Abdullah Büyük

Abdullah Büyük

Ahiret yokmuş gibi yaşamak-1

Ahiret yokmuş gibi yaşamak-1

İlahi rehberliğin elçileri olan bütün peygamberler, muhataplarına öncelikle doğru bir Allah inancı eğitimi vermişlerdir. Bunun hemen ardından ikinci sıraya ahiret inancı eğitimini koymuşlardır. Çünkü beşeri insan etmenin yolu buradan başlıyor. Malumunuz mutluluk kitabımız Kur’an’ın da ilk nazil olan surelerinin konusu Allah ve ahirettir. Bu surelerde ahiret, bütün detaylarıyla gözler önüne serilir. Kendisini Rabbinin terbiyesine bırakan mümin, bu sureleri okurken adeta boyut değiştirip ahireti yaşamaya başlar. Okunan her bir ayet, insan ruhunu ahiret seyahatine çıkarır. Bu seyahatte ahiretle ilgili her bir bilgi yakin derecesinde tecrübe edilir. Böylece Kur’an, muhatabında sorumluluk bilincinin zirvesini oluşturur. Bu durumu Efendimizin bizzat eğittiği ashabta müşahede edebiliriz. Onlar, gerek ahiretle ilgili ayetleri okurken, gerekse Sevgili Peygamberimizden ahireti dinlerken adeta sonsuzluğun manzalarını seyre dalıyorlardı. Haşrdan bahsedilince haşrı yaşıyorlar, mahşer söz konusu olunca mahşere yürüyorlar, mizanın başında hesabı veriyorlar, sırat’ı gözlerinin önüne koyuyorlardı. Cennetin kokusunu alıp, ırmaklarının sesini dinliyorlar, gölgeliklerinde serinleyip meyvelerini tadıyorlardı.

Cehennemin homurtusunu duyup hararetinden adeta terliyorlardı. Sanki ahireti üç, beş, yedi boyutlu olarak seyrediyorlardı. Verilen ahiret eğitiminin onlarda oluşturduğu vicdan sayesinde cezası en ağır olan günahları dahi itiraf ediyorlardı. Dünya tarihinde cezası ölüm olan bir suçu işledikten sonra bunu kendisinden başka kimsenin bilmediği ve davacı olan da olmadığı halde cezasını bile bile gelip itirafta bulunan ve ısrarla cezasının verilmesini isteyen şahsiyetleri yetiştiren başka bir toplum var mıdır? Bu model şahsiyetler dünyada alacakları bütün cezaları ahiretin cezalarına tercih ediyorlardı. Kınanmayı ve ayıplanmayı akıllarına dahi getirmiyorlardı. Yeter ki işledikleri günahların cezasını burada ödeyerek sonsuzluğa temizlenmiş olarak gidebilsinler. Onun için de Efendimize “temizle beni Ya Resulullah” diye yalvarıyorlardı. Bu sorumluluk bilincine sahip olan şahsiyetler dünya ile hayatın öteki yüzünü bir arada yaşıyorlardı. Böylece dünya ceset olmaktan çıkıp ruhuna kavuşuyor ve canlanıyordu. Yeryüzünün halifesi olarak yaratılan insan, yaratılış amacına uygun olarak yaşamayı, ahiret inancını canlı tutarak gerçekleştiriyordu. Onlardaki ahiret inancı, yaşadıkları toplumun mutluluk sigortasıydı.

Dilerseniz bir de içinde yaşamış olduğumuz toplumun ahiret inancını değerlendirelim. Malumunuz yaşamış olduğumuz çağa, insanlığın modern çağı deniliyor. Modernizm tek dünyalılık üzerine kurulmuş olan bir hayat sistemidir. Varlığını devam ettirebilmek için insanın sadece bu dünyasına yatırım yapar. Elindeki bütün imkanlarıyla insana, hayatın öteki yüzü olan ahireti unutturmaya çalışır. İnsana ahireti hatırlatacak her şeyi hedef tahtasına yerleştirir. Dünya ile ahiret arasındaki bütün bağları koparmaya çalışır. Ahiretsiz bir dünya tasavvuru modernizmin en büyük hedefidir. Seküler dünyayı yönetenler hakimiyetlerini devam ettirebilmek için insan iradesini yok etmeyi amaçlarlar. İnsan iradesini teslim almanın en kolay yolu ise insanı tek dünyalılığa inandırmak ve öyle yaşamasını sağlamaktır. Hayatın öteki yüzünü unutan insan hazlarının esiri olur. İradesini akıl ve vahyin kontrolünden alıp, nefsinin ve hazlarının kontrolüne teslim eder. Bu irade kaybını yaşayan insan için her şey yaratılıştaki anlam ve amacını kaybetmiştir. Artık dünya ve evrendeki her şey anlamsızlaşmıştır. Geriye sadece tatmin edilecek hazlar kalmıştır.

Böylesi bir insan tipi bizzat kendisini ahlaki olarak dibe vurdurduğu gibi, toplumsal bozulma ve kokuşmanın da bir numaralı müsebbibi haline gelir. Çünkü ahiret yokmuş gibi yaşayan bir insanı durdurabileceğiniz bir sınır kalmamıştır artık. Bireysel sorumluluğun zirvesi, Yüce Allah’a karşı duyulan sorumluluktur. Ahiret yokmuş gibi yaşayan bir insan, Allah’a karşı hesap verme duygusunu yitirdiği için kendisini durdurabilecek bütün sınırları tanımaz hale gelir. Onun için kendisini hazza ulaştıracak bütün yollar mübahtır. İçinde yaşamış olduğumuz toplumda geçmişteki günahkar kavimlerin bütün günahları ve onların hayal dahi edemeyeceği günahlar işleniyor ve aleni olarak reklamı yapılıyorsa bunun tek sebebi insanın hazlarına esir olmasıdır. Böylesi bir insanın hayat tasavvuru, “dilediğin gibi yaşa, istediğin her şeyi yap, çünkü ölüm kesin bir yok oluştur” temeline dayanır. Bu tasavvurun sonucunda dünya ruhunu kaybeder. Çünkü ahiret, bu dünyanın ruhudur. Ahiret ile dünyanın arasını ayırmak, dünyayı ruhundan mahrum etmektir. Nasıl ki insan bedenini ruhu terk ettiği zaman, beden bozulmaya ve kokuşmaya başlıyorsa dünyadan da ahireti çıkardığınız zaman dünya bozulmaya ve kokuşmaya başlar. Dünya varlık sebebini kaybeder..

Ahiretsiz bir dünya, bütün anlam ve amacını yitirir. Bu büyük kayıp dünya misafirhanesindeki bütün misafirleri en şiddetli şekilde etkiliyor. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ahiret inancı, insanlığın dünyadaki mutluluğunun sigortasıdır. Unutmayalım ki bu sigortanın yerini hiçbir şeyle doldurabilme imkanınız yoktur.

Dikkatimizi çeken bir başka acı gerçek ise, modernizmin tek dünyalık üzerine kurduğu hayat biçiminin bizleri de farkına varmadan etkilemeye başlamasıdır. Huzur ve mutluluğu mumla arar hale gelmemiz de bu etkinin acı bir sonucudur. Bir sonraki makalemizde tek dünyalı yaşam felsefesinin bizim hayat anlayışımız üzerindeki etkilerinden bahsedeceğiz.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Büyük Arşivi