Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

“Biz Hayatı Türkülerden Öğrendik”

“Biz Hayatı Türkülerden Öğrendik”

Türkünün tarihî gücünü yazar Mahir Adıbeş’in yürekli cümleleriyle târif etmek lâzım: “Biz hayatı türkülerden öğrendik, konuşmayı, dili, şiir yazmayı, sohbet etmeyi, yârenliği, şakalaşmayı, eğlenmeyi... (...) Biz türkülerle millet olmayı, bir arada yaşamayı öğrendik. Kol kola girip halay çekerek, tek sesten türkü söyleyerek barışı, kardeşliği, birliği, bir olmayı, sevmeyi, güvenmeyi, vatan kurmayı, vatanı savunmayı öğrendik.”

Türkü, seküler düşünce taşıyan felsefî ve entelektüel mantık mahsulü bir mûsiki değildir. Anadolu insanının gönlünde demlenir ve yaşayarak dillerde yer alır. Medeniyetine yabancılaşanlar türkülerde yaşatılagelen milletin gönül dilini ve hayatlarının moral değerlerini hissedebilirler mi? Neşet Ertaş usta boşuna dememiş: “Yüreği yanmayanlar, türkü dinlemeyen ve halka kıymet vermeyenlerdir.”

Türküyü, geleneğimize zül getiren pespaye sanatçı ve sahnelerden koruyan fikirli ve edepli türküdar Bayram Bilge Tokel’in şu sözlerinin, hayatımıza bigâne kalan romancı ve hikâyecilere haykırmak istediğim yıllarca dilimde bekleyen sözler olduğunu nasıl anlatsam? Demek ki gönül dilinin yolu da birmiş:

“Türküler bizi söyler, biz türküleri. Türkü biziz aslında. Sevdalarımız, gurbetlerimiz, ayrılıklarımız, acılarımız kadar dualarımız ve beddualarımızı da türkülere ısmarlarız. Gün olur insanımız serâpa insan, insanımız tepeden tırnağa türkü kesilir. Türküsünden ayrı kalan insan, ümmetinden ayrı düşmüş peygamber gibidir.”

Türküler sosyal ve ferdî duyuş damarının en yoğun olduğu bir değerdir. Gurbet ellerde evlâdını yitiren anaların, sevdalısı için gözleri yollarda kalan halis muhlis âşıkların yüreğini, gönüllerde yatan sevincimizi, hüznümüzü ve dahi örf-âdetlerimizin dilimizdeki karşılığını ancak türkülerde bulabiliriz.

Türküdarlarımızdan Mehmet Özbek ustanın söylediklerini, Türk dili ve edebiyatı derslerinde meşk etmek lâzımgelir: “Türkülerimizdeki sırları çözebilmek, o sıcak anlatımların tadına varabilmek, Türk dilinin anlatım gücündeki kudret ve zenginlikle ezginin oluşturduğu âhengi birlikte hissetmek, türkülerimizi derinlemesine anlamak ve kavramak için şarttır.”

SOSYAL VE FERDÎ RUHUMUZU TÜRKÜLERDEN ÖĞRENİN

Tarihimizde göçerlerin iskânındaki devlet uygulamalarını, göçer aşiretlerin iskâna nasıl tavır aldıklarını ve meselenin duygu tarafını, vakanüvislerin yazdıklarından daha içten ve yalansız ancak Barak ve Bozlak olarak ifade edilen iskân türkülerinden öğrenebiliriz. En nâmlı iskân türkülerinden Dadaloğlu’nun “Kalktı Göç Eyledi” adlı Avşar bozlağını dinlemeden Anadolu’nun geçmiş zamanlarının sosyal tarih ve hikâyesini yazamayız:

“Kalktı göç eyledi Avşar elleri / Ağır ağır giden eller bizimdir / Arap atlar yakın eder ırağı / Yüce dağdan aşan yollar bizimdir / Belimizde kılıcımız kirmani / Taşı deler mızrağımın temreni / Hakkımızda devlet vermiş fermanı / Ferman padişahın dağlar bizimdir / Dadaloğlu’m bir gün kavga kurulur / Öter tüfek davlumbazlar vurulur / Nice koçyiğitler yere serilir / Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.”

“Kırmızı Gül” türküsünü bilmeyen, bilip de bir asır ötesinden kopup gelen duygulara gark olmayan insanın gönlü bu milletten beri düşmüştür artık. Bir misal olarak sadece bu türkümüzün hikâyesinde bile nice gurbet acılarıyla pişen insanımızın yüreklerindeki duyuş ve sızıların farkına varırız. “Kırmızı gül demet demet / Sevda değil bir alâmet / Balam nenni yavrum nenni / Gitti gelmez ol muhannet / Şol revanda balam kaldı / Yavrum kaldı balam aldı...”

Aydınların “Halk Müziği” veya “Halk türküleri” diyerek küçümsedikleri “aziz türkülerde”, Cumhuriyet devrimcilerinin dayattığı modern mûsiki ürünleriyle kıyas bile edilemeyecek üstünlükte sosyal ve ferdî ruhumuzun zengin nağmeleri vardır.

BİZİM ROMANIMIZ VE HİKÂYEMİZ TÜRKÜLERDİR

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın türkü için söyledikleri yüreğimden fışkırmış âdeta. Bu fakir gibi, türküleri mâşerî ve ferdî ruh ahengimizin temeli, dahası gönlümüzün ilâhileri ve duaları olarak kabul etmiş. Türkülerin hakkını teslim eden târiflerin târifi olan şu sözlerini âcizane yıllarca vecd ile dile getirdiğime kalem ve dostlar şahittir:

“Anadolu türküleri korkunç şeylerdir. Birden bire kulağınızın dibinde bir daha içinden çıkamayacağınız bir uçurum açılıverir. Artık ondan sonra sizden hayır gelmez. Her şey etrafınızda alt üst olmuştur. Çünkü sıcak ekmek gibi insan ıstırabıyla, azmiyle, hasretle, ölümle baş başa kalırsınız.”

Onun, türkülerin gücünü anlatan ifadelerini sosyal ilimcilerin, romancı ve hikâyecilerin mutlaka dikkate alması gerektiğine inanıyorum: “Türküler, hayatın sürekliliği içinde bir yığın değişmeye rağmen daimi kalan aslî yanımızı ifade ederler. Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler ona mutlaka türkülerden gitmelidir. Anadolu’nun iç romanını türküler yapar. Türk insanının yazılmayan romanı türkülerde saklıdır. Anadolu’nun gerçek romanını yazmak isteyenler muhteva yüklü türkülere eğilmelidir.”

“Bizim romanlarımız, türkülerimizdir” diyen Yahya Kemal’in de aynı hakikati bin yıllık ulu mirasın “redd-i miras” edildiği medeniyet değiştirilen Cumhuriyet’in ilk yıllarında söylemesi anlamlıdır.

Türkülerin derûnuna inmeden kendi insanımızın gönül hânesinden hayatına yansıyan değerlerinin ve bir kalbin diğer bir kalbe duyduğu hislerin kaynağının romanı ve hikâyesi yazılamaz? Yolumuz gurbete düştü / hazin hazin ağlar gönül / araya hasretlik girdi / hazin hazin ağlar gönül” ve “Gurbet elde bir hal geldi başıma / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir / Derman arar iken derde düş oldum / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir...” türkülerindeki gurbet yarasını anlamadan, Anadolu’nun yoksulluğunun ve ayrılık acılarının hikâyesi nasıl yazılabilir?

Hâsılı, tartışılmaz bir gerçek olarak sevdadan gurbete, göçten âfete, sevinçten gözyaşına, düğünden ölüme bütün hikâyemiz türkülerde yazılıdır.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi