Faruk Köse

Faruk Köse

Atatürk diktatör müydü?

Atatürk diktatör müydü?

Türkiye’de ciddi değişimler oluyor; ülkenin istikameti başka bir yöne çevriliyor ve oraya doğru koşar adım sürükleniyor. Değişim elbette olmalı; mer’i yapı ve işleyiş değişmeli. Artık toplumun kimlik ve kişilik değerlerinin esasında yatan “ana kaynak”a uygun yeni bir yapı ve işleyiş kurulmalı. Ancak değişimi kimin yönetip yönlendirdiği çok önemli. İnisiyatif kimin elinde ve ne, niçin, ne adına, neyi sağlamak amacıyla yapılıyor; buna dikkat edilmesi lazım.
“Sistem”e ait “Tabular”ı yıkmak, “kutsallar”ı sorgulamak bu açıdan çok önemli. Bu kapsamda gündeme getirilen “Atatürk diktatör müydü, değil miydi?” tartışması ciddi bir analiz zeminine taşınmalıdır. Tartışmanın akıbeti nereye doğru gider bilemiyorum, ama hafta içinde ülke gündemini işgal eden 28 Şubat muhabbetleri bu önemli tartışmanın arada kaybolup gitmesine sebep olursa, hakikatlerin gün yüzüne çıkması adına yazık olacak.
Konu ilkin, Danimarka’daki bir tarih kitabında Atatürk’e “diktatör benzetmesi” yapılmasıyla basının gündemine geldi. Habere göre, yeni yayımlanan “Türkiye - Tarihi, Toplumu ve Din” adlı kitapta, Stalin, Hitler ve Mussolini ile Atatürk arasında diktatörlük açısından benzerlikler kurulmuş. Örneğin, Atatürk ile İtalyan diktatör Mussolini “aşırı milliyetçilikleri, kendi kendilerini yüceleştiren tarih görüşleri, otoriter yönetim biçimleri, çok uzun nutuk atma merakları, kendi liderliklerini kutsallaştırmaları” gibi açılardan birbirlerine benzetiliyorlarmış.
İkinci bir gelişme de TBMM’de yaşandı; Meclis’te “Kemalist diktatörlük” kavgası çıktı. “Ayrılıkçı Kürt Hareketi”nin siyasi uzantısı BDP’nin Milletvekili Altan Tan, tartışmaya sebeb olan “Kemalist diktatötürlük” ifadesi ile kimsenin şahsına hakaret etmediğini, ancak söylediği sözün arkasında durduğunu belirtti. Tabiî Kemalist damarları kabaran milletvekilleri duruma müdahale edince kavga kaçınılmaz oldu.
Atatürk’e “diktatör” denmesini Altan Tan “siyasi tespit” olarak savunurken, Kemalist milletvekilleri tarafından “Mustafa Kemal ve Ulusal Kurtuluş Savaşı düşmanlığı” olarak tanımlandı. “Hoş görülmeyen ifadeler” olarak nitelendi. “Devleti kuran kişinin anısına açık hakaret içerdiği” söylendi. “Korkunç bir söylem” olduğu ifade edildi. “Milli Kurtuluş Savaşına dil uzatılma cüretkarlığı” olarak görüldü. “Tarihi şahsiyetleri kötüleme” olarak algılandı. Meclis için “Atatürk’ün Meclisi” tanımlaması yapıldı. Bunun “Cumhuriyet düşmanlığı” olduğu belirtildi. “Kurucu iradeye saygısızlık” sayıldı.
Ben, Kemalist değilim; bu açıdan Kemalizm’i de, M. Kemal’i de savunmaktan uzağım. Yine, Ümmet-i Muhammed’in birlik ve beraberliğini savunan biri olarak, Müslüman Kürt halkını dinden uzak bir sistem çatısı altında toplamaya çalışan “Ayrılıkçı Kürt Hareketi”ni savunacak da değilim; onların herhangi bir projesinin yanında durmaktan, ona destek olmaktan da uzağım. Bu açıdan bakıldığında, doğruluğuna ya da yanlışlığına bakmaksızın, Kemalist kadrolarca da, ayrılıkçı söylemlerle de aramda büyük bir mesafe var. Benden uzak dursunlar. “Leküm dîniküm ve liyedîn!”
Ancak... Konu hazır açılmışken vuzuha kavuşuncaya kadar konuşulması ve işin esasının ne olduğunun genç kuşaklara açıklanması lazımdır diye düşünüyorum. Bu hususta duygusal olmaya da gerek yok, körü körüne tarafgir davranmaya da... Ülke üzerinde az çok etkinliği olan hiç kimsenin hakikatler karşısında gizli yanları bulunmamalı, millete rağmen ayrıcalığı olmamalı, hele ki –varsa eğer– yaptığı yanına kâr kalmamalı.
İşte bu kapsamda bir hatırlatmada bulunarak konunun gündemde tutulmasına katkı sağlamak için, çok sayıda sualden birkaçına dikkat çekmek istiyorum. Eğer “diktatörlük”ün zıddını “özgürlük” olarak ele alacak olursak, örneğin, Atatürk zamanında özgürlük olsaydı, “sanığın idamına, muhakemenin bilahare yapılmasına” ibareleriyle karar veren İstiklal Mahkemeleri olabilir miydi? İskilipli Atıf Hoca, Şapka Kanunu çıkmadan 2 sene evvel Şapkanın Frenk Mukallitliği olduğunu yazdı diye idam edilir miydi? “İstiklal Marşı” Şairi Mehmet Akif Ersoy Meclis dışına atılır mıydı? Ali Şükrü Bey fail-i meçhule kurban gider miydi? Camiler kapatılır, satılır, başka amaçlarla kullanılır mıydı? Kur’an yasaklanır mıydı? Milletin bütün kültürel ve dini değerleri, millete sorulmadan, “halk için halka rağmen” sloganıyla tahrip edilir miydi? “Biz”e ait ne varsa atılır, yerine Batı’dan kopya bir sistem getirilir miydi?
Bilemiyorum. Kemalistlere soruyorum; “acaba ne cevap verecekler?” diye de merakla bekliyorum.
Madem söz buraya kadar geldi, Meclis’te yaşanan “Kemalist Diktatörlük” kavgasında CHP Grup Başkanvekili Maharrem İnce’nin tepkisine dikkat çekmek istiyorum. Bakınız İnce, tartışmayı başlatan Altan Tan’a ne diyor:
“Be vicdansız, be insafsız, be tarih bilmez nerede okudun sen bu anlattıklarını, İngiliz kitaplarında mı okudun? Hangi ajanlar verdi bu kitabı? Hangi İngiliz verdi bu kitabı? Nerede yazıyor bu?”
Biraz önce dedim ya, ben bu olayda müddeilerin yanında durmuyorum. Ama Muharrem İnce’nin sözleri üzerine aklıma, Atatürk’ün en yakınındaki yazar Falih Rıfkı Atay’ın meşhur Çankaya isimli kitabı geldi. Atay, kitabında soruyor:
“Atatürk diktatör müydü?”
Hemen ardından, kendi sorusuna kendisi şöyle cevap veriyor:
“Rejimine bakarsanız, evet!”
Yani, Altan Tan nerede okumuştur bilmiyorum, ama ben “Çankaya”da okudum. Muharrem İnce’nin gözlüğüyle bakarsak, acaba Falih Rıfkı Atay İngiliz ajanı mıydı? Eğer öyleyse, Atatürk bu “ajan”ı niye en yakınında tuttu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi