Mahir Kaynak

Mahir Kaynak

28 Şubat

28 Şubat

28 Şubat irtica tehlikesi algılamasına karşı askerin tavrı olarak yorumlanır. Taraflardan birinin ülkede şeriat düzeninin yerleştirilmesine çalıştığı söylenirken diğerinin milli bir yapıyı irtica tehlikesine karşı koruduğu söylenir. Bu konuyla ilgili bir soruya karşılık olarak düşüncemi şöyle ifade etmiştim. “Bu sürecin irtica ile ilgisi irtica kelimesinin başındaki i harfinin üzerindeki nokta kadar bile değildir.. İrtica çok büyük bir operasyonun bahanesi olarak kullanılmıştır. 28 Şubat bu süreçte bir merhaledir ve her şey bu tarihte olup bitmemiştir.”

Erbakan D-8 İslam birliğini kurmuştu. Müslüman ülkelerin dünyada büyük bir güç olduğunu ve bunların birleşerek dünyaya yön vereceğini düşünüyordu. İslam dünyasının ekonomik güce sahip olduğu petrolden gelecekti. Ancak bu ülkeler petrolün arz tarafını temsil ediyordu, talep kendi dışlarındaydı ve fiyatı onlar belirliyordu. Ayrıca o tarihte şu soruyu da sordum: “Batı ile mücadele ederken, dar bir alanda da olsa savaş gerekirse, onlara bize uçak ve silah satın, sizinle dövüşeceğiz mi diyeceksiniz?”

Batıda bu oluşumu destekleyen ülkeler de vardı. Mesela Almanya bu gücü kullanarak yeniden dünyada etkin olmayı düşünüyordu. Kaddafi’ye yapılan ziyarette Erbakan’ın Kaddafi’nin önderlik ettiği bir kuruluşta olduğu söylenmişti. Bu mesnetsiz bir söz müydü yoksa bir yapılanma mıydı?

Süreç şöyle gelişti: Haziran 1996’da Refahyol hükümeti kurulduğunda Kanal 7’de katıldığım bir programda “hükümetin bir yıl bile dayanamayacağını, çünkü DYP ile Refah Partisi’nin birbirine zıt iki parti olduğunu, hükümetin ANAP ve Refah arasında kurulmasının gerektiğini ancak bir gücün bunu engellediğini, DYP’nin Refah’ı kontrol etmek amacıyla hükümete katıldığını” söyledim Ankara’dan telefonla programa katılan bir Bakan Türkiye’nin yedi düveli yenerek kurulduğunu ve hükümeti de hiçbir gücün deviremeyeceğini söyledi.

Daha sonra bazı DYP bakanlarının istifasıyla hükümet yıkıldı ve Refah devre dışı kaldı. Ancak süreç henüz bitmemişti. 1999’da IMF ile yapılan bir anlaşmadan sonra 2001 ekonomik krizini yaşadık. Bu kriz doğal bir süreç değildi ve IMF ile yapılan anlaşmanın devamı olarak planlanmıştı. Bu krizin en önemli özelliği tedavi için uygulanan politikaların, bana göre, gerekenin tam tersi olmasıydı. Bir televizyon programında faiz hadlerinin serbest, döviz kurlarının sabit tutulduğunu aslında tam tersinin yapılması gerektiğini söyledim. Bankaların nakit ihtiyacının Merkez Bankası tarafından karşılanması gerekirdi.

Bu süreçte biraz parası olanlar faizden büyük paralar kazanarak, fiyatı sabit olan döviz satın alarak çok zenginleştiler. Devletin ise bu zararları karşılamak için kırk elli milyar lira zarar ettiği söylendi. Bunun sebebi ülkede yeni oluşacak siyasi iktidarı kontrol edecek sermayeyi güçlendirmekti. Ancak AK Parti’nin iktidarı bu projeyi engelledi.

Askerin en büyük hatası olaylara ideoloji açısından bakmasıydı. Oysa ülkemize yönelik operasyonların hepsi onların desteklediği ideoloji maskesiyle yapıldı. Ayrıca ekonomik gücü elinde tutanlar hem medya kanalıyla hem de bazı imkanlar sağlayarak yöneticileri kontrol ediyordu. Bu süreçte müşavir ya da yönetim kurulu üyesi olan askerlerin çokluğunun bir anlamı yok mu?

Yaptığımız en büyük hata işimize gelen olaylarda gerçeği araştırmamak ve yapılanı savunmaktır. Bakalım askere yönelik tavırda kurunun yanında yaş da yanıyor mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mahir Kaynak Arşivi