Faruk Köse

Faruk Köse

İslam coğrafyasındaki halk hareketleri

İslam coğrafyasındaki halk hareketleri

Çıkışı, başlangıcı, biçimi, istikameti ve sonucu ne olursa olsun, İslam coğrafyasındaki halk ayaklanmalarının gösterdiği bazı kesin gerçekler var: Eğer halk topyekün olarak zulme karşı ayaklanırsa, diktatörün gücü ne olursa olsun, onu alaşağı edebilir. Diktatörün elinde silah bulunmasının, ya da ordu gücüne sahip olmasının bir önemi yoktur. Çünkü ordu mensubu askerler de nihayetinde sokağa çıkan insanların evlatlarıdır ve iş ciddiye bindiğinde, bir noktadan sonra o asker kendi babasına, anasına, kardeşine, insanına silah çekmeyecek, belki de dönüp komutanını vuracaktır.

Eğer halk toplu bir şekilde, korku duvarını aşarak ve gemileri yakarak bir kez sokağa çıkarsa, ne kadar güçlü olursa olsun, diktatörleri de devirir, alışılagelmiş bütün kalıpları da yıkar. Nitekim İslam coğrafyasında yaşananlar bunu göstermeye yeter de artar bile.

Halk ayaklanması sonunda yeni bir hükümet kurulsa da her şeyin eskisi gibi devam edeceğine dair kanaatler var ise de, hiçbir zaman her şey eskisi gibi olmaya devam etmeyecektir. Çünkü yeni düzeni kuranlar eskinin devamı da olsalar, eskinin artık öldüğünün ve aynen devam edemeyeceğinin farkındadırlar. Zira halk bir kez yapacağını yapmış, eskiyi silindir gibi ezmiştir. Artık eskinin ciddi oranda değişmesi gerekecektir. Zaten asıl önemli olan husus da tam burada gösterir kendini. Çünkü bu noktada yeni düzenin halkın beklentilerine ne kadar cevap vereceğine dair gelişmeler, halkın kanaat önderlerinin basiretlerine, cesur ve bu duruma hazırlıklı olmalarına, davalarını cesaretle savunmalarına bağlıdır.

Biliyorsunuz, Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte ideolojik kamplaşma ve jeopolitik yarışma sona erince, militer veya yarı-militer tek adam rejimlerinin hakim olduğu İslam coğrafyası Batı’nın yeni hedefi oldu. Zira Batı, gelişen dünyada kendine bağlı bu “laik sistemler”in bir halk hareketiyle devrilerek yerine İslami düzenlerin kurulması realitesini önceden gördüğü için, halkın tepki gösterdiği “militer diktatörler”in devrilmesini, ama yerine yine laik ve liberal, ama taban desteği olan ve Batı’nın tasvibini almış hükümetler kurulması projesini uygulamaya koydu. Bunun yolu, “demokratik sistemler” kurularak halkın göreceli bazı haklara kavuşturulması ve böylece yeni sistemin taşıyıcıları haline getirilmesiydi.

Böyle bir değişim için model ülke olarak Türkiye belirlendi. Türkiye, bu ülkeler için model olarak sunuluyor ve bu kapsamda halk hareketleriyle devrilen sistemlerin Türkiye modeline uygun olarak yeniden şekillenmesine çalışılıyor.

Peki, Türkiye Ortadoğu’daki devrimlerin önünü nasıl açtı?

Türkiye, kurduğu “demokratik-laik sistem” içinde Müslümanları oyalayacak kimi avuntular üretti ve halkı Müslüman, ama rejimi Batı’nın istediği biçimde şekillenmiş laik-demokratik bir model geliştirdi. Son zamanlarda Türkiye’deki rejimde etkin olan kimi militer öğeler de arındırılarak, bir-iki İsrail karşıtı söylemle İslam coğrafyasındaki yıldızı parlatıldı. Kendi diktatör yöneticilerinin İsrail ile kurduğu onur kırıcı ilişkilere karşın Türkiye’nin sergilediği popülist tutum, Arap insanı arasında Türkiye’nin hayranlık verici bir model olarak algılanmasını sağlamaya yetti. Bu arada Türkiye’nin izlediği yerel ve uluslararası siyasetin, hem İsrail’in, hem ABD ve Avrupa’nın, hem de küresel iktisâdi güçler ile uluslararası sivil toplum örgütlerinin değerlerini ve çıkarlarını gözettiği gözlerden ustalıkla kaçırıldı. Bir zamanların İslamcılarının yürüttüğü bu politikanın, İsrail’i haritadan silmek anlayışını terk ederek bölgenin saygın bir unsuru olarak varlığını sürdürmesine önayak olması karşısında Batı, Türkiye’yi İslam coğrafyasına model olarak sunmaya ve yıldızını parlatacak gelişmelere imza atmaya başladı.

İşte böyle bir model hem Tunus, hem de Mısır ayaklanmalarının önde gelenleri tarafından benimsendi. Böylece Batı, İslami inkılapla devrilmesi mümkün olan diktatörlerden kurtularak, Arap halkını “demokrasi beşiği”ne yatırdı ve Türkiye’nin ninnileriyle uyutma sürecini başlattı. Bu sürecin öncesinde, on yılları bulan bir müddet içinde katı bir diktatörlük altında inim inim inleyen bölge insanı, sonunda demokratik yapıya razı edildi, yani bir nevi ölüm gösterilerek sıtmaya razı edilmiş oldu.

İslam coğrafyasındaki ayaklanmalar İslami değişimi gerçekleştirmekten uzaktır. Zira başlangıç itibariyle de, kadro itibariyle de, organizasyon ve hedefler itibariyle de İslam’ı hakim kılma amacında değildir. Ancak Arap halkının diktatörlere karşı ayaklanması ve netice alması, bütün İslam coğrafyası için ciddi bir örneklik teşkil etmiştir. Eğer Müslümanlar gerçekten İslam’ı hakim kılma arzusunda ve samimiyetinde iseler, halkı doğru biçimde organize ederek ve doğru programlarla çalışarak netice alabilirler. Bunun için gereken ilk önemli şey korku duvarının aşılmasıdır.

Gerçi İslam coğrafyasında yaşanan ayaklanmaların ABD’nin hesaplarına uygun olduğunu söyleyenler olsa da, bu ayaklanmaların halkın tabiî bir refleksi olduğu, ABD’nin gelişen durumu kendi faydasına olacak şekilde yönlendirmeye çalıştığı ve bunda da maalesef başarılı olduğu söylenebilir. Çünkü Müslümanların bu tür kargaşa ortamlarına ilişkin herhangi bir öngörüleri, hazırlıkları, plân ve programları, stratejileri yoktur. Nitekim bölgedeki İslami hareketlerin liderlerinin ve yetkililerinin söylemleri, bu hususta tam bir basiretsizliğin göstergesidir. Bu tutumlarının bir taktik olduğunu düşünmek çok zor, çünkü ne diyeceklerini bilemeyecek halde her biri bir yana savrulmuştur. Böyle bir sapmaya karşı İslami bir bakış açısıyla tölerans göstermek de mümkün değildir.

Kazanmanın eşiğine gelindiği noktada kesin bir kayıpla defteri kapatmak çok acı olsa gerek.



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi