Faruk Köse

Faruk Köse

“Nasıl bir anayasa yapalım” suali kime sorulmadı?

“Nasıl bir anayasa yapalım” suali kime sorulmadı?

Türkiye Cumhuriyeti yeni anayasasını yapıyor. Yapılacak anayasa hükümleri bu ülkede yaşayan herkesin üzerinde amir olacak; yasama, yürütme ve yargı organlarını, idari makamları, diğer kuruluş ve kişileri bağlayıcı nitelikte kurallar içerecek. Hiçbir yasa anayasaya aykırı olamayacak. Birey, aile, sosyal kümeler, toplum ve devlet ölçeğinde, siyasi-idari, sosyal-kültürel, hukuki-adli, iktisadi-ekonomik vb. bütün alanlarda; hatta iletişim, sanayi ve teknoloji, savunma ve güvenlik, hak ve özgürlükler, eğitim ve öğretim, sanal alem ve gerçek hayat gibi hayata dair her hususta hudutları belirleyici, bağlayıcı, nitelik tayin edici bir konuma oturacak. Bireysel ve toplumsal inançlara dahi müdahil olacak; inanç esaslarının hükmünün nereye kadar geçerlilik kazanacağını, inanca göre yaşamanın mümkün olup olmadığını veya ne kadarının hayata yansıyacağını işte bu yeni anayasa belirleyecek.

Halen geçerli bir anayasa varken, yeni bir anayasa yapmaya niçin gerek duyulur? İhtiyaçtan, değil mi? Mer’i Anayasa artık toplumsal ihtiyaçları ve çağın gereklerini karşılama yeterliliğini taşımıyordur, toplumun kimlik ve kişilik değerleriyle uyum problemi vardır; o nedenle değiştirilmeye, yenilenmeye ihtiyaç duyuluyordur. O halde yenisi yapılmalıdır.

Buraya kadar tamam. Tamam da, eğer yapılacak yeni Anayasa mana ve mefhum olarak, dayanak ve istikamet olarak, içerik ve nitelik olarak, hükümler ve gerekçeler olarak, toplumsal gerçeklere ve değerlere dayalı olup olmaması, esas dengeleri gözetip gözetmemesi, üzerine hükmedeceği insanları mutlu edip etmeyeceği bakımlarından nitelikli yeterliliği haiz olmayacaksa, o zaman ne lüzumu var yenisini yapmaya? Biz eskisiyle de mecburen mutsuz bir birlikteliği sürdürüyoruz zaten, mutsuzluğumuzu yenilemenin alemi ne ola?

Yok, öyle değilmiş gibi bir hava estiriliyor da onun için bunları söylüyorum. Şimdiki Anayasa Cuntacı Komita’nın kafa yapısının çapına göre belirlenmişti, değişikliklere rağmen topluma dar geliyordu da, artık yenisi için toplumun çeşitli kesimlerine sorular soruluyor, görüş alınıyor ya, Cumhuriyet tarihinde bir ilk olan bu uygulama kimileri için mutlu olmaya kâfi geliyor. Güya sivil toplum kuruluşlarından, işveren ve işçi birliklerinden veya çeşitli toplumsal gruplardan “nasıl bir Anayasa yapalım?” sualine cevaplar alınıyor. Böylece, Cuntacı Komita’nın hazırladığı anayasadan nitelik ve esas dayanak bakımından farklı bir anayasa yapılacağı izlenimi uyandırılıyor.

İyi de, bütün bu görüşler, nihayetinde anayasa hazırlanması için Meclis’te grubu bulunan siyasi partilerin eşit sayıdaki üyelerinin teşkil ettiği Komisyona gelmeyecek mi? O Komisyonda karar alınması için “ittifak” şartı getirilmedi mi? “İttifak” etmesi gerekenlerin çeşitli angajmanları, ideolojik yönelişleri yok mu veya bunlar gerçekten toplumun her kesimini, toplumdaki her düşünceyi, inancı ya da kimliği temsil yeteneğini haiz mi? Değil elbette. O halde nasıl olacak da olacak? Bu ittifaktan gerçekten toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek ve hoşnutluğunu sağlayacak bir Anayasa taslağı çıkabilir mi? Sanmıyorum.

Sanmıyor olmam, işleyişin devam ettiği gerçeğini değiştirmiyor elbette. Nitekim, “nasıl bir anayasa yapalım?” suali için çeşitli kesimlerden görüş alınmaya devam ediliyor? Son olarak da gayrimüslim azınlıkların temsilcilerinin görüşleri alındı. Bunlar, TC tarihinde ilk kez resmî davetle TBMM’ye çağrıldı ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na yeni Anayasa konusundaki önerilerini sundu. Kimlerdi bunlar? Biri Fener Rum Patriği Bartholomeos, diğeri ise Süryanilerin Midyat Deyrulumur Mor Gabriel Manastırı Başkanı Kuryakos Ergün. Yani ikisi de azınlık dininin temsilcileri, önde gelenleri. Merak ediyorum, acaba görev yaptıkları camilere devam eden milyonlarca Müslümandan müteşekkil cemaatin temsilcileri olarak, imamlardan da görüş alındı mı, ya da imamlardan görüş almak herhangi bir yetkilinin aklına geldi mi?

Yeni anayasa yapılırken “Ayrılıkçı Kürt Hareketi”nin görüşleri soruldu. Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin görüşleri soruldu. Laik-Kemalist yapılanmaların, mevcut yasal düzenlemelere göre çalışan sivil toplum kuruluşlarının, işçi ve işveren birliklerinin görüşleri soruldu. Hatta bunların görüşlerine çok değer verileceğine dair bir izlenim de uyandırıldı.

İyi, sorulsun. Sorulsun da, dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama, bir tek, Kur’an ve Sünnet’e bağlı ve bu iki kaynağa göre yaşamak isteyen Tevhid ehli Müslümanlara sorulmadı.

Vergi vermeye gelince Tevhid ehli Müslümanların kapısını çalıyorlar. Askere gitmeye gelince yakalarına yapışıyorlar. Seçim sandıkları konulduğunda oylarına talip oluyorlar. Sağmaya gelince sağıyorlar, soymaya gelince soyuyorlar, sırtına binmeye gelince biniyorlar, omzuna yük yüklemeye gelince yüklüyorlar. Ama, hayatlarını nasıl yaşayacaklarına dair bir anayasa yapmaya gelince adam yerine koymuyorlar, hesaba katmıyorlar, yok sayıyorlar. Niye acaba?

Niyesini söyleyeyim. Eğer, hayatını Kur’an ve Sünnet hükümlerine göre yaşamak isteyenler, Tevhid davasını sürdürdüğünü iddia edenler sus-pus otururlarsa, üzerlerine müdahil olan gelişmeler karşısında kendi alternatiflerini sunmazlarsa, “tağuta arka çıkma”yı “tağutun tahakkümünü savuşturmak”la karıştırır da kendilerini doğrudan etkileyecek bir hususta, benimsemese de etki gücünü zayıflatacak hamleler yapmazlarsa, işte böyle adam yerine konmazlar. Konmazlar da ne olur? Onlar sloganlarla vakit geçirirlerken, tağut hükmünü perçinleyerek ve toplumsal meşruiyetini pekiştirerek varlığını devam ettirir.

Anayasaya talip değilim. Ama bir anayasa yapılacaksa, bunun Müslümanlara uygun olması için hamle yapılmamasını da garip karşılıyorum.





Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi