harbi’ne girmekten) kayırdı” cümlesinin “bir Kızılderili filminin diyaloglarını çağrıştırdığı”nı söyler! Bu dergide yazdığı “Anayasa’nın türkçeleştirilmesi” yazısında dile yapılan zecrî müdahaleyi alkışlamasını da kaydeder. Orhan Hoca, Tanpınar’ın 1949’da bir mülakata verdiği cevapta ve Hasan Âli Yücel’e yazdığı 1959 tarihli bir mektupta tamamen zıddı fikirler ileri sürdüğüne dikkat çeker. Fakat bu konuşma ve mektup onun ikbâl mevkiinde olmadığı zamanlara aittir.

Orhan Okay, Tanpınar’la ilgili değerlendirmesinde 1960 darbesinden sonra yayınlanan bazı yazılarına asıl ağırlığı verir:

“Fakat Tanpınar’ın asıl politik ve daha kötüsü zalimane tavrı 27 Mayıs hükümet darbesi üzerine yazdıklarıdır. ‘Suçüstü’, ‘Yakın Tarihimiz üzerine dikkatler’ ve ‘İçtimaî cürüm ve insan adaleti’ başlıklı yazıları onun bibliyografyasına olduğu kadar biyografisine de çamurlanmış sayfalar halinde girecektir.”

Orhan Hoca, Tanpınar’ın 1960 darbesinden sonra bu yazıları yazmasını, bir fırsatını bulup İsmet İnönü’yü ziyaret etmesini, o sıralarda teşkili düşünülen Kurucu Meclis’te yer almak arzusuna bağlar. Orhan Okay Hoca’nın altını çizdiği “siyaset hevesi veya temayülü” müessirini elbette önemsiyoruz. Fakat Tanpınar’ın daha derin, şahsiyetinin oluşum dönemi ve geçmişi ile alâkalı sebeplerle de böyle davranmış olabileceğini düşünüyoruz.

Burada bir ayraç açıp, şu görüşümüzü paylaşmak istiyoruz: Konformist Tanpınar’ın, “Cumhuriyet aydını” Tanpınar’ın söz edilmeye değer bir yanı olabilir mi? Tanpınar, sırf bu fikirleri ifade eden bir şahsiyet olsa idi, bugün onun hakkında konuşuyor olur muyduk? Onu anmak için bunca ilim ve fikir adamı bir araya gelir miydi?

Bu soruların cevabı bellidir. Tanpınar’ın “Cumhuriyet aydını” olarak söylediklerini bir şekilde ifade eden çok sayıda figür vardır ve onların hiç birisi böyle bir anmanın konusu olamazlar.

Tanpınar’ın eserlerine muhatap olan bir okuyucunun en fazla aklında kalacak olan ibare, “Devam ederek değişmek, değişerek devam etmek”tir. İnkılâpçı, kökten değişimci olmakla öğünülen bir devirde bu ibare nasıl anlaşılmalıdır?

Bu cümlenin mazmununa dikkat edersek, “devam”/süreklilik esas alınmaktır. Halbuki, inkılâpçılık, devama karşıdır. Devam sözkonusu olduğunda, zecrî değişim fikri, inkılâp miti tesirini kaybeder. Devam ederek değişmek yerine, “temelden yenilenerek var olmak, her şeye rağmen yeni olmak” esastır.

Tanpınar’ın şiarı, tabiî olandır. Devam ederek değişmek dünyanın tabiî nizamıdır. Değişimi sistemleştirme, zorlayıcı unsurlarla uygulama ise pozitivizmin ve materyalizmin işidir. Bütün pozitivist ve materyalist akımlar şu veya bu şekilde toplum mühendisliği projesine sahiptir ve şu veya bu nisbette zorunlu değişmeyi gerekli görürler.

Bu umumî Tanpınar imajına ters davranışlar, yazılar, mektuplar ve hatırat nasıl değerlendirilmeli? Orhan Okay Hoca’nın “politika batağına batma” açıklaması elbette yanlış değildir. Bunlarla birlikte, Tanpınar’ın şahsiyetinin kırılma noktalarının, psikolojisinin de sonuçta müessir olduğunu düşünmeliyiz.

Tanpınar, Osmanlı’nın son (ve zor) zamanında doğmuş, çocukluğu ve gençliği, kadı olan babasının vazifesi dolayısıyla bugünkü sınırlarımız içinde olan veya olmayan şehir ve kasabalarda geçmiştir. Çocuk ve genç Ahmet Hamdi bu dönemde bir takım savruluşları derinden hissetmiş olmalıdır. Balkan Harbi, 1. Dünya Harbi, “seferberlik” onun çocukluktan gençliğe geçiş dönemlerinin arka planını yapar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi